Ne için durdurmak ister ki insan zamanı?  

Posted by Tespih Taneleri... in



Ne için durdurmak ister ki insan zamanı?


Ne için akıldan geçer bu delice ve nafile fikir...


Nasıl bir istektir böyle ki yapılması imkansız...


Bir zaman gösterin bana aşksız..


Dertsiz, tasasız...


Zaman öldürür bizi, siz onu öldürdüğünüzü sanarken,


Uzadıkça zaman kısalır vadeniz...


Dikkat ediniz!..


Yorulur beden, demlenir ruh...


Sozlerin artik kalmaz bir anlami


Yuzlerdeki derin izler anlatir her seyi


Titreyen burusuk eller, tutamaz olur ne care...


Tutsa bile hissetmez...


Birde gozler, o gozlerde ki bugu...


Yazik iste bu cok yazik ki...


Artik zamana yenik dusmus...


Goremez olur etrafindaki hic bir seyi...


Dikkat ediniz artik ne olur...


''Ah zaman ne kadar da cabuk gectin'' demeden ....

Bu Her Zaman Boyle Olmamis midir?  

Posted by Tespih Taneleri... in





“Kendisini memnun ettiğin zaman sende olmayan şeylerle öven kimse ;

   Kendisini kızdırdığın zaman da seni, sende olmayan şeylerle kötülemeye kalkar.”


                                                                İmam Şafi

Okumasi En Keyifli Blog Odulum...  

Posted by Tespih Taneleri... in




Merhaba arkadaslar ''Okumasi En Keyifli Blog Odulu''nu http://www.gelibolu17.blogspot.com/ arkadasimdan aldim. Kendisine burdan cok tesekkur ediyorum. Benim bu blogu acmamdaki gayem sadece goz ucu ile dahi bakildiginda insanin kendinden bir seyler bulmasi, Allah rizasi icin bir iki hatirlatma... Hele birde okunurken keyif aliniyorsa iste bu cok guzel...

Aslinda aldigim butun odulleri yayinlamak istiyorum ama bu mumkun olmuyor. Cunku fazla yogun gecen hayatimin icinde sadece postumu yayinlayacak kadar bilgisayarin basinda oturabiliyorum...:(
Onun icin diger arkadaslarimdan ozur diliyorum, bana layik gordukleri odulleri yayinlayamadigim icin...:(
Hepinize cok tesekkur ediyorum... Gelibolu17 arkadasimin bu odulunu ilk defa aldim ve cok sevindim..:))
Ben firsat buldukca butun bloglari tek tek gezmeye calisiyorum ama arada olur ya, bazi bloglara bakmadan gecemezsiniz... Iste oyle bakmadan gecemedigim arkadaslarima gonderiyorum... Sevgilerimle...


http://papatya68.blogspot.com/
http://www.inciminci.com/
http://www.askikubra.com/
http://gulyurekli.blogspot.com/
http://ikidirhembicekirdek.blogspot.com/
http://hamiyetakan.blogspot.com/
http://otuzunda24saat.blogspot.com/
http://kenardakinotlar.blogspot.com/

Kalbinin Sesi mi, Vicdaninin Sesi mi?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Ey müslüman genç! Sana sesleniyor,sana söylüyorum !...


Kalbinin sesini vicdanına sor önce!


"Bu yaptığım iş ne kadar uygun dinimce?


Herkesin yapıyor olması ne kadar meşrulaştırır bu günahı?"


Sor bunu kendine!


Sonra ya kalbinin sesini


Yada vicdanını dinle!


Akıllı insan rızkına her an şükür edendir...


Hani hep derler ya; "Kalbinin sesini dinle!"


Kalbimin sesi?


Ya nefsimin sesi ise?


Kalbimin istediği aslında nefsimin ve şeytanın vesvesesi ise?


Kalbime dünya sevgisi yerleştiyse?


Kalbimde dünyalık yer etti ise?


Bence o kadar da önemli degil kalbimin sesi!!


Çünkü çoğu zaman günahı tercih etmekte!


Allah kalble birlikte vicdanda vermiş bizlere...


Sadece kalbimizin sesini dinlemeyelim diye!


Hayirli Cuma'lar...

Hayatı Bir Sevda Öyküsü  

Posted by Tespih Taneleri... in




Hayatını hizmete adayan Dr. Ayşe Hümeyra Ökten gittiği ilk hacdan sonra Medine'ye sevdalanmış. Duası kabul olan Ökten, her sene hac mevsiminde Arabistan'da olmuş. Ayşe Hümeyra Hanım şimdi 85 yaşında ve yılın dokuz ayını Arabistan'da geçiriyor. Necid çöllerini tır kamyonlarıyla geçen, Şam'da karda kışta gecenin bir vakti istasyonda tek başına tren bekleyen ve bunların hepsini aşk için yapan bir kadın; Dr. Ayşe Hümeyra Ökten. Dünyada bağlandığı tek aşk Hz. Peygamber (sav)'imizin aşkı. İmam Hatip Liseleri'nin kurulması için insanüstü gayretler gösteren Mahmud Celaleddin Ökten'in kızı, Prof. Sadettin Ökten'in kardeşi olan Ayşe Hümeyra Ökten'le, sosyolog yazar Nevin Meriç'in hazırladığı söyleşi kitap "Dindar Bir Doktor Hanım" Timaş Yayınları'ndan basıldı. Cumhuriyet'in ilk döneminde tıp eğitimi alıp doktor olan, henüz asistanken Kızılay'ın ilk kadın doktor görevlisi olarak hacca giden Ayşe Hümeyra Ökten'in hayatı bu yolculukla değişmiş. Medine'ye bağlanan Ökten 1960 yılından sonra Medine ve İstanbul arasında mekik dokumaya başlamış. Şimdi 85 yaşında olan Ökten, halen dokuz ay Arabistan'da, üç ay İstanbul'da kalıyor. Ayşe Hümeyra Ökten, kendisiyle yapılan bu söyleşide, babasını ve çevresini özel olarak anlatıyor, Mehmed Zahid Kotku, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Ali Ayni, Mahir İz, Nurettin Topçu, gibi bir döneme damgasını vurmuş ilim adamlarının hayatına dair bilinmeyen birçok anekdot aktarıyor.

MEDİNE'YE GİDEMEM DİYE EVLENMEDİ

Yaşamının yarım asrını hastalarına adayan ve tek başına bir vakıf gibi hizmet veren Ayşe Hümeyra Ökten Medine'ye gidip gelemem düşüncesiyle hiç evlenmemiş. Neden evlenmediğini şöyle anlatıyor: "Medine'ye çok bağlanınca evlilik engel olur diye istemedim. Elhamdülillah şimdiye kadar da hiç pişman olmadım. Bir de 'Ben Müslüman hanımım, günüm akşam saat dokuza, ona kadar sokakta geçiyor, böyle evin annesi olur mu? Ben erkek olsam böyle kadını istemem' diye düşünürdüm. Diğer taraftan hastalara gitmesem olmaz, zaten ucuz bakıyorum diye bana geliyorlar. 'Her eve bir anne ama yedi mahalleye de bir doktor lazım, işte o doktor ben olayım' dedim."

ALLAH DEMEK AYIPTI

Öğrenciliği yıllarında Müslüman gözükmenin ayıp olduğunu anlatan Ökten, bazı arkadaşlarının dindar gözükmeyi ikinci sınıf olarak kabul ettiklerini, hatta gizli gizli namaz kılanların bile Allah demeyip, Tanrı kelimesini kullandıklarını söylüyor. Kendisinin de üniversitede okurken başı açıkmış ve namazlarını gizli gizli kılarmış. Okuldan mezun olduktan sonra bir süre Sarıyer Verem Savaş Dispanseri'nde çalışan Ayşe Hümeyra Ökten, Ankara'dan gelen müfettişi şöyle anlatıyor. "Bir gün odamda otururken Ankara Sağlık Bakanlığı'ndan müfettiş geldi. Beni başımda pamuklu eşarpla görünce 'Doktor hanım nerede?' diye sordu. Ben de 'Buyurun efendim' dedim ve dispanseri gezdirdim. Dispanserin nizamından çok memnun oldu, teşekkür ederek ayrıldı. Ankara'ya vereceği raporda başımdaki eşarptan bahsedecek mi diye kaygılanmıştım. Fakat bahsetmemiş, bilakis 'Çalışkan, intizamlı bir doktor hanım' demiş"

SENİN NÖBETİNDE ÖLSEK

Ayşe Hümeyra Ökten'in hatıralarında hastalarıyla olan iyi ilişkileri de var. Hastalara çok hizmet edip, onları memnun ettiği için, hastalarının 'Doktor Hanım, ayağın hacca, Mekke'ye Kabe'ye varsın' diye dua ettiklerini anlatıyor. Hastalar kendisine muayene olmak, hatta onun nöbetinde ölmek istiyorlarmış: "Belli etmeden hastanın başında okurdum. Onun için 'Senin nöbetinde vefat etsek' derlerdi. Bazen hasta vefat eder ama benim hastam değil; hademeler onu soyup aşağıya indirecekler, hemen gider, 'Yavaş olacaksınız, cenazeyi sarsmadan, incitmeden, hırpalamadan yavaş yavaş yapın, yarın biz de bu yatağa yatacağız' derdim. Tabi hastalar bunları duyar, nöbetimde vefat etmek isterlerdi."

MEDİNE'YE GİDEMEZSEM ÖLÜRÜM

Kızılay'la görevli olarak ilk haccına giden Ayşe Hümeyra Ökten başına sardığı buz torbası ile hastalara bakarken 'Ya Rabbi bana her sene hac nasip et, buraya her sene geleyim' diye dua etmiş. Duası kabul olan Ökten, ondan sonra her hacda Arafat'ta olmuş. Arabistan'da oturma izni alan Ökten, bunu kaybetmemek için biri hac mevsiminde olmak üzere yılda iki defa Arabistan'a gider olmuş. Daha sonra babası da Medine'de oturma arzusu duyunca işlerinden istifa ederek Medine'ye yerleşmişler. Anne babası hayatta iken Arabistan'a altı ayda bir gidip bir ay kalıp dönen Ayşe Hümeyra Hanım'a annesi, babası ölüp yalnız kalınca 'Kızım artık gitmesen, çok gidip geldin' demiş. Hümeyra Hanım'ın cevabı ise "Anneciğim hayatta bağlandığım tek yer orası, oradan koparsam hasta olur, yıkılırım' olmuş. Annesi 'Peki git ama çok kalma' demiş ve bir daha da kimse kendisine gitme dememiş.


Emeti Saruhan

Nefsin Terbiyesi  

Posted by Tespih Taneleri... in




Yakın tarihimizin manevi büyüklerinden ve abide şahsiyetlerinden merhum Mehmed Zahid Kotku rahmetullahi aleyh Hocaefendinin, nefsin sıfat ve özelliklerini tanıtmak ve menfi tesirlerinden kurtulmak yollarını göstermek için kaleme aldığı NEFSİN TERBİYESİ adlı eseri, okuyucuların istifadesine sunuldu.

Ona göre nefsi terbiye edip ruhun emrine âmâde hale getirmenin ilk şartı günahları tanıyıp onlardan kaçınmaktır. Bu yüzden kitapta büyük ve küçük günahlar çeşitli kaynaklar esas alınarak sayılmış, kendisine has formatla yeniden sunulmuştur.Eserin bir kısmı kendi el yazıları ile ve bir kısmı da ziyaretçilerinin kâtipliği ile meydana getirilmiştir.

Daha önce çeşitli baskıları yapılan Nefsin Terbiyesi, bu baskısında ciddi anlamda gözden geçirilmiş; bir takım tashih gerektiren kısımlar düzeltilmiş; âyet, hadis, kelâm-ı kibâr ve şiirlerden kaynağı tespit edilebilenlerin kaynağı gösterilmiştir.

Herkesin kesinlikle okuyup, inceleyip hatta ezberlemesi gereken, yasamimizin huzur ve saadet icinde gecmesi konusunda, cocuklarimiza ornek olmamizda on ayak olabilecek bir eser... Istirham ediyorum arkadaslar, bu tavsiyelerimizi lutfen dikkate alin. Gercekten ahirzamanin bu son demlerinde hepimizin ciddi anlamda toparlanmamiza acil ihtiyac var. Korkuyorum arkadaslar, beklenen son umdugumuz gibi olmazsa diye ben cok korkuyorum...

Okuyucunun anlayışını kolaylaştırmak için sayfa içerisinden çıkarılan kimi anlaşılması zor kelime ve kavramların o sayfadaki geçtiği yerde ne anlama geldiği, küçük bir sözlük şeklinde hemen sayfanın kenarında verilmiştir. Eserin meydana getirilmesinde yararlanılan kaynaklar tespit edilerek, haklarında kısa bilgiler verilmiştir. Istifadelerinize sunulur...

Çimenler ve Çocuklar  

Posted by Tespih Taneleri... in




YETMİŞALTINCI YAŞ GÜNÜNDE, ihtiyar ilkokul öğretmenimi ziyarete gitmiştim. Karısı ile birlikte bahçedeydi. Öğretmenim çimenleri suluyor, karısı da çiçek saksılarının toprağını değiştiriyordu.Beni gördükten sonra, işlerine ara verdiler. Hava güneşliydi. Bahçedeki masanın etrafında oturmayı tercih ettik. Sohbete dalmışken, öğretmenimin bir komşusu gelip civardaki çocukların zaman zaman bu çimenlerin üzerinde top oynadıklarını haber verdi.

“Bunlara sakın yüz vermeyin” dedi. “Bu şartlar altında çimen yetiştiremezsiniz.”Öğretmenim, ona şu güzel cevabı verdi:

“Zararı yok efendim. Bence çocuk yetiştirmek, çimen yetiştirmekten daha önemli.”




İsmail Örgen

Bizim zamanimizda diye baslayan cumlelere alisiksiniz muhtemelen... Ancak nasil geldik bilmiyorum ama oyle bir hale geldi ki gercekten bizim zamanimizda demeden gecilmiyor sanki... Bizim zamanimizda buyumek daha kolaydi sanki... Sartlar zordu belki, hic birseye bu kadar rahat ulasilamiyorduk belki, her istedigimiz olmuyordu belki, hatta kucucuk bir odacikta bir kac kisi kalmak zorunda idik belki, hatta gidecek, gezecek ne yerimiz ne de paramiz vardi belki...Bunlari daha da cogaltabiliriz lakin mutluyduk, her isimizi kendimiz yapabiliyorduk... Annemizden babamizdan sikismadikca bir sey istemeye utanirdik Ya Hu!
Kucucuk bahcelerde, kalabalik icinde, kendi yaptigimiz oyuncaklarla cokta paylasimci bir sekilde oynuyorduk...:)) Sanki butun dunyada bizden baska cocuk yok gibi...
Evlerimizin etrafinda ki cimenliklerde kosarken, yoruldugumuz da, taze sogan, ekmek ve tuz ile piknik yaparken ki birbirimizden aldigimiz o haz tarifsiz zenginlikmis meger... Yok yok biz simdiki cocuklara nazaran cok mutluymusuz. Teknolojik herseyden uzak, yasamisiz cocuklugumuzu hamdolsun... Simdi cocuklarimiz bir karis cimenden mahrum buyuyorlar malesef...
Bir de soyle yazilara cok rastliyorsunuzdur...Lutfen cimenlere basmayiniz... Bende diyorum ki lutfen cocuklarimiz biraz cimen bulmusken oynasinlar, yuvarlansinlar, biraz da boyle mutlu olsunlar...Sevgilerimle

Osmanlı Padişahları Birer Söz Sultanıydı...  

Posted by Tespih Taneleri... in

osmanlı resimleri


Osmanlı Hanedanı'nın kültür seviyesinin ilmî ve edebî vechesinin ne boyutta olduğuna bir misâl vermek istiyorum bugun. Sırf manzum yazışmalardan seçtiğim şu bir tanesini arzediyor yorumu okuyucuya bırakıyorum. Ârif olana bir işâret kâfî.
Osmanli hakkinda cok seyler yazilip ciziliyor velakin tarih ortada Ya hu! Gercekler Hakk'in yaninda gizli kayitlar arasinda da olsa herkesin verecegi bir hesap gunu vardir elbet...
Helallesecegimiz buyuk gun...
Onlarin yetismeleri, kultur seviyeleri, basarilari, terbiye ve ahlak guzellikleri vs. alenen ortada dahi olsa, insanlar hep gormek istediklerini, duymak istediklerini tercih ediyorlar...
Kim ne derse desin Osmanli iste bu...

KANUNİ VE BAYEZİD'İN NAZİRELERİ

Şehzade Bayezid babası Kanuni Süleyman'a veliahtlık meselesinde isyan edince Kanuni Sultan Süleyman Han oğlu Bayezid'i kovuyor. Pişman olan Bayezid babasına bir nazım yolluyor.

Baba ile oğul arasındaki bu nazirelerden bir bukle:

"Ey serâser âleme (bütün cihana) sultan Süleymanım baba


Tende canım, canımın içinde cânânım baba


Bayezidine kıyarmısın benim canım baba


Bî günâhım (günahsızım) Hak bilir devletlü sultanım baba


Sanki mecnûnum bana dağlar başı oldu durak


Ayrılıp bil cümle mâl-ü mülkten düştüm ırak


Dökerim gözyaşını vâ hasretâ dârül-firâk (vah ayrılık hasretine)


Bî günâhım Hak bilir devletlü sultanım baba


Bir nice mâsumum olduğun şehâ bilmez misin


Anların kanına girmekten hazer kılmaz mısın (sakınmazmısın)


Yoksa ben kulunla Hak dergâhına varmaz mısın


Bî günâhım Hak bilir devletlü sultanım baba


Kânûni Sultan Süleyman'dan Şehzâde Bayezid'e ise şöyle bir cevap:gider

"Ey demâdem (bâzen) mazhar-ı tuğyân-u isyânım (baş kaldıran) oğul


Takmayan boynuna hergiz (aslâ) tavk-ı fermânım (ferman tasmasını) oğul


Ben kıyar mıydım sana hiç Hânım oğul


Bî günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul


Rahm-ü şefkat zîb-ü îman (iman süsü) olduğun bilmez misin


Ya dem-i mâsumu (masum kanı) dökmeden hazer kılmaz mısın (çekinmezmisin)


Abd-i âzâd (bağışlanmış kul) ile hak dergâhına varmaz mısın


Bî günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul


Tutalım iki elin baştan başa kanda ola


Çünki istiğfâr edersin biz de affetsek nola


Bayezidim suçunu bağışlarım gelsen yola


Bî günâhım deme bâri tevbe kıl cânım oğul"

Fazla söze ne hâcet. Her şey ortada. Yine ecdâdın dediği gibi diyelim: "Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmdır." (Sultanların sözleri, sözlerin sultanıdır)
Ne kadar hos, ne kadar nazenin, ne kadar da incelermis degil mi?
Kur'an ve sunnet guzegahinda ilerleyince zaten baska ne umulur ki?

Derin Sevdalar...  

Posted by Tespih Taneleri... in



                                         Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor.


                                         Derin denizleri ise ancak derin sevdalar..


                                    Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor.


                                        Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…





                                                             Şems-i Tebrizî

Ne o sende mi şikayetçisin nefsin elinden?  

Posted by Tespih Taneleri... in





...İmdi her kim imân eder ve nefsini ıslah ederse artık onlar için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. [En'âm, 48]


Nefs elinden âvâreyim


Hırs elinden bîçâreyim


Gayrı kime yalvarayım


Al gönlümü senden yana

Dâim sen ol dilde sözüm


Seni fikreylesin özüm


Gayriye bakmasın gözüm


Al gönlümü senden yana


Ey latîf canım! Ey benim cihânım! Şu ağır uykudan seni uyandıracağım. Ey aşka talib olan! Kalk hadi artık, hem acele et biraz. Bak su sesi geliyor. Sen susuzsun ve uyuyorsun. Utanmadan, sıkılmadan senden borcumu isteyeceğim. Sen de bilirsin ki, ben, her Cuma kapınıza dayanan aman bilmez, insafsız bir alacaklıyım.


Sendeki seni, O'na varmana mâni olan ben(liğ)i haber vermeye geldim. Hiç gam yeme, ben senin gönlünde toz görürsem onu gözyaşlarımla yıkar, temizlerim. Ne o sende mi şikayetçisin nefsin elinden?!


Neden şekvâ bu nefsinden revâ mı bilmemek kıymet

Hüday-ı Zülcelal'dendir sana o pek büyük nimet...

Yitirdiğimiz Değerlerimiz  

Posted by Tespih Taneleri... in

ImageShack, share photos, pictures, free image hosting, free video hosting, image hosting, video hosting, photo image hosting site, video hosting site





Son on yıl hem ülkemiz hem de dünya açısından çok hızlı bir kirlenmeye neden oldu.

Bilgisayar ve iletişim çağı tüm mahremlerimizi, manevi değerlerimizi elimizden almaya başladı.

Gözümüzden sakındığımız bizi biz yaptığına inandığımız ahlak, dürüstlük, sevgi, saygı gibi kavramlar içi boş

birer kelime olmaktan öteye geçemez hale geldi.
Ağzımızın söylediğini yüreğimize söyletemiyoruz.


Gönül yaramıza derman bulamıyoruz.


Gönlümüzde ve yüreğimizde başlayan, oradan hayatımıza yayılan bu hastalıklar güzel dünyamızı kirletiyor.


Ruhumuz kirleniyor.


Eskiler hep dürüstlükleri, sadakati anlatırlardı.


Ahde vefanın ne değerli bir haslet olduğundan bahsederlerdi.


Saygının, sevginin hayatlarına kattığı manevi güzellikleri saya saya bitiremezlerdi.


Bir kuru ekmeği bölüp muhabbetle yediklerini gururla söylerlerdi.


Şimdi bu güzellikleri aramak için bir muma bile muhtacız.


Ummanda rotasını kaybetmiş, kağıttan gemiler gibi bir oyana, bir bu yana sürüklenip gidiyoruz.

Toplum büyük bir buhranın eşiğinde
Geceler bile kirlerimizi, günahlarımızı örtemiyor.


Yüreklerimizdeki inanç pırıltıları birer birer sönüyor.


İçimiz zifiri karanlıklar gibi, küçücük bir kıvılcıma bile hasret.


Bir kıvılcım…


Bir yürek sızısı…


İçten bir tövbe…

Ve kendine geliş…

Yeniden diriliş…


Yeniden ayağa kalkış…


Haydi! Ey sokak…


Haydi! Ey şehir…


Haydi! Ey insan…

Kainatın en şereflisi.


Titre tefekkürünü kuşan.


Ve aslına dön.
Kirlerinden arın…


Tüm kötülüklerini, seni kötüye götürenleri terk et.

İyiliklere ram ol.


Her an her saniye kutsal kitabın sorduğu soruyu sor kendine;


NEREYE BU GİDİŞ?



Zafer Sevil

Artik hayat siyah beyaz...

Biz mi Meslek Sahibi Olduk Yoksa Meslekler mi Bize Sahip?  

Posted by Tespih Taneleri... in



Benliğimle baş başa geçirdiğim her an, üzerime bir kum tanesi düşüyor. Kabul! Savaşı ‘meslek ilkeleri’ kazandı, hayaller kaybetti…Yok işyerine zamanında yetişeyim, aman trafik olmasın da azar işitmeyeyim, hazır fırsat bulup yemek arasında dışarıya çıkmışken bankadaki işlerimi de halledeyim derken hava kararmaya başladı ve günün sonuna geldik yine. Hoşçakalın sevgili mesai arkadaşlarım, yarın aynı saat diliminde, aynı koordinatlarda ve aynı meseleleri görüşmek üzere…
Çok şükür! Bir adım, bir adım daha ve nihayet son adımda kapının önündeyim, hâliyle nefes nefeseyim. Kim bilir kaç kez aşındırmışımdır bu basamakları, kim bilir kaç kez yakınlaştırmışlardır beni evime ya da azar azar uzaklaştırmışlardır hedeflerimden. Henüz karar veremedim; bu nedenle onlara minnet mi duymalıyım yoksa hiddetlenmeli miyim?

Çantamın içinde benimle saklambaç oynamaktan zevk alan anahtarımı, köşede sobelemeyi başardıktan sonra nihayet evin içine girebildim. Koltuğa boylu boyuna uzandım ama bir türlü rahatlayamadım, kaslarım kaskatı sanki ayaklarımda hâlâ ayakkabı varmış gibi. Tik tak, tik tak…Off!
Yine sıkmaya başladı. Bir an önce kurtulmak istiyorum, bileğimi çepeçevre saran saat kordonundan.Gündüzleri, kolumda saat var mı, yok mu farkında bile değilim, nedense akşamları rahatsız ediyor, varlığı beni. Deri kayışından çekerek, gözümden en uzak yere bırakmak istiyorum.
Ne ard arda dizili rakamları, ne akrebi ne de yelkovanı göresim var.Vakitten de dakiklikten de arınmalıyım artık…Bugün nasıldı? Diğerlerinden farklı mıydı? Bilmem… Yine oradan oraya koşturdum durdum işte!Birkaç telefon görüşmesi yaptım.Hımm! Bir de ajandama kayıtlı yapılacaklar listesine, çizik attım.Bunların hepsi kendim içindi, başkaları adına ise… Elde var, kocaman sıfır!

Farkındayım, günler geçip giderken, ideallerim yavaş yavaş buharlaşıp gidiyor.Yıllar boyunca didindim durdum, meslek sahibi olabilmek için… İlkokuldu, liseydi, üniversiteydi derken sonuçta ne oldu?
Meslek mi bana sahip oldu, yoksa ben mi meslek sahibi oldum? Mutlu değilim çünkü küçükken onlara bakarak ‘Büyüyünce asla böyle olmayacağım!’ dediğim insanlara benziyorum gün be gün.Nedense çocuklara karşı fazla hoşgörülü değilim.Küçükken benim gibi davrananlara çok kızardım, onlar yüzünden hep ağlardım.Eskiden daha cesaretliydim, daha duyarlıydım, daha iyi niyetli ve hareketliydim.Oysa…
Yaşım ilerledikçe, daha dar alanlarda hareket etmekteyim.Her an, evet, benliğimle baş başa geçirdiğim her an, üzerime bir kum tanesi düşüyor.Ağırlaşan bedenimin içinde, ruhum giderek durağanlaşıyor.Maalesef kolay yolu seçtim yani enerjimi, dertlerime, ihtiyaçlarıma hapsettim.Kendim ettim, kendim buldum.Bu yüzden asla şikâyet etmemeliyim.Celladım, aynadaki suretim…

Kabul! Savaşı ‘meslek ilkeleri’ kazandı, hayaller kaybetti. Üzerimdeki kum tanelerinin sayısı zaman içinde çoğalırken, bakışlarım, yüzümdeki ifade değişti.‘Böyle mi olacaktı?’ şarkısının tınısı hep kulağımda, Sistemin içine hapsolduktan sonra her şeyi bırakıp gitmek sanıldığı gibi kolay değil…Sakın! Sakın ola pes ettiğimi zannetmeyin. Evet, kolaycılığı seçtim ama hâlâ zor olanın peşindeyim.
Görürsünüz, bu bedeni terk ederek, başkaları için yaşayacağım. Ne zaman mı?İlk fırsatta, yolumun üzerindeki ilk durakta inip ciğerlerime derin bir nefes çektikten sonra YENİDEN BAŞLAYACAĞIM.

Melda Bekcan

Sultan Olmak Boyle Birsey iste!  

Posted by Tespih Taneleri... in





Bir Selçuklu sultanı Mevlânâ'yı ziyarete gelmişti. Çevresindekilerin derin saygılarını görünce :

-Efendi Hazretleri dedi, sizin sultanlığınız bizim sultanlığımızdan ileridedir!. Mevlânâ :

-Öyledir dedi, sizin sultanlığınız dünyada biter, bizim sultanlığımız ahirette başlar.

Ates-i Ask ile Yansin Bu Gece Gonuller...  

Posted by Tespih Taneleri... in

ImageShack, share photos of kandil, kandil kartları, kandil resimleri, e-kart, share pictures of kandil, kandil kartları, kandil resimleri, e-kart, share video of kandil, kandil kartları, kandil resimleri, e-kart, free image hosting, free video hosting, image hosting, video hosting.


Akşamların ardında sabahın sesi var


Kışlarda da bir gizli bahar müjdesi var


Vuslatların ardında ne var, sorma fakat


Hicranda senin vuslatının hissesi var!

Ay yüzlü sevgili gelince, canın ne değeri kalır, onun yanında can kim oluyor?
Gün doğunca, artık gece bekçisinin işi bitmiştir; ona gerek yok! Ayın aylık etmesi, ışıklar saçması, gökyüzünde rahatça dolaşıp durması için güneş ona lütufta bulunur, geceleri kendini gizler, görünmez olur!
Ey gönül! Sen de bu dünya evinden kaç git; bu kirli ev, seni rahatsız ediyor, seni sıkıyor!
Aslında bu ev, bizim evimiz değildir; bu ev bize yabancıdır! Aklını başına al da, döşemesi gökyüzü olan bir gül bahçesine, bir eyvana git!
Bu dünya, yaşanacak bir yer değildir!
Bu dünyada birbirleri ile savaşan insanlar ki barıştıkları zaman bile, gönülleri kinlerle doludur. Bu dünyanın sabahı bile yalancıdır! Çünkü, sabahının arkasında gece gizlenmiştir; burada sonsuz sabah yoktur!
Dünyanın bu çeşit aldatıcı sabahları Hakk yolunda yürüyüp giden kervanları helak edegelmiştir!

Ey Rabbimiz, Gece ve gündüzden oluşan vakitlerimizi zikrinle canlandır, bizi kendi yolunda, hizmetinde tut ve amellerimizi kabul gören, rağbet edilenlerden eyle öylesine ki artık bütün amellerimiz ve zikirlerimiz tek zikir şekline dönüşsün ve bütün hallerimiz senin hoşnutluğunda, senin hizmetinde geçsin ta ki bir ucu cennet ve cemâline varana dek...


Ey Rabbimiz bizleri yalancı dünyanın, imtihan tecellîleri karşısında ihlâsını koruyan, firâset ve basîret sâhibi, takvâ ehli âşık-ı sâdık kullarından eyle! Dünya ve ukbâyı sâlih kullarına gösterdin gibi hakîkî yüzüyle görebilmemizi, her hâlükârda kalben âhirete dönebilmemizi lutf u kereminle ihsân eyle!


Ey dileyenlerin imdadına yetişen! Ey sadık kalplerin dostu! Ve ey alemlerin Rabbi! Ey ismi deva, zikri şifa ve itaati zenginlik olan! Sermayesi ümit ve silahı ağlamak olan bizlere merhamet eyle...

Mevlam ateş-i aşkınızı ziyâde eylesin

Gam ve telaş sizlerden uzak olsun da huzur bulasınız efendim...

Dualar da bulusmak umidi ile...

Mevlid Kandiliniz Mubarek Olsun...

Guzelligin Bahari Olan Sevgili'ye...  

Posted by Tespih Taneleri... in



Ey güzelliğin baharı olan sevgili, sen gel, mevsimlerin aslı sensin.

Gel de, birbirine zıt olan bütün mevsimler yansın, yok olsun.


Hükmünü yürütsün, dünyada yalnız ilkbahar kalsın.

Hz. Mevlâna

Ne guzel soylemis Mevlana hazretleri... Hukmunu yurutsun, dunyada yalniz ilkbahar kalsin...
Ben cok etkilendim bu satirlardan...
Uzerinde dusunurseniz eminim sizi de dokunacaktir...
Guzeller guzelinin dogum gunune cok az bir zaman kaldi..
Gunlerdir dusunuyordum nasil bir hediye hazirlasam da gondersem diye...
Her gun cocuklarla beraber okuyup gonderiyoruz ama daha baska bir sey...
Daha farkli bir sey ne olabilirdi ki?
Icimden devamli muhabbet misralari geciyor...
Kagida dokuyorum olmuyor, begenmiyorum...
Agliyorum, yas degil kan aksin gozumden istiyorum...
Nasil anlatsam ne yapsam da O'nu ne kadar cok sevdigimi ifade edebilsem...
Kendi kendime konusmaya basladim bir umit...
Ama yok yok, O beni duyuyordur...

Gullerin Sultani, Cihan Padisahi, Canim Efendim...
Seni cok seviyorum ve dogum gununu kutluyorum...
Sana bir can degil, bin can feda olsun...
Efendim Seni yasamak istiyorum
Ama hersey Senden o kadar uzak ki... Uzuluyorum...
Herkes Senden bi'haber
Sana yakin olani istiyorum...
Dualarim Seninle Efendim...
Sen varsan zaten o dua makbuldur...
Sen Efendim, sadece Sen...
Sen ol yeter...
Seni seviyorum ve dogum gununu kutluyorum...

Kimlerin dogum gunlerini, kim bilir ne surprizlerle kutluyoruz... Organizasyonlar, hazirliklar, davetler, hediyeler sunlar bunlar...Rahmet peygamberi Hz. Muhammed(sav)'in duasiyla su an bir cok nimetin icinde rahat rahat yasiyoruz. O, hic aklimiza gelmeden...
Allah'in Habib'im dedigi, Rasul'um dedigi guzeller guzeli icin nasil bir hediye hazirladiniz?
Gecen bir sohbette bir arkadas uc gun icinde on bin salavati serife okumus ve daha hala ''okuyayim mi?''
diye soruyordu. Mevlud kandilinde hediye edecekmis...:) Peki ya siz?
Nacizane bir hatirlatma, bu konuda ki umursamazlik bana cok dokunuyor...Sevgilerimle

Ümmü Eymen  

Posted by Tespih Taneleri... in



Ümmü Eymen, Peygamberimizin babasının cariyesiydi, Efendimizin babası vefat ettikten sonra efendimizin bakımını o üstlenmiştir. Peygamberimizin annesi vefat ettikten sonra onu alıp ve Mekke'ye götürmüş ve dedesi Abdulmuttalibe teslim etmiştir.
Kendisi de burada kalmış ve efendimizin bakımını üstlenmiştir.Efendimiz büyüdüğünde Ümmü Eymen azad edilmiştir. Efendimiz onu gördüğünde "Ailemden sadece bu hatıra kaldı" buyurmuştur. Ümmü Eymen önce Mekke'ye oradan da Habeşistan'a oradan da Medine ye hicret etmiştir.
Ümmü Eymen'in ilk eşi, Ubeyd ibn zeyddir. Peygamberimiz kendisine çok değer vermiş ve ondan övgüyle bahsetmiştir. Ubeyd Huneyn gazvesinde şehit olunca Ümmü Eymen dul kalmış ama metanetini korumuştur.

Bir gün efendimiz ashabı ile otururken, yanına Ümmü Eymen gelmiş Ümmü Eymen oradan ayrıldıktan sonra, efendimiz "kim cennetlik bir hanımla evlenmek istiyorsa Ümmü Eymen ile evlensin" demiştir. Bunun üzerine Zeyd bin Harise (r.a) onunla evlenmiştir. Hz. Hatice validemiz de bir düğün ziyafeti vermiş ve evlilikten Useme doğmuştur.Bir gün Ümmü Eymen, Efendimizden deve istemiştir. Allah Resulu, "sana bir deve yavrusu vereceğim" deyince, kadın " yavru alıp da ne yapacağım? Dedi. Bunun üzerine Efendimiz ne kadar deve varsa hepsi deve yavrusu değil mi? Dedi...
Rivayete göre, Ümmü Eymen hicret ederken, Ravha'ya varamadan Munsaraf isimli yerde akşam oldu. Susamıştı ama yanında su yoktu. Aynı zamanda oruçluydu. Susuzluk onu çok daraltmıştı. Tam o daraldığı esnada, gökten beyaz ipe bağlı bir koca su indi. Suyu aldı kana kana içti. Ümmü Eymen der ki, bu hadiseden sonra susuzluk çekmedim, yazın en sıcak günlerinde bile oruç tuttum ama o suyu içtikten sonra hiç susuzluktan yakınmadım.

Efendimiz, Ümmü eymen, annemden sonra annemdir demiştir.

Artik Gitme Zamani Geldi !  

Posted by Tespih Taneleri... in




- Bir ara rahatsızlanan Mevlânâ, 'Artık gitme zamanı geldi!' diye söyleniyordu.

Hanımı, 'Aman efendi dedi, ne gitmesi, ağzını hayra aç, dileriz Rabb'imiz sana daha yüzlerce sene ömür versin.' Bu temenni karşısında sesini yükselten Mevlânâ şöyle ikazda bulundu :

-Hanım, biz firavun muyuz, Nemrut muyuz ki yüzlerce sene ömür istiyorsun bizim için?

Biz şu dünya hapishanesinden kurtularak Sultan-ı Enbiya'nın meclis-i münevverine davet edilmeyi her an müjdeli bir haber gibi bekliyoruz. Bizi burada kalmaya razı eden tek şey, istidadı olanlar için yapmaya çalıştığımız iman hizmetinden başkası değildir. Yoksa bu imtihan dünyası oraya nispetle tercih edilerek kalınacak bir yer değildir.

Hic olmeyecekmisiz gibi yasiyoruz degil mi? Halbuki yasimiza baktigimizda cok fazla omrumuz kalmadi... Ne kadar uzun yasarsak yasayalim yine de bulusacagimiz yer belli...Yolun sonu belli... Peki ne kadar hazirlikliyiz bu neticeye? Ara sira kendi nefsimizle basbasa kalip hayatin getirelerine ya da bizden neler goturdugune, hatta her daim ne ile mesgul oldugumuza bir bakalim ve silkelenelim insallah... Biz Hazreti Mevlana gibi olumu hasretle bekyenlerdenmiyiz ki bu kadar rahatiz?
Dularda birbirimizi unutmayalim...
Gitme zamanimiz gelmeden...
Hayirli Cuma'lar arkadaslar...

Tesbihin Anlami Cekenin Gonlunde Gizlidir ...  

Posted by Tespih Taneleri... in


Merhaba dostlarim; gecenlerde bana tesbihle ilgili cok guzel bir mail geldi. Sizlerle hemen paylasmayi arzu ettim cunku unutulmak uzere hatta cogu insanimiz tarafindan bilinmeyen bir zanaat tesbih ustaligi...
Ben tesbihleri kendimi bildim bileli cok severim ve her zaman elime gecen tesbihleri saklarim... Tesbih dedin mi zikir gelirdi ki aklima bu hayatimda en cok olmasini istedigim sey...Bir arkadasima hediye alacak olsam oncelikle aklima gelen sey tesbih... ( Bazen de kiyamam ya..:) ) Tesbihin manasi cok derindir... Tesbih sadece sirali boncuk ya da taslardan ibaret degildir... Her zaman merak etmisimdir tesbihlerin tesbih olana kadar ki olusum surecini... Ben zevkle okudum bu roportaji sizlerinde keyif alacaginiza inaniyorum...
Tesbihler guzeldir ve bence her zaman en guzeli temsil ederler...
Tesbihin anlami cekenin gonlunde gizlidir ayrica...

Günümüz tesbih zanaatının önemli temsilcilerinden Nurettin Küçükokka ile tesbih ve tesbihçilik üzerine sohbet ettik.

Tesbih, asırlar boyunca dilden dile gönülden gönüle aktarılan dualarda önemli bir kültür mirası öğesi olarak her zaman yer alır…İslâm-Türk medeniyetinde tesbih, kültür motifi ve dua aracı olarak önemli bir kilometre taşı olma hüviyetine sahiptir.Gönüllerinde her daim ukba iklimine yönelik açık kapılar bulunan mümin ve mütevekkil tesbih ustalarımız, asırlar boyunca tesbih yapımını, eskimez medeniyetimizin bir sanat konusu hâline getirmiştir.Yine, yüzyıllar boyunca tesbih ustalarının parmakları arasından dökülen dua taneleri, şüphesiz önce inanç sahiplerinin, daha sonra da ticari ya da gayrı ticari koleksiyonerlerin vazgeçemediği bir unsur olagelmiş; yürekleri duadan incelmiş Hakk erleri her daim tesbihine sahip çıkmıştır!Hemen herkesin evinde birkaç tane 99'luk; yine birkaç tane 33’lük tesbih bulunur… Zikirle özel meşguliyeti olanların ise 500'lük, 1000'lik tesbihleri parmaklarının ucunda asılı durur…Tesbih yapımında cam, değerli taşlar, kehribar, yılanağacı, narçıl, abanoz, fildişi, mercan, sedef, inci, kaplumbağa kabuğu, mors balığı dişi, balina kemiği gibi birbirinden kıymetli malzemeler kullanılır.Her bir tesbih, ustasından izler taşır. Ve her bir tesbihin imamesi, durağı, tepeliği, pulu, kamçısı birbirinden farklıdır. Bazı imamelerde kişinin mesleğinin ipuçları gizlidir. Tesbih taneleri arasında dizilen duraklar, nişaneler, pullar; tesbihin başlama ile bitiş noktası arasına konuşlandırılan imameler birer sanat eseri gibidir…

Nurettin Bey sizi tanıyabilir miyiz?

1968 yılında Konya’da doğmuşum. Evliyim. 3 çocuğum var. Tesbih ustasıyım. Tesbih çekerim. Buradaki “çekmek” fiili yapmak, imal etmek manasındadır. İslam-Türk sanatlarını severim. Bir zaman, tesbih zanaatına meraklandım. O gün bugündür tesbihle meşgul oluyorum.

Tesbih sizde nasıl bir çağrışım yapıyor?

Tesbih deyince zikir, zikir deyince tesbih akla gelir. En azından benim için bu böyle…Tespih bir kültürdür. Bugün tesbih ustalığı unutulmak üzere olan bir zanaat.Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan kültür mirasları arasında bulunan, ipe sarılan zarif dua tanelerine sahip çıkmaya çalışıyorum. ( Ne kadar guzel ifade etmis usta...)
Tesbih ustalığına nasıl başladınız?

Küçüklüğümde bir tesbih geçti elime. Tesbihin ipini değiştirmek istedim. Uzun bir süre uğraştım fakat ipi değiştirmeye muvaffak olamadım. Bu durum bende zamanla tesbihe karşı merak uyandırdı. Tesbihi ipe nasıl dizebilirim diye günlerce düşündüm. Ustalarını araştırmaya başladım. Daha sonra duydum ki İstanbul’da Muzaffer Usta isimli bir tesbihçi varmış. Gittim, Muzaffer Usta’yı buldum ve ona çırak oldum. O zamanlar tesbih çıraklığında ücret diye bir şey yoktu. Ücretsiz çalışıyorduk. Tesbih zanaatına işte böyle başladım.
Tornanızdan geçen tesbihlerde hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?

Tesbihlerimde kehribar, fildişi, balık dişi, mors balığı dişi, abanoz ağacı, yılanağacı, gül ağacı, maun ağacı, tik ağacı, oltu taşı, akik, mercan, bağa (deniz kaplumbağası) kabuğu, sedef ve şu anda isimlerini hatırlayamadığım yüzlerce malzeme kullanıyorum.

Saydığınız malzemeler arasında ağaç da var, değerli taşlar da balık dişleri de kaplumbağa kabukları da... Bu kadar malzemeyi nasıl ve nereden temin ediyorsunuz?

Malzemelerimizin çoğunluğu yurt dışından temin edilmekle birlikte yurt içinden de bulduğumuz malzemeler vardır.
Deniz kaplumbağası kabuğu nasıl elde ediliyor?

Büyük deniz kaplumbağaları Kızıldeniz’de yaşıyor. Kızıldeniz’de yaşayan büyük deniz kaplumbağaları bir yerlere çarpınca darbe alıp ölüyor ve karaya vuruyor. Kabukları böylelikle temin ediliyor.Deniz kaplumbağasının kabuk rengi çok güzel olduğu için biz tesbihte kullanıyoruz, Amerikalılar da bunu gözlük çerçevesinde kullanıyor.

En çok hangi malzemeden tesbih tercih ediliyor?

Kehribar çok tercih edilen bir malzeme… Ben de en çok kehribarı işlemeyi seviyorum.

Kehribarı bu kadar tercih ettiren özellik nedir?

Kehribar, uzun sürede oluşan bir fosildir aslında. Daha çok Baltık ülkelerinde büyük çam ağaçlarının ürettiği sıvıdan meydana geliyor. Çam ağaçlarının sıvıları yere damla damla dökülüyor. Uzun yıllar geçtikten sonra o damlalar kehribar oluyor. Araştırmacılar, kehribarın oluşumunda binlerce yıldan bahsediyor. Kehribarın kendine özgü çok güzel bir çam kokusu var…Büyük kehribar parçalarını kesiyoruz. İçinden limon sarısı renginde kehribar parçacıkları çıkıyor. Bu parçalardan tesbih yapıyoruz. Çok enteresandır. 5 sene sonra kehribar renk değiştirmeye başlıyor ve netice itibarıyla 15 yılda kendi ana rengine dönüşüyor.
Tesbihin taştan ipe dizilinceye kadar geçirdiği süreci anlatır mısınız?

Sözü fazla uzatmaya hacet yok! Kısaca arz edeyim. Önce gelen malzemeyi tornadan geçirip şekil veriyorum. Türlü türlü şekiller… Daha sonrada her bir tesbih tanesini cilalayıp parlatarak ipe diziyorum.
Tesbih yapım tekniklerinden de biraz bahseder misiniz?

Tesbihçilikte sanat ve estetik iç içedir. Elips tane, sığırcık tane, arpa tane gibi farklı şekillerde tesbih yapım teknikleri var. Her bir tesbih tekniğinin dikkat edilmesi gereken incelikleri vardır. İmame ve duraklar da aynı tekniklerle yapılır.
Tesbih yaparken nelere dikkat etmek gerekir?

Moraliniz bozuk olduğu demlerde tesbih yaparsanız o zaman o tornadan çıkan tesbihler de bozuk ve yamuk olur… Moralinizin yerinde olması gerekir. Ayrıca maddi ve manevi olarak da çok iyi olmanız lazımdır.
Normal bir tesbih kaç günde çıkar?

Tesbih ustası, parayı düşünmezse elinden normal bir tesbih 3 günde çıkar. Parayı düşünürse bir tesbihi bir günde de çıkarır. Ama erbabı, bunu bilir. Ustasının elinden bir günde çıkanla 3 günde çıkan tesbih belli olur. Bu husus çok önemlidir. Usta, tesbihine ne kadar güzellik katmak istiyorsa o kadar uğraşır. Ama iyi bir tesbih üç günden aşağı olmaz.
Söz gelimi, 99'luk bir mors balığı dişi tesbihini ne kadar zamanda çekiyorsunuz?

Yaklaşık 10-12 günde yapabiliyorum.

Sabır işi yani…

Evet, tesbih yapmak sabır işidir. Mücerrebattandır… Sabır, tevekkül ve azimle birleşince karşınıza güzel eserler çıkacaktır.
Türkiye'de kaç tesbih ustası var? Tesbihçilerimizin yoğun olarak bulunduğu belli bölgeler var mı?

Benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de tesbihçiliği bihakkın icra eden 30 civarında usta var… Ve en iyi tesbih ustaları İstanbul’da yaşamaktadır.

Her bir tesbih, ustasından izler taşır. Her bir tesbihin imamesi, durağı, tepeliği, pulu, kamçısı birbirinden farklı. Sizin tesbihlerinizin alâmetifarikası nedir?

Bu, direkt olarak cevap verilemeyecek kadar zor bir soru! Bunu diğer ustalara sormak daha iyi olur diye düşünüyorum. Bununla birlikte tesbihçilikte imame önemlidir. Hem ham malzeme olarak bulması zor, hem de işlenirken kırılma riski en büyük parçadır imame. Dolayısı ile işçiliği değerlendirirken imameye bakmak gerekir. Mesela üstü halkalı imameyi bizdeki ustalar haricinde kimse yapamaz diyebilirim.
Tornanızdan çıkan bir tesbihi elinize aldığınızda ne düşünürsünüz? Şimdiye kadar kaç tesbih yaptınız? Sayısını biliyor musunuz?

Bir odun parçasını elinize alıyorsunuz, tornada şekil verip tesbih haline getiriyorsunuz. Bir tesbihi yaptıktan sonra bütün yorgunluğum bitiyor. Tesbihi tamamlayınca huzur buluyorum. Yüzlerce, binlerce tesbih yaptım diyebilirim… Tesbihimi nerede görsem hemen tanırım.

Çok özel görüp de kendiniz için ayırdığınız tesbihler var mı? Siz de tesbih biriktiriyor musunuz?

Kendim için ayırdıklarım tabii ki var. Ben de beğenip güzel bulduğum tesbihleri kendim için ayırıyorum. Ve bunları hatıra olarak koleksiyonumda saklıyorum.

Türkiye’de tespihçiliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Maalesef pek iyi görmüyorum. Şu anda Türkiye’de tabir caizse tesbih işçiliği ölmüş durumda, ya da can çekişiyor. Türkiye’de tesbihten anlayan ve ona kıymet veren usta sayısı çok az. Şimdi her şey ucuz olsun isteniyor. Az önce de anlattım. Bir tesbihin yapımı günler sürüyor… Çin dâhil, Suriye, İran, bu işin fabrikasyon üretimine başladı. El yapımı tesbihlerin sahteleri yapılıyor.

Çırak yetiştiriyor musunuz?

Türkiye’de artık usta yetişmiyor. Sanatkâr yetişmiyor. O kadar sabırlı insanlar bulamadığım için tesbih çırağı yetiştiremiyorum. Kimse yıllarını tesbih işçiliğine vermek istemiyor. İnsanlarımız ne hikmetse hazıra alışmış.

Son olarak tesbih sevdalılarına neler söylemek istersiniz?

Günün birinde bir derviş, bir kucak dolusu elmayla bayırları aşan bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kızın. 'Nereye gidersin ve ne doldurdun kucağına?' diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız. 'Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.' 'Kaç tane?' diye soruvermiş derviş laf olsun diye. Kız durmuş ve şaşkın şaşkın demiş ki: 'İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?' Usulca koparıvermiş elindeki tesbihin ipini derviş...

Nurettin Ustam değerli vakitlerinizi ayırdınız. Teşekkür ederiz.

Ne demek efendim. Ben teşekkür ederim.


Röportaj: İbrahim Ethem Gören

Haramlar Pisliktir...  

Posted by Tespih Taneleri... in

Merhume ve mağfure Semiha Ayverdi Hanımefendi'nin "Küplüce'deki Köşk" adlı kitabını ilk defa lise yıllarımda Rahmetli Edebiyat öğretmenimin verdiği ödev gereği okumuştum. O zamanlarda da çok dikkatimi çekmişti bu kitap. Okuyucularıma tavsiye ediyorum: Bu kitabı mutlaka okusunlar.Bir müddet önce "Küplüce'deki Köşk"ü yeniden okudum. İlk defa okuduğumda altını çizdiğim bir bölümü buradan nakletmek istiyorum. 192'nci sahifede deniyor ki:
"... Gayr-i meşru (haram) yollardan temin edilmiş bir refah, vatanın ve cemiyetin olduğu gibi, onu toplayan bedbaht (bahtı kara) zenginin de yüzünü güldürmeyecektir. Zehr-i katil (öldürücü zehir) gibi, onu toplayan kimseleri de birgün beklenmediği yerinden zehirleyeceğine hiç şüphe edilmez..."

Benim çocukluk yıllarımda, çok iyi hatırlıyorum, helal-haram sözleri çok kullanılırdı. Ekseriyet, kazançlarının helâl yoldan olmasına dikkat ederdi. Şimdi öyle mi? Bugün topluma, kazanç olsun da nasıl olursa olsun zihniyeti hâkim oldu. Helâl-haram hudutlarına riâyet edenler neredeyse yok denecek kadar azaldı.Haram yollardan elde edilen herşey ateştir. Sâdece elde edenleri değil bütün topluma, millete, devlete belâ üzerine belâ getirir.Haram, asla bereket bırakmaz. Felâketler zincir halkaları gibi peşipeşine gelir. Öyle ki, zelzele, su baskını, toprak kayması, yangın, hastalık, yıldırım çarpması gibi afetlerin ardı arkası kesilmez.Toplumumuz gırtlağına kadar harama batmıştır. Onun için kimse iflah olmuyor. Zelzeleler, tufanlar, su baskınları durup dururken oluyor değil. Deprem olacak, tufan gelecek diye kimse döşeğinde rahat ederek yatamıyor. Ölçü tanımadan yapılan binalar, içine doldurulan eşyalar sahiplerine diken oluyor. Kimilerimizin mülkleri, evlerindeki eşyaları katilleri oldu. Elbette bunlar durup dururken oluyor değil. Toplumumuzu haramlar yakıyor ve yıkıyor.Bu memlekette inkarcılar gibi Müslüman kesim de helâl-haram hudutlarını çiğniyorlar. İslâm'ın ölçülerini hiçe sayıyorlar.

Müslümanlar size sesleniyorum.

Helâl-haram tanımamak şeytani bir mantıktır. Bu mantıkla kazandığınız paralar fitil fitil burnunuzdan gelir. Kızınız, oğlunuz bilmem ne olur. Onulmaz hastalıklar yakanıza yapışır. Depremler helâk eder. Trafik kazaları sizi paramparça eder. İlaç ve doktor paraları kesenizi deler.Hâsılı, haram; belânın ta kendisidir. Bu belâdan hep birlikte korunalım...

Mevlüt Özcan

Aşkı Buldun İstanbul!  

Posted by Tespih Taneleri... in


Ey bahtımın güzeli, sen ki bir özge yârsın,

Taşın, toprağın altın, müjdelenmiş diyarsın,

Mehteran kös vuranda hayallere dalarsın,

Ayasofya susalı hüzün doldun İstanbul...

Hani efendiliğin, hani irfan mektebin,?

Talan etmiş nadanlar zarafetin, edebin,

Gel beraber tutalım yakasından sebebin !

Hicabından sararıp soldun, soldun İstanbul...

Ben lehçemi kaybettim kim okur divanını,

Ruhsuz binalar yaptık, incittik Sinan’ını,

Koynunda saklıyorsun Yavuz’un fermanını,

Bakıp şanlı maziye saçın yoldun İstanbul..
Hüdayi’ye sorsunlar rüyamın tabirini,

Sarsam gönül yarama Itri’nin tekbirini,

Asım’ın nesli gülşen edecek ahirini,

Bu hoyratlık yetişir; çok yoruldun İstanbul...

Bağrımda ta ezelden attığın okun vardı,

Tarihte hep sana doğru bir kutlu akın vardı,

Yolum nereye düşse, rüzgârda kokun vardı,

Susuz kalmış, açmamış gonca güldün İstanbul...
Niceler bitap düştü, can verdi eşiğinde,

Hep seni sayıkladı Fatih’in beşiğinde,

Pervaneler gibiydik Akşeyh’in ışığında,

Eyüp tacını giydin, sultan oldun İstanbul.

‘Beldetün tayyibetün’ Kur’an’ da ismin senin,

Bir sevda bayrağıdır cihanda ismin senin,

Kucak açtın, kırmadın hatırını kimsenin,

Boğazda dalgalanan destan oldun İstanbul...

Gördün, bir kuru kavga değildi saltanatım,

Sende kemale erdi sevgim, sözüm, sanatım,

Ve ezan seslerine kurulunca hayatım,

Burcunda hilâl olan aşkı buldun İstanbul...

Servet Yüksel

Müslüman'ım Demek Başka, Müslümanca Yaşamak Başkadır...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Bir gün yanıma bir genç geldi. Dedi ki:
"Ağabey, biliyorsun askerliğimi yaptım ve bir işe girdim. Ben istedim ki hayatımı bir gayeye vereyim, onun peşinde koşayım.Onun için üzülüp onun için sevineyim. Bu sebeple yerli yabancı pek çok kitap okudum. Gazeteleri takip ettim. Siyasetle uğraştım. Yine de aradığımı bulamadım. Şimdi elimde olmayan sebeplerle sinirleniyorum, yakınlarıma zarar veriyorum. Hatta bazen uyku hapı cinsinden müsekkinler alıp komaya girmişçesine yatıyorum."Ona dedim ki: "Anladığım kadarıyla kendini bir gayeye verememişsin; çalışmaların da boşa gitmiş gibi... Nasıl bir gaye aradığını da bilmiyorum amma Müslüman'ın esas gayesi Allah rızasını kazanmaya çalışmaktır. En büyük gaye budur. Bu gaye yeryüzündeki bütün insanlara yeter; her insanı tek tek meşgul eder.

İnsan, hayatını meydana getiren unsurlarda Allah'ın emirlerini ve yasaklarını aramalıdır, o emirlere en iyi şekilde uymaya çalışmalıdır. Bunları yaparken cemiyete de tamamen yabancı düşmemelidir. Bugünün insanı yorulmadan maddi manevi kazanç sağlamaya çalışıyor. Halbuki bir gaye uğrunda terlemek, yorulmak hatta bazı hususlarda çile çekmek hayatın esasıdır; böylece insan hayatın tadını çıkarır."O genç ile sohbet ederken aklıma bir ihtiyarla yaptığımız sohbet geldi. Romatizmalarından, vücut ağrılarından, geleceğe güveni olmadığından bahsetmişti. "İlaçlarla fazla meşgul olma. İnsanı gençleştirecek bir ilaç keşfedilmedi. Şayet dinç kalmak, hayattan lezzet almak istiyorsan vücudun tahammül etmese bile yine de çalışmak zorundasın." dedim.İnsanlar, rahatlıktan rahatsız olmaya başladı. Şimdi suni dertler peşinde koşulmaya başlandı. Rahatlık zannettikleri o hayat kendileri için hastalık oldu.

Sandalye bulan, haline şükretmeyip koltuk takımı alamadığı için gözyaşı döküyor. Bir de iman zayıflığından dolayı istikbal endişesi belirmiş, herkes halinden şikayetçi. Şunu unutmamak lazımdır ki, suni dertlerle dertlenene, tabii dertler gelmeye başlar.Allah rızası için yaşanan bir ömür, hizmetin ta kendisidir. Ahirete, bir ömrün hesabını vermeye gidiyoruz, öyleyse kendimizi şimdiden hesaba çekelim... Çünkü çok zaman isimler ve sıfatlar insanı kurtarmaz. Önemli olan ameller ve hareketlerdir.Yani... Müslüman'ım demek başka, Müslümanca yaşamak başkadır!..



Hekimoğlu İsmail

Kucuk Bir Yakaris Benden Sana Oylesine Sessiz,Oylesine Derin...  

Posted by Tespih Taneleri... in




Ama ben bu canimi verirdim, Senin yolunda, yeter ki kabul eyle...
Bir kiymeti yoktur nazarimda su canin, Sadece Senin icin bir sey yapabilmek adina...
Senin emanetindir gayri kiymetide ordan gelir...
Ya Mevla ! Ne olur nefse ziyan ettirme, Sen al, Sen sahip cik emanetine...
Benim gucum yeter mi ki ikisi ile bas etmeye?
Senin bana emanet ettigini bende Sana emanet ediyorum haddim olmayarak...
Rahmetine ve merhametine siginarak...

İlahi, kabul senden, red senden, şifa senden dert senden. Zıtlar aleminde nefsi ve takvayı, Vuslatı ve firâkı var
eden sensin. Her kimi kabul edersen aziz edersin, her ne miktar hasîs ise… ve her kimi red edersen hakîr edersin, her ne miktar nefis ise.

Bildim ki: Dost yolunda nistlik gerek. Yâr önünde pestlik gerek, ten cübbesi çâk gerek, gönül evi pâk gerek.
İlahi, her neyi yasak ettinse onu ittim; elime her ne sundunsa onu tuttum. İlahi, gönlüm oduna ne yaktınsa o tüter; vücudum bahçesine ne ektinse o biter. İlâhi, bî-zârım ol taâtten ki, ucb-u riyâ getire! Hoşnudum ol mâsiyetten ki, ağlama, sızlama ve nedâmet getire! İlâhî! Ne yazdınsa o olur, hâtime-i ömürde ne kodunsa ol gelir. Eğer muti' kulların tâatlerine inanırlarsa âsilerin dahi keremine dayanırlar. İlâhi, iman verdin, daim eyle; ihsan verdin, kaim eyle, aşk verdin, ziyâde eyle.

Sevgiliyi hatırlatacak vesilelere, renklere, seslere müşteri cümle canlara aşk olsun...

Muhabbet-i Ehli beyt-i Mustafa üzerlerimize sâyebân,

Vakt-i şerif, sebeb-i gufran, aleme bayram olan Cuma,

Omür ve şahsiyetlerimiz, ahir ve akibet,

Zahir ve batınlarımız hayrola,

Aşk ola, aşk ile dola, Aşkullah,

Muhabbettullah, Marifetullah,

Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola erenler

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,

Sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .Vesselam

Cennet Kapisinin Acilis Sesi...  

Posted by Tespih Taneleri... in




- Güzel sesli bir hafız Kur'an okuyordu. Kulağına gelen bu güzel sesten duygulanan Hz. Mevlânâ da gözyaşlarıyla dinliyordu. Bu sırada elini ağzına kapayarak esneyen uykulu bir adam, Mevlânâ'nın bu gözyaşlarına bir mana veremeyerek sordu:

-Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz, ağlanacak bir şey mi var ortada? Mevlânâ esneyen adama anlayacağı dilden cevap verdi:

-Güzel sesli hafızlardan gelen Kur'an sesi bana, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da ondan.. Esneyen uykulu adam da başını sallayarak cevap verdi:

-Bana da öyle, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor, dedi. Mevlânâ küçük bir düzeltme yaptı :

- Senin duyduğun ses, cennet kapısının açılış değil kapanış sesi olmalıdır. Çünkü dedi, açılış sesi gözyaşı döktürür, kapanış sesi uyku hali getirir.

CEHALET Mİ İHANET Mİ?  

Posted by Tespih Taneleri... in



Cehlin ol mertebesi sehl olmaz

Ta kesbsiz bu kadar cehl olmaz

Muhteşem Yüzyıl dizisi açıkçası çok büyük tartışmalarla başladı. Bazı tanıdıklarım, dostlarım hemen fikirlerimi sordular. Parça bütünün habercisidir, sözünün gereği olarak daha fragmanından neticenin ne olacağı belli oldu ise de dizinin birinci bölümünü yani ana parçayı izlemeden bir fikir serdetmeyi uygun bulmadım.NTV’de Banu Güven’in konuğu olan senarist Meral Okay, Muhteşem Yüzyıl’ın senaryosu üzerinde çok çalıştığını şu sözlerle anlatıyordu:“İki-iki buçuk yıldır çalışıyorum. Tarih sever bir insandım. Bu proje oluşmaya başladıktan sonra ciddi sayıda kitap ve tarih danışmanlarının bana refere ettiği kaynakları, binlerce sayfayı bir tarih doktora öğrencisi gibi okudum. Önemli bir diyalog yazarken hala satır satır dönüp danışmanlara soruyorum. Üç kere yazdım senaryoyu”.Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki Meral Okay, iyi ki iki-iki buçuk sene çalışmış. İnsan, ya beş sene çalışsaydı nasıl bir senaryo karşımıza çıkardı diye dehşete düşmeden edemiyor. Zira dizinin hiçbir karesi yok ki hatasız olmasın. Bu itibarla yukarıdaki beyitte manasını bulduğu gibi bu kadar cehalet ancak çok çalışmakla elde edilebilir.Şayet yazımın başlığının ikinci kısmını yani ihanet mi diye soruyorsanız niyet okuma yapmamak için bir şey söylemeyeceğim. Fakat bu kadar cehalet en azından tarihimize ihanet değil de nedir diye sormadan da edemiyor insan.Evet dizinin birinci bölümünde hatasız bir kare neredeyse yok dedim. Bazen dizinin sahipleri sonraki bölümlerde çok şeyler değişecek, daha güzelleşecek, bu daha başlangıç falan diyorlar. Doğrusu bazı hatalar zaman içinde düzeltilebilir kabul ediyorum. Ancak dizi öyle bir temele oturtuldu ki bu hatalar sonuna kadar devam etmeye mahkumdur.

İşte bu sebeple şahsen benim için dizi birinci bölümde bitmiştir.Dizinin Müslüman Kırımlılara, Hurrem Sultanın bir mabette ele geçirilmesi kurgusuyla, başlanmış olması manidar değil miydi? Zira şurası açıktır ki seferlerde ve akınlarda Türkler ve Müslümanlar için, mabetlere ve din adamlarına dokunulmaması birinci prensiptir.Bu en önemli prensibi yıkmak ve Türkleri barbar diye nitelendiren Avrupa tiplemesi ve kötülemesi ile göstermekle ne mesaj verilmek isteniyor, üzerinde düşünmek gerekir.İkincisi ve bana göre artık dizi boyunca devam edecek hata Hurrem Sultan’ın şahsiyetinde gizlidir.Kaynaklarda HurremSultan’ın esir edildiğinde yaşı, saraya gelişi ve Kanuni’ye namzet oluşu hakkında çok açık bilgiler yoktur. Fakat şurası muhakkak ki bir cariye belli bir terbiye almadan doğrudan doğruya saraya getirilmez. Nitekim Osmanlı sarayında Hurrem adını alacak olan Roksalan veya Aleksandra’nın Yavuz Sultan Selim döneminde Kırımlılar'ın Ukrayna ve Galiçya'ya kadar uzanan akınları esnasında esir alındığı bilinmektedir. Muhtemelen burada bir müddet eğitildikten sonra saraya verildi. Saraydaki eğitimin nasıl olduğu ise roman ve hikayeler hariç bütün kaynaklarda yazılıdır.(Bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara 1984). Sarayın nasıl bir kadınlar akademisi olduğunu görmek isteyenler ise Amerikalı tarihçi ve on yıllık bir araştırmayla eserini ortaya koyan Prof. Dr. Leslie Peirce’nin The Imperial Harem kitabına müracaat edebilir. ( Türkçesi için bkz. Harem-i Hümayun, çev. Ayşe Berktay, İstanbul 1998).

Dizide ise Hurrem, neredeyse esir edildiği gibi zulüm ve baskı ile İstanbul’a getirilip saraya tıkılan, öldürsünler diyerek dört bir yana saldırırken rüyasında anne ve babası tarafından özel bir görev alan sanki ajan karakterdir. O bu görevle birlikte Kanuni’yi elde edecek, Osmanlı sarayının başına geçecek ve Türklere en büyük ihanetleri yaptırtacaktır.İşte dizinin ilk bölümündeki bu temeli sizin artık değiştirme imkânınız yoktur. O artık Hurrem Müslüman görünüp Müslümanların yok etmeye çalışan gizli bir Hırıstiyandır.Ne yapalım Meral Okay’a iki yıl az gelmiş olmalı ki yukarıda belirtiğimiz ve daha nice eserleri görme imkânı bulamamıştır. O ancak Ahmed Refik’in muhteşem (!) Kadınlar Saltanatı kitabını okuma fırsatını yakalayabilmiştir.Dizinin en önemli ikinci karakteri İbrahim Paşa da Hurrem’den farksızdır. Bir defa o dönemde dönme tabiri kullanılmamaktadır. İkincisi dönme tabiri 17. Yüzyıldan itibaren Müslüman olmadığı halde Müslüman görünenler için kullanılmaya başlanmıştır. İbrahim Paşa devşirme dahi değil, altı yaşında esir alınmış ve Müslüman olmuş Rum asıllı bir köle idi. Şehzade Süleyman onunla Manisa’da tanışmış, zekâsını, hazır cevaplığını ve bir takım meziyetleri ile dikkatini celbetmiştir. Daha sonra sahibesi onu azat etmiş bu sayede Şehzade’nin maiyetine katılmıştır. Dizide onu dönme diye kötüleyenler ise devşirme devlet adamları olup küçük yaştan itibaren Müslüman olmuşlardır. Müslümanlıkları konusunda en küçük bir imaya dahi rastlanmaz.

Bir taraftan dizide bu fahiş hatalar işlenirken diğer taraftan İbrahim Paşa da bilinçaltı düşüncelere sevk edilmekte kimliğini hatırlayan ve ona göre işler yapacak olan bir karakter olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Artık dizide ikinci Hıristiyan ajanı İbrahim Paşa olacak ve bu durumda dizinin ikinci temel hatası olarak her bölümünde karşımıza çıkacaktır.Senaristin Topkapı Sarayına girdiği ve gezdiği konusunda benim şahsen ciddi endişelerim oluştu. Zira orada bilgisi en zayıf bir rehberle dahi dolaşsa, zenci hadımağalarının görev yerinin nerede başlayıp nerede bittiğini, cariyelere eğitimin kimin verdiğini, cariyelerin görev yerlerini ve vazifelerini öğrenecekti.İbrahim Ağanın (henüz daha Paşa olmadı) sarayda hadım ağası gibi gezdirilmesi, zenci yerine beyaz hadımların haremde kol gezmesi, hadım ağalarının bir adım atması kellesinin gitmesi demek olan yerlerde güle oynaya dolaşmaları, nerede ve hangi muhteşem kaynaklarda (!) yazıyor, izleyicilerin ve bizlerin bilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim.Osmanlı saray teşkilatını bilenler en önemli özelliklerinden birinin sessizlik olduğunu belirtirler. Muhteşem ve şahane bir sessizlik diye vasıflandırılan sarayda, sakinler sanki gözleriyle işaretleşmekte ve konuşmaktadır. Herkes vazifesinin neler olduğunun idraki içerisindedir. İzlediğimiz dizide ise mutfak, harem, eğitim ve diğer kareler sirkleri hatırlatan şamata ve gürültüler ile doludur.

Giyim ve kıyafet ise ayrı bir komedidir. İngiliz kralı 8. Henry Tudors dizisinin bu diziye ilham kaynağı olduğu senarist tarafından ifade edilmiştir. Dikkat edilirse kıyafetlerin de aynı ilhamla seçildiği kolaylıkla görülecektir.Osmanlı Enderun mektebinde talebelere verilecek manevi en büyük ceza, başından sarığının çıkarılmasıdır. Sarayda ve Osmanlı toplumunda başı açık hiçbir şekilde dolaşılmazdı. Böyle olduğu halde Kanuni ve büyük âlim Hasan Can başta olmak üzere vezirleri neredeyse kavuklu ve sarıklı görmek imkânsız gibiydi.Cariyelerin ve Padişah kadınlarının kıyafetlerinin artık ne derece yerinde olduğunu (!) okuyucularımın anlamış olduklarını tahmin ediyorum.Kanuni’ye hiç olmazsa muhteşemliğini hatırlatmak için söyletilen sözler ise bilenler için gülünç ve komik olmaktan öte bir mana ifade etmiyordu.

“Benim hasmım Şah İsmail değil Fransuva, Şarlken ve Henri Tudors’tur”.Bir defa Kanuni böyle bir söz söylemedi. Şayet rol icabı söyletilecekse bari yerinde olsaydı. Fransuva, Şarlken’e esir düşerek Madrit’te hapsedilen kendisi ve annesi Kanuni’ye kurtarılması için yalvaran bir hükümdardan öte bir şey değildir. Henry Tudors’un ise bütün mücadelesi ve savaşları hanımları ile geçmiştir. Ortada tek ciddi rakip olan Şarlken ise Kanuni, yüz bin kişilik ordularla memleketini gezdiği halde bir kez olsun karşısına çıkma cesaretini gösteremeyecektir.Aşağılanan Şah İsmail ise hiç olmazsa Yavuz Sultan Selim’in karşısına çıkmış ve bir meydan muharebesini göze alabilmiş bir şahsiyettir.Kanuni’nin adaletine atıfta bulunulurken babasının icraatlarını kötülercesine Hasan Can’a serzenişte bulundurmaları başka bir garaipliktir.Bu konu Hoca Sadettin Efendi tarihinde geçmektedir. Saltanatının ilk gününde değil İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında vuku bulacaktır. İbrahim Paşa kendi dönemlerinin adil olduğunu vurgularken Selim Han dönemindeki bazı icraatların İslamiyet’e uygun düşmediğini savunacak ve Hasan Can çağırılarak kendisinden Selim Han’ın neden böyle davrandığı sual edilecektir.Hasan Can ise Selim Han’ın uygulamalarının İslamiyet’e uygun olduğunu deliller ve misallerle açıklayarak İbrahim Paşa’yı susturacak ve Kanuni bu söyleşiden ve babasının icraatlarından büyük bir keyif alacaktır. (Bkz. Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, haz. İsmet Parmaksızoğlu; c. 4, s. 215-216)

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse birbiri ardında diğer yanlışlar sökün edecektir. Nitekim dizide Kanuni, sadece babasını azarlayan bir karakter değil aynı zamanda bir âlimi aşağılayan ve ikide bir omzuna ahbap çavuş gibi tokatlar atan garip bir konumdadır. Hasan Can’ın ise Padişahın yanından ayrılırken içerisine düşürüldüğü süklüm püklüm hali ise Kanuni’nin halk nezdinde düşürülmek istendiği durumu gözler önüne açıkça sermektedir.Daha Hasan Can’ın yaşını bilemeyenlerin bu olayları nasıl doğru yansıtacakları muammadır. Dizide altmışlı yaşlarında gösterilen Hasan Can, aslında o yıllarda otuzlu yaşlardadır. Babası Hafız Mehmed’le birlikte 1514 yılında Tebriz’de Yavuz Sultan Selim Han’ın hizmetine girmişti.Nihayet, babasının cenazesini kaldırmadan haremde kız kovalamaya başlayan Kanuni; daha Padişah kadınlarının Topkapı Sarayına gelmedikleri bir zamanda Topkapı’da geçen hayat; Hafsa Sultan’ın yeni gelen Hurrem’le Rusça konuşması; cülus bahşişi alacağız diye sevinen kırk elli yaşlarında askerler; Kanuni elçilerle görüşürken tercümanın ve vezirlerin dil dudak ve göz kulak oynatmaları. Neresini düzeltelim dedirtecek daha nice gaflar manzumesi.

Bir dizide bu kadar hata yapabilmek gerçekten bir maharet işidir. Yine senarist Meral Okay’a dönersek söyleşisinde:
“Bildiğimiz resmi tarihin dışında da bir tarih var tabi ki. Belgelerle ortaya çıkan daha asık yüzlü bir tarih. Öbür tarafta o tarihi yapan o tarihi şekillendiren insanların bir de kendi hayatları kimlikleri var”, diyor.
Kendilerinin bir noktada herhalde bu bilinmeyenlere vurgu yaptığını belirtmek istiyor.Düz bir mantıkla baktığınızda tamam bunlar doğru tespitler diyebilirsiniz. Ancak belgelerle ortaya konmuş temel gerçeklere, bu dizide ne kadar uyuldu ki siz insanların kendi hayatını ve kimliğini ortaya çıkarabileceksiniz.Bu durumda tarihi gerçekleri göz ardı edenler, senaryoyu yazarken ele aldıkları tarihi şahsiyetlere, ancak kendi dünya görüşlerini, yaşantılarını ve ahlakını giydirmiş olacaklardır.


Senariste göre bu dizinin adı muhteşem entrikalar, muhteşem ihanetler, muhteşem rezaletler olmalıydı. Ancak herhalde bu maksatlarını gizlemek için “Muhteşem Yüzyıl” dediler.

İyi de hangi konuda muhteşem? İn kücâ an kücâ

Güneşin zerre kadar kadrine noksan gelmez

Eylese nur-ı cihan-tâbını huffaş inkar


Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz