Hayat böyledir.  

Posted by Tespih Taneleri... in




Hayat böyledir.

Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez.

Batar insan ve boğulur.

Marifet o anları geçirmektir.

Sonrası gittikçe kolaylaşır.

Kadere teslim olmak lazımdır o anlarda.

Bu acizlik değildir.

Dikkat et sözüme: Bu dünyada ölümden başka hemen her şeyin çaresi vardır.



Peyami Safa














Beyaz Renk Kir Götürmez  

Posted by Tespih Taneleri... in



Ey olgunluk yaşına gelmiş insan!



Ömrün nihâyete doğru yaklaşmakta...



Öyleyse eksiklerini telâfi et, tamamla…



Bak, saçın-sakalın ağardı:



"Beyaz renk kir götürmez!"

 

Kalp aynaya benzer; nefs de nefese... Nefs kalp aynasına soludukça ayna buğulanır.



Günahkârın kalbi, yaşlının güç ve kuvvetten düştüğü için yeterince temizleyemediği aynasına benzer.



Ârifin kalbi ise gelin aynasına benzer. Gelin her gün aynanın karşısında kendine baktığı için aynasını da temizler, parlatır…



Bunun için;



Zâhidlerin gayreti çok amel işlemek;



Âriflerinkisi ise hâli düzeltmek yönündedir!





Atâûllah İskenderî

Bugün ve Her Gün... Şöyle Bir Düşün!..  

Posted by Tespih Taneleri... in

Bugün Şöyle Bir Düşün!..

 

Sevdiklerine ve hatta sevmediklerine,



Ne kadar çok vakit ayırıyorsun?..



Fani dediğin şu dünya için ne kadar çok çalışıyorsun?..



Yarım saat sürecek bir ziyaret için,



On dakika sürecek bir yemek için, mutfakta ne kadar kalıyorsun?..



Nazlıca ağlayan yavrunun sesiyle nasıl fırlarsın yatağından, o soğuk gecede?..



İşverenin ay sonunda vereceği üç kuruş için nasıl kahredersin kendini?..



Sınıfını geçebilmek için, iyi not alabilmek için, nasıl geceni gündüzüne katarsın?..



Eşini, çocuklarını, anneni, babanı, nişanlını memnun etmek için nasıl da çırpınırsın…



Tüm bunlar ve senin de ekleyebileceğin dahaları için yaptıklarının,



SÖYLE, yüzde kaçını Allah için, Habibullah için yaptın bugüne kadar?..



Sen de buluş Sevdiğinle bugün!



At kendini seccadeye, bir tövbe et, dönmemecesine..



O’nun sevmediği her şeye “elveda” de!



Gözyaşların armağan olsun O’na..



Gözyaşların ve zaten O’nun olan yüreğin..

 

Bugün ve Her Gün!

Bir Mum Yakabilirsin...  

Posted by Tespih Taneleri... in

 
 
 

Bir sorunu kabul edersen kaybolur, ve eğer o sorunla bir çatışma yaratırsan,

 SORUN giderek büyür.

O yüzden her şeyi coşkuyla yap.

Her şey bir DUA-YA dönüşsün.

HATA yapmaktan korkma, çünkü hata yapmaktan korkarsan, hiç ilerleyemezsin ve yaşamı
kaçırırsın.

Hata yapmak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir….

Eğer düşmanından KORKAR ve kapını kilitlersen,

DOSTUNUNDA girmesini engellersin.'

Olumsuzluklar seni rahatsız etmesin.

Bir  MUM  yakabilirsin ve  KARANLIK  kendiliğinden kaybolur.














Ve unutma ki;  

Posted by Tespih Taneleri... in





Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil.



Herkesin gidebileceği bir yol vardır .



Sen yeter ki, kendin kalabilmeyi becer.



Çünkü kendinden başka kimseye mecbur değilsin.



Zorlama kendini,



Bırak yanındakiler seni mutlu ettiği sürece seninle gelsin.



Sen istemediğin sürece, hiçbir şey için ödün vermemelisin..



Çünkü uğruna fedakarlık yaptığın kişi, yarın seni unutabilir.



Ve unutma ki;



“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir”.




~Bukowski~

Hak etmeyene sunulmayacak kadar değerlidir sevgi.  

Posted by Tespih Taneleri... in






Umuttan çok kuşku vardır yüreğimde,

hoşgörüden çok öfke vardır,

nedensiz düşmanlık gütmesem de,

olur olmaz şeye sevgi beslemem ben.

Haktan yanayımdır ve de hakikatten.

Bu yüzden sevginin hak edenin hakkı olduğuna inanırım.

Hak etmeyene sunulmayacak kadar değerlidir sevgi.


Mesnevi

Ama ÖĞRENDİM...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Verdiğim değeri haketmeyen insanları silmeyi..



Arkama dönüp bakmamayı...



Hiç kimse için kendime saygımı yitirecek bir şey yapmamayı..



Gözyaşlarımın değerini bilmeyi ve onları üç kuruşluk insanlar için harcamamayı...



Ben izin vermeden kimsenin beni üzemeyeceğini..



Kendimin her şeyden önemli olduğunu...



Zor oldu...



Geç oldu....



Ama ÖĞRENDİM...





Can Yücel

Yaşamın Kısalığı Üzerine...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Bu kum saati gibi akip giden hayatini  hatirla,

Elinde tutmak isteyipte tutamadigin bir avuc kum gibi,


Kendi kararından dönmediğin zamanları hatırla,

tasarladığın gibi geçen bir avuç günü hatırla,

 kendine sahip çıktığın zamanları hatırla;

 Ne zaman yüz ifaden değişmedi, cesaretin azalmadı; böylesine uzun bir yaşam boyunca neler başardın; kaç kişi, sen ne yitirdiğini fark etmeden yaşamını çaldı senden, önemsiz bir üzüntü, aptalca bir sevinç, içini kemiren bir utku, çıkara dayalı bir ahbaplık sana ne kadar zamana mal oldu; Sana ait olanlardan geriye ne kadar az şey kaldığını hatırla:

 Zamanından önce öldüğünü anlayacaksın!"



Sanki hep yaşayacakmış gibi yaşıyorsunuz, kırılgan olduğunuz aklınızın köşesinden geçmiyor, akıp gitmiş olan onca zamanı hiç dikkate almıyorsunuz; sanki tükenmez kaynaklarınız varmışçasına har vurup harman savuruyorsunuz, oysa belki de falanca adama ya da filanca işe ayırdığınız şu gün son gününüzdür. Bütün korkularınız ölümlülerin duyduğu korkular; ama bütün arzularınız ölümsüzlerin arzuları.




Seneca

Erkeği Yalıtan Kadın  

Posted by Tespih Taneleri... in







Adam marketten pür neşe çıkıp, adımlarını hızlandırıyor, bir an önce evinde olmak için. Aklına gelen bir imge neşesini kaçırıp onu duraksatıyor, ellerindeki poşetler ağırlaştıkça ağırlaşıyor.



Sık sık yaşadığı akşamlardan biri mi olacak tedirginliğiyle içi pır pır ediyor. Biri kız biri oğlan iki çocuğunun kapıda kendini karşılayacaklarının hayali, keyfini yeniden yerine getiriyor.



Kadın poşettekileri teker teker çıkarıp yerlerine yerleştirir yerleştirmez, salonda çocuklarıyla oynayan kocasına sesleniyor: "Bir kere de marketten eksik bir şey almadan çıksan. Bu sefer de maydanoz almayı unutmuşsun," diye çıkışan sesi evin içinde çın çın ötüyor.
Adam, "maydanozlar pek taze olmadığından almadım," diyor ruhundaki yorgunluğu ele veren ses tonuyla. "İstersen gidip alayım," "Gerek yok," diye sinirli sinirli ağzının kenarıyla konuşuyor kadın, hızını alamayıp ekliyor duyulur duyulmaz, "neyimiz tamam ki salatamız tam olsun."



Adamın tüm iştahı kaçıyor, bitip tükenmiş yaşama iştahı gibi. Lokmalar ağzında büyüdükçe büyüyor. Kadının, "maşallah muhabbetine de doyum olmuyor" sözünü ne yapsa da duymasa. Kaçıp gitse, çok uzaklara gitse. Aya kadar gitse hatta. Yıldızlarda mekan tutsa.



Tabağındaki etten bir parça kesip çatalını oğlunun ağzına götürüyor. Bir lokma da kızına veriyor. Bir lokma da... Karısına. Felç inmiş gibi kolu halsizleşiyor. Eşinin kendisine de kendi yemeğinden ikram etmesini bekliyor içten içe. Şeytanın telkiniyle çatışıp ona galip geliyor.

Bir parça eti kesip karısının tabağına bırakıyor. Kadının maraz çıkarmada üstüne yok. Tabağına konmuş eti evirip çeviriyor. "Yağlı et yiyemediğimi bir türlü öğrenemedin." İki sene önce de bir iş seyahatinde karısına hediye getirdiği çanta için benzer bir söz işittiğini hatırlıyor: "Bu tür çantaları kullanmadığımı bilmiyor muydun da bunu aldın?"



Adam gömüldükçe gömülüyor içine. Yok olup kayıplara karışsa. Adamın gözünde o an ölüm hayata racih görünüyor.



"Ee, günün nasıl geçti?" diye soruyor kadın. Adam karısının yeni bir hamlenin peşinde olduğunu seziyor. Gerçekten gününü merak etseydi keşke. Yaşadıklarını anlatsaydı, bir hikâye anlatır gibi. Biraz o konuşsaydı, biraz karısı. Ortak bir dilleri, birlikte anlattıkları bir hikâyeleri olsaydı.



"İyi."



"Anlat bakalım. Bugün kiminle çatıştın işyerinde?"



Dilini eşek arısı soksaydı da, altı ay önce işyerinde müdürüyle yaşadığı o sorunu, hani sonradan kendisinin de hatalı olduğunu düşündüğü o gerilimi eşine anlatmasaydı. Karısı ona destek olup merhamet ve şefkatiyle sarıp sarmalayacağına, "kesin yanlış bir şey yapmışsındır da müdürün öyle davranmıştır sana," demişti.
 Adam geçen yılları, yaşadıklarını şöyle bir tartıp kendinden şüphe duymaya başlıyor:
"Yoksa ben gerçekten de kötü bir insan mıyım?"



Öğlenleyin annesiyle yaptığı telefon görüşmesinin bahsini başına silah dayasalar açmamalı.
"Yine annenle mi konuştun, beni gündüz bir kere aramazsın haftanın üç günü annenle konuşursun. Senin beni sevdiğine asla inanmıyorum," diyeceğine adı gibi emin.
Kadın, "öğleden sonra annen aradı, çocuklarla konuştu uzun uzun, zoraki benimle de birkaç kelam etti," deyip susuyor. Muhtemelen annesi, kendisiyle konuştuğunu karısına söylemiş, kaç kere de tembih etmişti halbuki, karıma konuştuğumuzu söyleme diye.
Annesi yaşlı, unutuveriyor tembihlediğini. Karısının ağzından laf almaya çalıştığından öyle emin ki.



"Seni de aramış annen."



"Evet aradı."



"Ne konuştunuz?"



"Oradan buradan."



"Beni de çekiştirmişsinizdir muhakkak."



Adam oflayarak derin bir iç çekiyor.

"Bakıyorum da varlığım rahatsız ediyor seni. Bu evde fazlayım zaten.."

Adam, çatalını hışımla salatadaki domateslere saplıyor. Karısını karşısına alıp kim bilir kaç kez anlatmışlığı var, onu rahatsız olduğu şeyin karısının sürekli memnuniyetsizlik kokan cümleleri olduğunu, doymak bilmez övülme beklentisine karşın, takdir etmeyi bilmemesini.
Karısı o konuşmalarda bile işi kavgaya götürmüştü. Kavga etmeden konuşmak neden mümkün değil ki?
"Beni neden hayatının dışında tutuyorsun? Annenle konuşmanı bile saklıyorsun."



Yıllar içinde adamı kalın, sert bir kabuk bağlamıştı. Ve artık o kabuğa çekilip, başını dışarıya çıkarmaya korkan bir kaplumbağaya dönüşmüştü. Ne zaman kalın kabuğundan başını uzatacak olsa sert bir darbeyle karşılaşıyor çünkü.
Karısıyla hayatına dair en ufak bir ayrıntıyı paylaşsa, kadın sünger gibi emiyor onu, vakti zamanı gelince, foşş, üzerine boşaltıyor.



Mesela, yine bir gün ablasıyla yaşadığı bir sorunu anlatmıştı karısına. Kadın bunu hafızasının "unutulmayacaklar" kısmına yazdı hemen, başkaca birçok şey gibi. Kadın, adamı, sonradan aleyhine delil olarak sunmak için kullanacağı bilgileri toplamak için dinliyor adeta.
Bir tartışma sırasında, "ne biçim ailesiniz ya hu, ablanla bile anlaşamıyorsunuz," diye içini boşaltmıştı kadın.



"Salata nasıl olmuş?" diye soruyor kadın. "Eline sağlık, güzel olmuş." Kadın huzursuz ruhunu kocasına akıtmaya kararlı.

Kendine biçilen hayattan memnun değil ki, kocasından memnun olsun. İnsan içinde neyi taşırsa dışarıya da onu sızdırır. Kadının içinde sadece memnuniyetsizliğin karartısı var.

Kadının tek bildiği eleştirmek, kusur bulmak. Daha da acısı, kendi mutsuz ve huzursuzsa, başkaları da mutsuz ve huzursuz olmalı. "Maydanozu almayı unutmasaydın daha güzel olacaktı ama böyle idare ediver artık." Adam, "maydanozu almayı unutmadım, taze olmadığı için bilhassa almadım dedim ya," diye bir kere daha söylemesinin hiçbir hükmü olmadığını biliyor; maydanozu alsaydı, "ne biçim maydanoz almışsın, baksana çer çöp gibi," diyeceğini de. Çünkü kusur bulmayı kendine iş edinen insanların kendini haklı gösterecek başka bir şey söyleyeceğini bilecek kadar hayat tecrübesine sahip adam.



Sessizlik büyüyüp şişmiş bir balona dönüşüyor. Adamın tek sığınağı oldu yıllar içinde sessizlik. Bu yüzdendir ki, yıllar geçtikçe karısıyla küs kalmayı uzattıkça uzatıyor, çünkü küslük bir açıdan işine geliyor; bir tek küs kalınca evinde rahat ettiğini, karısının sözel tacizlerinden kendini koruyabildiğini öğreniyor. Bunun sağlıklı bir çözüm olmadığının da farkında: Küs olmak soba borusunun içinde biriken kurum gibi içini kirletiyor.



Kurguladığım bu hikâyedeki kadın ve erkek karakterleri rahatlıkla yer değiştirip okunabilir. Ayrıca burada yazdıklarım en uçta bir örnek teşkil ediyor. Her sorunlu evlilikte yaşananlar bu denli olmayabilir elbette. Ama eşinin kendini yalıttığından şikayet eden kadın ya da erkeğin takkeyi önüne koyup özeleştiri yaparak, bu yalıtıma katkıları üzerinde düşünmelerinde fayda var.



İki insanın sağlıklı bir ilişki ne inşa etmesi ne kadar zor değil mi? Rahmet zahmettedir ama.



Mustafa Ulusoy

''İnsan mı? Efendim! Duyamadım!''  

Posted by Tespih Taneleri... in








''İnsan mı? Efendim! Duyamadım!''



-İnsanların telefonları yerine, telefonun insanları var artık!



-İnsanların televizyonları yerine, televizyonun aptal insanları var artık!



-İnsanların bilgisayarları yerine, bilgisayarın korsan insanları var artık!



-İnsanların koltukları yerine, koltukların mezar insanları var artık!



-İnsanların kıyafetleri yerine, kıyafetlerin fikirsiz ve zikirsiz insanları var artık!



-İnsanların mideleri yerine, midenin doyumsuz insanları var artık!



-İnsanların sevgileri yerine, sevgisizliğin köleleri garip ucubeler var artık!



-İnsanların aşkları yerine, aşksızlığın aşağılık insanları var artık!



-İnsanların çalışma hayatı yerine, çalışma hayatının iş beyinli insanları var artık!



-İnsanların paraları yerine, paranın insansız insanları var artık!



-İnsanların evleri yerine, evlerin ayak altı paspas insanları var artık!



-İnsanların arabaları yerine, eksozlardan çıkan duman insanları var artık!



-İnsanların fakirliği yerine, fakirliğin mütecaviz insanları var artık!



-İnsanların zenginliği yerine, zenginlerin soysuz insanlığı var artık!



-İnsanların modası(kendilerine özgü) yerine, modanın kepaze insanları var artık!



-İnsanların medeniyeti yerine, medeniyetin olmayan insanları var artık!

-İnsanların aklı ve akıllıları yerine, akılcılığın akılsız insanları var artık!



-İnsanların imanı yerine, putların kapkaranlık insanları var artık!



-İnsanların günahları yerine, günahların tevbesiz insanları var artık!



-İnsanların kompleksleri yerine, komplekslerin oportünist insanları var artık!



-İnsanların alış-verişleri yerine, alış-verişlerin vermeyen insanları var artık!



-İnsanların kalabalığı yerine, kabalığın ve kalabalığın insanları var artık



-İnsanların edebsizliği yerine, edepten nasipsizliğin insanları var artık!



-İnsanların bir sıfat olarak nefretlerinin yerine, nefretin sıfatsız insanları var artık!



-İnsanların hastalıkları yerine, hastalıkların hastalık hastası insanları var artık!



-İnsanların rezilliği yerine, rezilliğin rüsvadan yapılma insanları var artık!



-İnsanların şahsiyeti yerine, şahsiyetsiz insanların karakterleri var artık!



-Kitapların insanları yerine, insanların kitapları ve kitapsızları var artık!



-Eşyaya isim veren insanlar yerine, eşyanın isimsiz ve biçimsiz insanları var artık!



Not: Bu yazı, içinde olanların kalplerine berae(ihtar), dışında olanların ruhlarına da tedbir yazısıdır!



İsmail ERDOĞAN

Emrin Başım Üstündedir  

Posted by Tespih Taneleri... in




Emrin başım üstündedir, âmâdeyim el bağladım.



Tâzîm edip sunsam diye, her bahçeden gül bağladım.



Söz söylemek haddim değil, emrindeyim dil bağladım.



El bağladım, gül bağladım, dil bağladım, bel bağladım!

Yalnızlığın da Yalnız Kaldığı Yer  

Posted by Tespih Taneleri... in



Savrulduk.

Oradan oraya.

Ruhlar âleminden rahme düştük ilkin. İnsan için bir savrulma az olmalıydı. Dağların bile teslim alamaya çekindiği, taşımaya çekindiği "Emanet-i Kübra"yı biz sırtlanmıştık ne de olsa. Rahmin rahat ve güvenli döşeğinden, dünya denilen imtihan meydanına yollandık ağlaya ağlaya.

Sürüldük adeta, anne denen o güvenli ülkenin topraklarından, bu âlemin karmaşasına. Bir meydanda şaşkın şaşkın, bir o yana, bir bu yana dolanıp duruyoruz, o gün bu gündür. İmtihan zordu, ayrılık daha bir zordu. O hatırlayamadığımız ama hep özlemini duyduğumuz âlemin izlerini bu dünyada arar olduk. Bir kere ayrıldık ya, bin kere daha ayrılmalıydık. Oraya buraya dağılmalıydık. Biz başka şehirlere gittik.
 Onlar başka ülkelere. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı düştü. Kalbimize ayrılığın ateşi düştü. Birini, birilerini aramaya koyulduk, yakınlaşmak için. Tek başına olmak, tek atan yürek olmak, yorucu mu yorucu, ağır mı ağır geliyordu insan ruhuna.

Yükümüze başka birinin el atmasını, ucundan kıyısından tutmasını istedik. Aradığımız bazen kendimizdi. Kendimizden bile uzak düşmüş, gurbete yuvarlanmıştık.
"İnsanlar arası" yalnızlık değildir bu, insanın bizatihi kendi içindeki yalnızlığıdır.

Dünyanın hakikatiyle bile aramızda berzahlar vardı. Dünya sebepler âlemiydi ne de olsa. Bizimle O'nun arasında yetmiş bin nurani perde vardı. Binler perdeler, berzahlar içinde hakikati taharri ederiz bu dünyada. Bazen berzahları geçemeyiz, takılır kalırız perdelere.
Gurbet, gurbet içinde. Hakikatin bile uzağına düştük.

 Matematikçiler derler ki: Ne kadar uğraşırsan uğraş, "bir" olamazsın, biz olamazsın. Bire, bir oluşa yakınlaşabilirsin ancak. Bir yere ulaşmak için derler, her seferinde yolun yarısının gittiğini düşünün. Menziline yakınlaşırsın ama varamazsın. Birin limiti derler, 0,99999...dur, sonsuza kadar gider bu dokuzlar.

 Arada kapanmaz bir mesafe kalır hep.

Kendimizle, onunla ve senin aranda. İşte bu da varoluşsal yalnızlıktır. Ne kadar sevsen de, ne kadar sevilsen de, belki biraz azalan ama bitip tükenmeyen yalnızlık. İnsanın kendisiyle arasındaki kapatılamayan uçurum. Bir başkasının bize elinin yetişemediği aralık
.
Hangi kol bizi tutarsa tutsun, düştüğümüz yer.

Hangi el bizi kaldırırsa kaldırsın, ayağımızın altında kalan boşluk.

Hangi kalp bizi ısıtırsa ısıtsın, kalan soğukluk.

 Hangi savaş biterse bitsin, geride kalan husumet.

Hangi barış gelirse gelsin, onarılamayan yıkıntı, kapanmayan yara.

Şairin (Cahit Koytak) yalnızlığın da yalnız kaldığı yer, dediği yer: "Onu yerinde bulamamışsın gibi/Kendini yalnız hissettiğin yer,/Yalnızlığın da yalnız kaldığı yer.../İşte orası, o köşedir...''

Bizimle O'nun arasındaki mesafe. Bizim O'ndan sonsuz uzaklığımız. O'nun bize sonsuz yakınlığı. Ancak O'na kavuşunca, O'na dönünce bitecek olan yalnızlıktır varoluşsal yalnızlık. Bu dünyada bu yalnızlık dinmez. Az buçuk teselliler buluruz belki.

Bir an unuturuz belki. 

Ama varoluşsal yalnızlığın soğuk nefesi ensemizdedir hep. Bizi takip eder nereye gidersek gidelim. Hep durur kalbimizin en mümtaz köşesinde. Varoluşsal yalnızlık insanı insan kılan şeylerden biridir. Emanet-i Kübra'nın içimizde bıraktığı izdir. Bu emaneti taşıdıkça taşıyacağımız yalnızlıktır.

O'ndan geldik, O'na döneceğiz. Tüm ayrılıklardan o zaman ayrılacağız. İşte o zaman yalnızlık diye bir şey de olmayacak. Dünya sürgününden azad olacak, O'nun ebedi yurdunda yaşayacağız. Çünkü ancak ebedi hayat yurdunda berzahları aşacağız. Hakikat de bize kendini saklamayacak artık. Bütün örtüler, bütün perdeler bir bir kalkacak.
Emaneti sahibine vermiş olacağız çünkü.

İyi ki hayat kısa...



Mustafa Ulusoy

Afyoncu: Fetih 1453'te Tarihi Hatalar Var  

Posted by Tespih Taneleri...


Türkiye'nin konuştuğu Fetih 1453 filmiyle ilgili tarihi hataların yapıldığı iddia edildi. İddiaları ortaya atan isim ise tarihçi Erhan Afyoncu.

Afyoncu, madde madde filmdeki hataları şöyle sıraladı:

KRONOLOJİK HATA

-Büyük tanıtımlarla vizyona giren Fetih 1453 filminde çeşitli bilgilerin yanlış ele alındığı yönünde iddialar ortaya atıldı. Filmdeki en büyük hata, kuşatma sürecindeki olayların kronolojik sırasının alt üst edilmesi.

-Kuşatmanın 15. Gününde 20 Nisan’da cerayan eden ve İstanbul’un fethindeki en önemli hadiselerden olan 3 geminin kuşatmayı yararak İstanbul’a girmesi filmde kuşatmanın 40. Gününde 15 mayısta gösteriliyor. Bu tamamen yanlış bir bilgidir.

 

EYÜP SULTAN'IN MEZARI

-Eyüp Sultan’ın mezarı kuşatma sırasında bulunuyor diye gösteriliyor. Dönemin kaynaklarında kuşatma sırasında Hz. Eyüb’ün mezarının bulunduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. Tarihçi İbn Kemal, Eyüp Sultan’ın mezarının Fetih’ten sonraki yıllarda bulunduğunu açıkça anlatır.

 

AKŞEMSETTİN KUŞATMAYA BAŞINDAN KATILDI

-Fetih’te önemli bir rol oynayan Akşemsettin ancak filmin sonlarında ortaya çıkıyor. Halbuki Akşemsettin, kuşatmaya ilk günlerden itibaren katılmış ve kuşatmanın en sıkıntılı zamanlarında gerek padişahın gerek ise ordunun manevi gücünün yükseltilmesine yardımcı olmuştur.

 

SURLARIN ÖNÜNDE KONUŞMA YOK

-Filmde kuşatmanın başlangıcında Bizans İmparatoru ile ikinci Mehmet surların önünde konuşuluyor gösterilmiş. Böyle bir konuşma olmamıştır. Ceneviz Dükası’nın önündeki masada Veinedik’in simgesi kanatlı San Marko arslanı bulunuyor. Venedik ile Ceneviz, iki büyük rakiptir. Birbirlerinin simgesini kullanmazlar.

BİZANS İMPARATORUNUN CESEDİ

-Bizans imparatorunun cesedi Fatih İstanbul’a girerken bulunmuş gibi gösteriliyor. Bu doğru değildir. İmparatorun cesedi fetihten sonra Fatih’in araştırmaları sonrası bulunmuştur. Kuşatma sırasında Fatih, İstanbul’un kapılarına ve yerleşim yerlerine Türkçe isimleriyle askerlerini yerleştiriyor. Ayvansaray gibi. Fetih’ten önce bu Türkçe veya Türkçeleşmiş isimler kullanılmıyordu.

-Şehrin savunmasında büyük rol oynayan Cenevizli Guistiniani surlarda Ulubatlı Hasan tarafından öldürülmüş gibi gösteriliyor. Cenevizli komutan son hücum sırasında kılıçla değil arkebüzle yaralanmış, ancak İstanbul’da değil, yaralı olarak şehirden kurtulup Sakız’a vardıktan sonra ölmüştür.

AFYONCU'YA GÖRE FİLMDEKİ EN BÜYÜK HATA

-Bana göre filmin en büyük eksiği Fetih’ten sonra Ayasofya’ya giden Fatih’in buradaki Bizanslılar’a bir konuşma yaptıktan sonra filmin bitirilmesi. Halbuki film Ayasofya’da ezan okunduktan sonra Fatih’in secdeye vardığı anda bitirilseydi çok anlamlı ve etkileyici olurdu.



























Sadreddîn-i Konevî Hazretleri  

Posted by Tespih Taneleri... in














 
Konya’nın büyük velîlerinden... İsmi Muhammed bin İshâk, künyesi Ebü’l-Meâlî, lâkâbı Sadreddîn’dir. (1210-1274) Küçük yaşta babası İshâk Efendi vefât etti.

Hz.Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn-i Konevî’nin terbiyesi ve yetişmesi ile devamlı meşgul olabilmek için dul annesi ile evlendi. Çok iyi bir tahsîl gördü. Kelâm ve tasavvuf ilimlerine âit birçok kıymetli eserler yazdı.

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî’ye nefsi terbiye yollarını öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla geçirirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu...


Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır:

“Rüyâmda hocam Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsnâsı ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim.
O da; “Çok doğru, pek güzel!” deyince, ona; “Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz. Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?” dedim. Mübârek ellerini öptüm ve; “Efendim! Bütün mahlûkâtı, her şeyi unutup Allah’ü Teâlâyı dâimî olarak hatırımda tutabilmem için bu fakîre duâ ve himmetlerinizi istirhâm ediyorum.” diye yalvardım. O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım.”


Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük mânevî derecelere yükseldiğini, mânevî âlemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allah'ü Teâlâyı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehât isimli eserinde bildirdi.



Sadreddîn-i Konevî hazretleri hocası Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin vefâtından sonra evliyânın büyüklerinden Evhadüddîn-i Kirmânî hazretlerinin sohbetlerine kavuştu. Ondan da yüksek mânevî bilgiler tahsîl etti. Sonra hac dönüşü Konya’ya gelip yerleşti. Orada güzel halleri ve kerâmetleriyle çok meşhûr oldu.


Sadreddîn-i Konevî hazretleri Konya’da binlerce talebeye ders verdi. Hz.Mevlânâ, Sa’îdeddîn-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi. Zamânının en büyük âlimlerindendi. Kelâm ilmindeki yeri eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu. Muhyiddîn-i Arabî’nin “Vahdet-i vücûd” hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dîne ve akla uygun olarak îzâh etti.


Sadreddîn-i Konevî’nin hayâtı, zühd ve takvâ içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünyâ malına aslâ meyletmezdi.


Sultan Alâeddîn zamânında HâceCihân adında Konya’da çok zengin biri vardı. Malının hesâbı bilinmezdi. Bu zenginin oğlu sara hastalığına tutuldu, çâre için başvurmadığı tabîb kalmadı. Lâkin hiçbir çâre bulamadı. HâceCihân’ın yolu bir gün Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına uğradı. Derdini ona açıp; “Şu dünyâda bir oğlum vardı. O da sara hastalığına tutuldu. Ne olur bu çâresize bir derman olun.” dedi. Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî hazretleri Eûzü besmele okuyup;

“Bismillahillezî lâ yedurru maasmihî şey’ün fil erdı velâ fis semâî ve hüvessemîul alîm. Eûzü bi kelimâtillah-it-tâmmâti küllihâ min nefsihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min hemezât-iş şeyâtîn.”

yazdı ve duâlar etti. Hâce Cihân eve gittiğinde oğlunun sara illetinden tamâmen kurtulmuş olduğunu gördü.



Hz.Şems-i Tebrizî Konya’ya gelince, Hz.Mevlânâ onunla sohbet edip, hiç dışarı çıkmaz oldu. Konya’nın diğer âlimleri buna üzülüp, hep birden şehri terk ederek Denizli’ye gittiler. Bunu duyan Selçuklu Sultânı Alâeddîn çok üzüldü. Bir Cumâ günü Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden ricâda bulunup;

“Ben âlimler arasındaki şeylere karışamam. Bu iş, pâdişâhların karışacağı bir iş değildir. Ancak Cumâ namazında âlimlerin bulunmaması şânımıza noksanlık verir. Lütfen bunları bulup getirin!” dedi.

 Sadreddîn-i Konevî hazretleri hemen katırına binerek yola çıktı. Bir anda kendisini Denizli’de buldu. Orada âlimleri bulup;
“Cumâ namazı vakti geçmeden Konya’ya dönmemiz lâzımdır. Sultânın kalbini kırmayınız; pâdişâhlar, Allah’ü Teâlânın emrini îfâya memur kişilerdir. Onlara karşı gelmek, onları üzmek hiç uygun değildir. Sonra Allah’ü Teâlânın gazâbına uğrarsınız.” buyurdu.

Daha buna benzer birçok iknâ edici sözler söyledi. Yanında evliyâdan Ahî Evren de vardı. Âlimler iknâ oldular. Ancak dediler ki: “Biz teklifinizi kabûl edip gelecek bile olsak, Cumâ vakti Konya’da bulunmamız imkânsızdır.” Sadreddîn-i Konevî de; “Siz kabûl edin, Allah’ü Teâlâ müslümanları sevindirenleri mahcûb etmez.” buyurdu. Âlimler teklifi kabûl edip, yola çıktılar. Birkaç günlük yolu bir anda kat edip, Cumâ vaktinden evvel Konya’ya vardılar. Sultan Alâeddîn buna çok memnun oldu. Sadreddîn-i Konevî hazretlerine olan sevgi ve muhabbeti daha da arttı.


Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: “Rüyâmda Fahr-i Kâinât Efendimiz(sav)’i gördüm. Yanlarında Eshâb-ı kirâm olduğu halde medreseyi teşrif etmişlerdi. Sofanın ortasına oturdular. Bu sırada Mevlânâ da oraya gelip, uygun bir yere oturdu. Peygamber Efendimiz Mevlânâ’ya çok iltifât ettiler ve Hz.Ebû Bekr’e dönerek;

 “Yâ Ebâ Bekr! Ben, Celâleddîn ile, diğer peygamberlerin arasında öğünürüm. Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur.” buyurdular. Mevlânâ’yı sağ tarafına oturttular. Peygamber efendimiz bu rüyâ ile Mevlânâ’nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular. Bu durumu diğer talebelere anlattım ki, onun hatırını gözetip ilminin yüksekliğini anlasınlar.”





Ömrünü Allahü teâlânın kullarına hizmet etmekle, ilim ve edep öğretmekle geçiren Sadreddîn-i Konevî hazretleri duâlarında:

 “Yâ Rabbî! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden başkasıyla meşgûl olmaktan temizle. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle doldur. Bizi başkalarına ve şeytana oyuncak yapma. Bize nûr bahşet. Duâlarımızı çabucak, kendi istediğin şekilde kabûl buyur. Sen işitensin. Sen bize yakınsın. Sen duâlara icâbet edensin.” buyururdu.


Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin kabrini ziyâret edenler, onun feyzlerinden istifâde ederler. Onu vesîle ederek yapılan duâlar, bi-iznillah kabûl olur. Sıkıntıda kalanlar ondan yardım isteseler, Allahü teâlânın izniyle rûhâniyetleri imdâda yetişir.


1899 senesinde Cennetmekân Sultan II.Abdülhamîd Hân, şahsî parasıyla, Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin câmiini ve türbesini îmâr ve ihyâ edip canlandırdı.


Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin Nüsûs, Hukûk, En-Nefehât-ül-İlâhiyye, Mefâtîh-ül-Gayb, Fâtiha Tefsîri, Şerhu Ehâdîs-i Erbaîn gibi eserleri vardır.





Bir defâsında Mevlânâ hazretleri Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına gitmişti. Karşılıklı durmuşlar, hiç konuşmuyorlardı. Bu sırada Sadreddîn Konevî’nin hizmetini gören dervişlerden olan Hacı Mâruf Kâşifî içeri girdi. Bu hizmetçi defâlarca yaya olarak hacca gitmişti.
Pekçok velînin sohbetinde bulunmuştu. İçeri girince, Mevlânâ hazretlerine; “Fakr nedir?” diye bir suâl sordu. Fakat hiç cevap vermedi.

Bunun üzerine tekrar; “Fakr nedir?” diye sordu. Yine cevap vermedi. Tekrar tekrar sorunca, Mevlânâ hazretleri kalkıp gitti.
Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî huzursuz olup;
“Ey pîr-i ham! Neden vakitsiz suâl sorarsın? Sordun cevap verdiler. Tekrar neden sordun?” deyince, derviş;
 “Ne cevap verdiler?” dedi. “Fakrın târifini yaptı. O; “Allah’ü Teâlâyı tanıyınca, dil tutulur!” hadîs-i şerîfi gereğince cevab verdi.”





Mevlânâ Hazretleri, Sadreddîn Konevî’den,

Önce göç etmiş idi, bu dünyâ âleminden.

Cenâze namazını, vasiyet gereğince,

Sadreddîn-i Konevî, kıldırmak isteyince,

Birden bire ağlayıp, kendinden geçti, fakat,

Bu hâlinden hiçbir şey, anlamadı cemâat.

Kendine geldiğinde, kıldırdı namazını,

Sonra suâl ettiler, ona, ağlamasını.

Buyurdu: “Namaz için, geçtiğimde ileri,

Gördüm saf saf dizilen, binlerce melekleri.

Peygamber efendimiz, îmâm olmuş onlara,

Cenâze namazını, kılarlardı o ara.”

Sadreddîn Konevî’ydi, ona hoca ve üstad,

Mevlânâ’dan sonra da, o etti Hakk’a vuslat.

Onu vesîle edip, duâ etse bir kişi,

Allah’ın izni ile, hâsıl olur her işi.

Sadreddîn-i Konevî hürmetine İlâhî,

Cümle sıkıntılardan berî kıl bizi!
 

En Selâmetli Yol: Hüve  

Posted by Tespih Taneleri... in





Elmalılı tefsirinde Enfal Suresi 48. Ayette "insanları, yaptıklarını güzel göstermek suretiyle yoldan çıkaran" şeytanın bir ara;

“Ben sizin görmediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azâbı şiddetlidir!”

dediğini anlatır.


Ayeti okuyunca akla gelen ilk şey "şeytanın Allah'tan korkuyorum" demesi...

Zira şeytan yapıp ettikleri ile hiç de Allah'tan korkan bir varlık gibi davranmıyor.

Halbuki şeytanın fıtratı bu…

Şeytanın tabiatını bilmeyince bu sözleri anlamakta zorlanabilirsiniz.

İnsanoğluna karşı kine, nefrete, öfkeye kilitli bir fıtrata sahip şeytan,

halk tabiriyle “burnundan soluyan” bir şeytan...
 

İnsan burada düşünmeden edemiyor;

şeytanın genel manâda insanlığa karşı sahip olduğu bu fıtratı,

insanlar içinde Müslümanlara karşı taşıyanlar nerede duruyor?

Bence şeytanla yan-yana, iç-içe, omuz-omuza.


"İnsî şeytanlar" derken kastedilenler de herhalde bunlar olsa gerek.

Kendilerinin de içinde bulunduğu insanlık gemisi hayrına yapılan en hayırlı işleri bile

inkâra, tekzibe ve baltalamaya duran ve her şeyin arkasında başka şeyler arayan bu insanları,

bu izahtan sonra anlamak daha kolay oluyor.

 

Bunlar Allah'ın inayetine hiç inanmıyorlar. Onların yanılma noktası burası.

Bu kadar çaplı, bu kadar büyük işler bir insanın kafasının altından çıkmaz diyorlar.

Doğru. Biz de aynı şeyi söylüyoruz. Çünkü bütün bunları yapan Allah!

Ama onlar Allah'ı tanımadıkları, bilmedikleri, inanmadıkları için,

yapılan her şeyi insanlara havale ettikleri için akıl erdiremiyorlar...

“Ene” insanları boğan bir girdap...

“Nahnü” yüzme bilenler için bir yol; ama bilmeyenler için, o da bir girdap.

En selâmetli yol; “Hüve!”

Peygamber'imizi Gerçekten Seviyor muyuz?  

Posted by Tespih Taneleri... in



PEYGAMBERİ sevmek sadece kuru lafla, sevgi edebiyatıyla olmaz.

Peygamber yürekten sevilmeli ve bu sevgi yaşayışa yansımalıdır.

Peygamber'i hakkıyla seven, onun Hak katından getirmiş olduğu Kur'ana sımsıkı sarılır, o mukaddes Kitabın yap dediklerini yapar, yapma dediklerinden kaçınır.

Peygamber'i seven, Allah ile olan işlerinde ve ibadetlerinde ihlaslı olur, her türlü nifak ve riyadan uzak durur.

Peygamber'i seven âdil ve insaflı olur, zulm etmez.

Peygamber'i seven haram yemez.

Peygamber'i seven rüşvet alıp vermez.

Peygamber'i seven lüksten, israftan, aşırı tüketimden, gururdan, kibirden kaçınır.

Peygamber'i seven kişi, başta komşuları olmak üzere halkın meleğidir.

Peygamber'i seven, gücünün yettiği kadar ahlaklı ve faziletli bir Müslüman olmaya çalışır.

Peygamber'i seven, halkın bir kısmı sefalet ve yoksulluk içinde kıvranırken Nemrud ve Firavun gibi yemez içmez, yaşamaz.

Peygamber'i seven parayı putlaştırmaz, para ve mala tapmaz, zengin olmak için her haltı yemez.

Peygamber'i seven, aynı zamanda Ebû Cehil'i , Deccal'ı, Süfyan-'ı, Tâğut'u sevemez.

Peygamber'i seven, onun "Gözümün nuru" dediği namazı da sever ve kılar.

Peygamber i seven mürüvvetli olur.

Peygamber'i seven gıybet etmez, insanların gizli ayıp ve günahlarını araştırmaz.

Peygamber'i seven, onun Sünnetini hayatına uygular.

Peygamber'i seven kişi, Allah'ın kendisine lutf ve ihsan etmiş olduğu nimetleri paylaşır.

Peygamberi seven, ya hayır söyler, ya susar.

Peygamber'i seven fitne, fesat ve tefrika çıkartmaz.

Peygamber'i seven kişi, kendisi Batıda olsa bile, Doğuda ayağına diken batan Müslümanın acısını kalbinde hisseder.

Gerçek Peygamber sevgisi Müslümanı yüceltir, vasıflı ve güçlü kılar,

Peygamber'i seven, onun Şeriatına bağlanır.

Peygamber'i seven oğullarını ve kızlarını, onun seveceği ve beğeneceği iyi Müslümanlar olarak yetiştirir.

Peygamber'i seven, fânî ve aldatıcı dünyaya bel bağlamaz, âhirete yönelik olur.

Peygamberi gerçekten seven kişi, hiç mütemâdiyen haram yer mi?

Peygamber'i seven onun Ashabını da sever.

Onun Ehl-i Beytini de sever.

Onun sevenleri de sever.

Peygamber'i seven, dinde çıkartılan bid'atları sevmez.

Zulmü, fıskı, fücuru, yalanı, nifağı, şikağı, günahı, azgınlığı sevmez.

Peygamber, insanların en fazla istiğfar edeniydi, onun seven de tevbeli ve istiğfarlı olur.

Peygamber israf etmezdi, onu seven kuru ve bayat ekmeği asla çöpe atmaz.

Peygamberi seven doyduktan sonra veya tok iken yemez.

Peygamberi seven, seher vakitlerinde leşler gibi uyumaz.

Peygamberi seven, cimrilik yapmaz, cömertlik sergiler.

Peygamberi seven, Kıblegâh-ı- Kibriya olan kalpleri kırmaz.

Peygamber'i can u gönülden, yürekten, gerçekten seven Müslümana Nebevî nurlar yansır.

Bu sevgi lafla, edebiyatla olmaz... Peygamber sevgisi yaşanan bir sevgidir...

Hem Peygamberi seviyorum de, hem de onun yolundan gitme, onun yaptıklarını yapma, yapmadıklarını yap, onun Kitabına ve Sünnetine tamamen aykırı bir yolda yürü, olur mu böyle şey?

Kur'an "Peygamber size ne getirmişse onu alın" buyurarak, biz mü'minlere onun yolundan gitmeyi emr ediyor.

Peygamberi seven, onu kendisi için en güzel örnek, model, mürşid kabul eder.

Lafta ve yüzeyde kalan, hayata uygulanmayan sevgi eksiktir.

Kurtulmak istiyorsak, Peygamber sevgisini yaşayalım, hayata aksettirelim.

Edebiyatı bırakalım, bize bakan Peygamber sevgisi nasıl olurmuş görsün.
 
Kendinize donup bir bakin bakalim, acaba biz ne kadar seviyoruz?
 
Guzeller guzeli, canlar cani, gonuller sultani, Efendimiz (sav)'i...

''Bir mu'min ailesinden, coluk cocugundan cok sevmedikce iman etmis olmaz''
buyuruyor mubarek.

''Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah(sav)''
diye hitab ederdi ashabi...

Daha nasil anlasilabilir ki bir sevgi?
Daha nasil ifade edilebilir ki?
Varin siz de dusunun bakalim..
.
Icim huzunle dolup tasiyor ben dusundukce yok yok biz layiki ile sevemiyoruz seni Ya Habiballah (sav) affet ne olur affet bizi... Senin bizi sevdigin kadar malesef seni sevemiyoruz...:((
Dua edelim, yazdikca yazasim geliyor, kendimi tutamiyorum dua edelim insallah Mevla bize hic degilse imanimizi kurtaracak kadar sevmeyi nasip etsin...
Sevmek fedakarlik ister bizim Allah Rasulu(sav) icin yaptigimiz en buyuk fedakarlik nedir?
Daha gecen gun bir arkadasimin oglu Hz. Muhammed(sav)in ismi gecince;
''Anne O kim?'' dedi. Ben kahroldum bu nasil anne dedim bu nasil evlat yetistirmektir ya hu!
Ve bu cocuk ilkokul uce gidiyor. Simdi anliyor musunuz telasimin, hirsimin, bir turlu yaziyi noktalayamayisimin nedenini...
Rabb'im hidayet, kurban oldugum Hadi ismi serifinle tecelli eyle bizlere hidayet nasip et..amin.

Seni En Çok Kim Seviyor?  

Posted by Tespih Taneleri... in





Seni hergün arayan ,en sevdiğin gülleri veren, yanık türkülerini senin için söyleyen, ama çabuk küsen, en ufak hatanda bile bir kalemde silip atan sevdiğin mi?Hiç bırakmaz mı, hiç unutmaz mı seni? Hiç kırmaz mı, incitmez mi yüreğini?

Senin için neler yapabilir sevdiğin? Uğruna ölür mü, dağları deler mi senin için?

Peki kabul olacak son duasını kendini unutup senin için yapar mı Rasulün gibi? ve O’nun mahşerin yangınında “Ümmeti,ümmeti” dediği gibi, senin için o zor günde “sevgilim,sevgilim” der mi? Sırf senin için bir ömür boyu hasırlarda yatar mı? İbrahim(A.s) gibi sevdiği için ateşi bağrına basar mı?

Peki sen en çok kimi seviyorsun?

Bütün günahlarına rağmen affetmek için bahaneler arayanı, sahip olduğun herşeyi sana karşılıksız vereni, güneşi hergün senin için üstüne doğduranı ne kadar seviyorsun? Her gün beş vakit sana huzura gel,felaha gel diyeni unuttun mu? O ki herşeyi senin için yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Senin için arşına “Rahmetim,gazabımı geçti” yazıyor.

Sana her gün iflah olman için yeni bir fırsat tanıyor. Seni her an halden hale sokanı, sana annenden 99 kat daha şefkatli olanı, seni dünyaya halife kılanı ne kadar seviyorsun?

İnsan kimi sevse hep bir yanı eksik kalıyor. Aşık maşuk’una kavuşunca aşkı bitiyor.Çünkü aşk maşuku kovalamaktı, bunu bilmiyor…Faniye duyulan aşk da fani oluyor. Güneş tam zirvede derken,batmaya duruyor…

Kimi seveceğini bilmeli insan, yaslandı mı sevdiği yıkılmayacak, tutundu mu kopmayacak,kırılmayacak… Öyle sağlam olmalı sevdiği ve öyle sevmeliki onu, onun için ateşe atıldığında,ateşin güle döneceğine yürekten inanmalı..Adını her andıkça yüreği titremeli,onu buldukça aşkı tazelenmeli…


Sönmeyen, bitmeyen, pörsümeyen bir aşk var ki; bize şah damarımızdan daha yakın.Bir gidersek, ”O” bize on geliyor. Biz ona yürürsek,”O” bize koşuyor. Her “Ya Rab” deyişimizde,usanmadan “kulum” diyor. Hep veriyor,veriyor,veriyor…


Haydi bir daha düşün;

Seni en çok kim seviyor?


CAHİDE SULTAN

 

Posted by Tespih Taneleri... in





"Acı ademoğlunu en çok beğendiği kapısından ziyaret edermiş."

Ali Ayçil


Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz