İnsanlar Yaşadıkları Gibi Ölürler...  

Posted by Tespih Taneleri... in




Muhterem Müslümanlar! Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bir gerçeği şöyle beyan eder:

"İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür; nasıl ölürse öyle dirilir; nasıl dirilirse öyle haşrolur."

Bu şu demek oluyor. İnsanlar ahiret rotasını dünyadaki yaşam tarzlarıyla çiziyorlar. Yaşantımız iyi olursa ölümümüz de iyi oluyor. Ölümü iyi olanların ahireti de memur/arzu edilen güzellikle oluyor. Bu ifadeleri lütfen dikkate alınız.
Bu dünyada insan kime ne bahane bulmuşsa, kimlere nasıl davranmışsa o hâl ile hâllenmedikçe dünyadan göçmüyor. Onun için zikrimizi, fikrimizi, tavır ve davranışlarımızı Kur'ân ve Sünnet ölçüleri doğrultusunda ifa edelim. Dünya kısa ve çabuk geçiyor. Dikkate alıyor musunuz, benim bu ifadelerime muhatap olanların içinde hiç birimiz elli sene sonra bu dünyada yaşıyor olmayacağız. Elli sene içinde bu dünyadan göçüp gideceğiz. Elli sene dediğiniz ne ola ki, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar her şey biter.

Hayattan ibret almak için tarihte çok dikkat çekici örnekler vardır. Size bu örneklerden birini arzedeyim:Tâbiûn devrinin tefsir ve hadis alanında ünlü zâhidlerin arasında yer alan Said bin Cübeyr vardır.
Bu zat Müslümanların gönlünde destani bir kişiliğe sahip olmuş Zevat-ı kiramdandır. Böylesi mübarek bir insanı dünyanın en zâlimleri arasında yer alan Haccâc öldürtmüştür. Haccâc, Said'in öldürülmesi kararını verince onu karşısına alıp:

"- Seni öyle bir ölümle öldüreceğim ki, geçmiş ve geleceklere ibret olacaksın" demişti.

Bu sözü duyan Said, Haccâc'a, asıl ibretlik sen olacaksın mesajı verircesine ona güldü. Bu gülüşle kalbine ok gibi saphlanan mânâ ile Haccâc telaşla Said'e sordu:

- Ne gülüyorsun be adam? dedi.Said (r.a.)'in cevabı şu oldu:

- Senin Allah karşısındaki cüretine ve bunca zulmüne rağmen Allah'ın sana hâlâ imkân vermesine gülüyorum. Ne kadar acınacak ve gülünecek hâlin var biliyor musun ey zavallı adam?Ve işkence başladı. Birgün sonra Said öylesine bitkin düştü ki, sesi zor duyulur hâle geldi. Şu istekte bulundu:

- Ölüm ânım yaklaştı. Bırakın da 2 rekat namaz kılayım.Haccâc kükredi:

- Kıl, fakat Müslüanların kıblesinin tersine dönerek.Said hazretleri iki büklüm doğruldu. Gösterilen istikamete döndü ve şu âyeti okudu:

"Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz dönün, Allah'ın yüzü ile karşılaşırsınız" (Bakara Sûresi, Âyet: 115)Said (r.a.) 2 rekat namazını bitirdi, bitirir bitirmez de boynu vuruldu.  
Her iki gecede bir hatimeden.
Sık sık ağlayıp yanındakileri de ağlatan...
Ağlamaktan gözleri şişen... Said, dünyaya böylece veda etti. İnna Lillahi ve inna râciûn...

Kaynaklar bize şu ilginç tabloyu çizmektedir. Haccâc ölürken bir türlü canı çıkmıyordu. Dalıp dalıp ayılıyor ve şöyle diyordu:

- Said bin Cübeyr beni bırakmıyor ki öleyim. Yakama yapışmış "Beni ne hakla öldürdün?" diye soruyor.Uzun bir can çekişme sonrasında ölen Haccâc rüyada görüldü. Şöyle diyordu:

- Öldürdüklerimin her biri beni bir defa öldürüyor, yeniden diriliyorum; fakat Said beni yetmiş kere öldürdü. (Ebu'l-Kâsım Kuşeyri, Letaifu'l-İşaret. c/8. Sf:9) Konunun başındaki ifadelerime dönüyorum: Dünyada nasıl yaşarsak öyle öleceğiz; neleri amel olarak işlemiş isek onlarla karşılaşacağız.
Örnek verdiğimiz vak'a da meselenin böyle olduğunu teyid ediyor.Aklımızı başımıza alalım... Yaşam çizgimizi düzgün yapalım.


Mevlüt Özcan

Eyub'de Hatırla...  

Posted by Tespih Taneleri... in

Eyyûb'u da hatırla. Hani o Rabbine, "Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti.(Enbiya Suresi, 83)


"Ey Rabbim! Şüphesiz bütün peygamberlerinin hayatında bizler için güzel örnekler vardır. Senin nebilerin, resullerin ve elçilerin de dert çektiler. Zulme uğradılar. Bizler için bunlarda da bir ibret vardı. Eyyub'e (a.s.) bir dert isabet etmişti. Yaman mı yaman bir dertti bu. O, bu derde derman arayacak makamı biliyordu.





O biliyordu Senin, dermanını yaratmadığın derdi vermediğini. Ve Sana el açtı. Katına açılan ellerinin bir şeyler almadan dönmeyeceğine emindi. Ve dedi ki: "Ey Rabbim. Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin!" Ve Sen ondan derdi kaldırdın Allah'ım. Bizlerden, eşimiz dostumuz, çoluğumuz çocuğumuzdan da dermana muhtaç olanlar var. Sen onlardan da derdi kaldır. Eyyub'un derdine verdiğin derman gibi onlara da derman ver. Doktorda ve ilaçta yine Senin emrinle şifa bulmaya çalışacağız. Bize doğru doktoru, tesirli ilacı bulmamızı nasip kıl. Hastalarımıza deva, borçlularımıza eda nasip et. Kendimize, ailemizi ve bütün inananlara derman, güzellik ve esenlik yarat.Vermende sınır yoktur, yaratır verirsin Sen, Yol yoksa, yol yaratır, sonra gönderirsin Sen.

Zilhicce-i Serifimiz mubarek olsun...  

Posted by Tespih Taneleri... in


Zilhicce ayında oruç tutmanın fazileti nedir, hangi günlerde oruç tutmalı? Eminim hepimiz biliyoruz da bende de bir hatirlatma olsun istedim... Kiymeti bilinmesi gereken gunlerdeyiz, Rabb'im istifadesiyle nasiplendirsin cumlemizi insallah... Goruyorsunuz iste felaketler, kazalar, belalar geliyorum demiyor, bugun variz yarin belkide yokuz... Artik gercek manada Allah'a donelim insallah, sadece niyetle degil, amelle donelim... Yetmez mi beyhude gecen omrumuzde, yapilan dunyalik ameller? ''Hem ahirete hem de dunyaya calisin'' demis Efendimiz (sav) guzeller guzeli, basimizin taci, yolunun topragina kurban oldugum. Ne olur artik yasayalim dinimizi... Kurtaralim hem dunyamizi hem ahiretimizi...

Kurban bayramının bulunduğu aya Zilhicce denir. Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti çoktur. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan oruç, bir yıl oruç tutmaya, bir gecesini ihya etmek de Kadir gecesini ihya etmeye bedeldir.

                                                                      [İbni Mace]
Zilhiccenin ilk on gecesinde yapılan amel için, 700 misli sevap verilir. [Beyheki]
Zilhiccenin ilk dokuz gününde oruç tutan, her günü için, helal malından yüz köle azat etmiş veya Allah yolundaki mücahidlere yüz at vermiş veya Kâbe’ye kurban için yüz deve göndermiş gibi sevaba kavuşur.

[R. Nasıhin]

Bu on günün hayrından mahrum olan kimseye yazıklar olsun! Bilhassa dokuzuncu [Arefe] günü oruçla geçirmelidir! Onda o kadar çok hayır vardır ki,saymakla bitmez.[T. Gafilin]

 
Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutana, her günü için bir yıllık oruç sevabı verilir.

[Ebul Berekat]
Zilhiccenin ilk on günü fazilette bin güne, Arefe günü ise, on bin güne eşittir.

[Beyheki]
 
Allah indinde zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!

[Taberani]

[Tesbih: Sübhanallah, Tahmid: Elhamdülillah, Tehlil: La ilahe illallah, Tekbir: Allahü ekber, demektir.]

İlk on günün kıymeti

Peygamber efendimiz,Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerin, diğer aylarda yapılan amellerden daha kıymetli olduğunu bildirince, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, Allah yolundaki cihaddan da mı daha kıymetlidir?) dediler. Peygamber efendimiz, cevabında buyurdu ki: "Evet cihaddan da kıymetlidir. Ancak canını, malını esirgemeden harbe gidip şehit olan kimsenin cihadı daha kıymetlidir."

[Buhari]

Ebüdderda hazretleri buyurdu ki:

Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutmalı, çok sadaka vermeli ve çok dua ve istiğfar etmelidir! Çünkü Muhammed aleyhisselam, Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun) buyurdu. Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutanın, ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çoluk çocuğu belalardan muhafaza olur, günahları affolur, iyiliklerine kat kat sevap verilir, ölürken kolay can verir, kabri aydınlanır, Mizanda sevabı ağır gelir ve Cennette yüksek derecelere kavuşur.

[Şir’a]

Yuce Allah’ın Adem aleyhisselamı bağışladığı gün, zilhicce ayının ilk on günüdür.

Zilhicce ayının 2.günüde yüce Allah Yunus peygamberin duasını kabul buyurdu.Kendisini balığın karnından çıkardı.

Zilhicce ayının 3.gününde yüce Allah Zekeriya peygamberin duasını kabul etti.

Bir kimse o gün oruç tutarsa.yüce Allah onun duasını kabul buyurur.

Zilhicce ayının 4.gününde İsa Aleyhisselam doğdu.

Bir kimse o günü oruçlu geçirirse,ondan sıkıntı,fakirlik gider.Kıyamet günüde, iyiliksever,keremli yazıcı meleklerle olur….

Zilhicce ayının 5.günüde Musa aleyhisselam doğdu.

Bir kimse o günde oruç tutarsa,münafıklıktan uzak,kabir azabından emin olur.
Zilhicce ayının 6. gününde,yüce Allah peygamberimiz.s.a.v.’e Hayber kalesini almayı nasib eyledi.
Zilhicce ayının 7.günü cehennem kapıları kilitlenir,on günleri çıkıncaya kadar açılmaz.

Bir kimse ogünü oruçlu geçirirse, kendisine yetmiş sıkıntı kapısı kapanır,yetmiş kolaylık kapısını da açar.

Zilhicce ayının 8.günü olan terviye günü bir kimse oruç tutarsa.kendisine o kadar iyilik ihsan edilirki, onların sayısını ancak Allahü azimüşşan bilir.

Zilhicce ayının 9.olan arefe günü bir kimse oruç tutarsa,geçen bir senelik,gelecek bir senelik,günahının bağışlanmasına sebep olur…

" senin için Zilhicce ayından oruç tuttuğun her gün için ;

100 köle azat etmek,100 deve kurban etmek ve ALLAH Teala yolunda

üzerine bindiğin 100 at sevabı vardır.
Zilhicce ayının ilk on gününde oruç tutan kimseye Hz.Allah 10 nimet verir

1.ömrüne bereket verir

2.malını artırır

3.ailesini korur

4.günahlarını afv eder

5.sevaplarını kat kat eder

6.canını son nefeste kolay verir

7.kabrini aydınlatır

8.terazisi ağır gelir

9.cehenneme atılmaktan kurtulur

10.cennetteki dereceleri yükselir

Bir Aşk Hikayesi  

Posted by Tespih Taneleri... in


Âşık olmak kolay değil. Hele ki şu bahtsız çağda..

Dünyayı, şanı-şöhreti, malı-mülkü arkaya atıp, nefsi sıfırlayıp da; “Lebbeyk” demek, yanmak..

Daim Yâr olanın Yâri’ni yâr bilmek.Tek tek devirmek yürekteki putları, hiç kolay değil.Hac mevsimindeyiz efendim.
Mahşerin provasına az kaldı..
Allah’ın Misafirleri, ışığın etrafındaki pervaneler gibi, akın akın Aşkın Merkezi’ne koşuyorlar şimdilerde..

Bu anlatacağım aşk hikayesi de, işte yine böyle bir hac mevsiminde, âşıkların yola revan oldukları bir demde yaşanmış. Evet bu bir aşk hikayesi..

Âşık bir adamın hikayesi.


Ankara sokaklarında, tam da Diyanet İşleri Bakanlığı’na giden yolun üstünde, orda burda yatıp kalkan, üstü başı perişan, evsiz barksız, kağıtlara sarınıp uyuyan bir adam var..
Hani eskiden her mahallede mutlaka olan, halkın “deli” dediği meczublardan biri, dış görünüşte.. Ama, ne adam..
Gül yüzlü’nün nazlısı, hem sevdalısı o adam..“Harâbat ehlini hor görme zâkir, defineye mâlik viraneler var”* dediği gibi şairin, bilinmez ki Hakk’ın sırları..
Candan geçen bir deli, Hakk yolunda bir veli, sırılsıklam âşık bu adam..Koyalım şimdi burada âşığımızı, başından anlatayım hikayeyi efendim.

 
Hac yolunda, pek çok şahidin önünde yaşanmış bu anlatacaklarım..
Bana da, Sevim Yılmazel Yazar kardeşim anlattı, hem radyo programımda okuyayım, hem de yazayım, yüreklere ulaşsın diye..
O da, hac yolunda, kafile başkanları Şaban Hoca’dan dinlemiş..
Eskiden hacca kara yoluyla hacı götürürmüş hocaları..İşte Şaban Hoca, o eski yıllarda kendi şahid olduğu bu ilginç hikayeyi, 2002’de onları hacca götürürken, tam da Medine’ye girmek üzere oldukları bir vakitte anlatmış gözyaşları içinde..
Evet mevsimlerden Hac, Günlerden, vakitlerden, saatlerden, şehirlerden aşkmış.Aynen şimdi olduğu gibi..Adanmış yürekler-vakitlermiş yine..Ve otobüslerle kudsîler ordusu yoldaymış..Aşkın Merkezi’ne bir yürek dolusu seyahatteymiş..

Şaban Hoca’nın kafilesi Medine’ye girmeden önce, otobüsteki hacı adayları demişler ki:
“Hocam şurada azıcık mola verelim, Peygamber Şehri’ne, huzura gireceğiz, kendimize bir çeki-düzen verelim, abdest alıp, tazelenelim..”
“Olur” demiş Hoca ve herkes inmiş, bagajlar açılmış..Bir de bakmışlar ki ne görsünler!
Açılan bagajın içinde, valizlerin arasında, yarı baygın vaziyette uyuyan bir adam!
Çıkarıyorlar dışarı tabii adamı..
başına toplanıp, hayretler içinde bakıyor adama, kimdir, necidir, ne işi var burda?
Şaban Hoca hemen tanıyor adamı..
Evet O işte! Bu, O meczub..
Bakanlık yolunda her zaman gördüğü, kimsenin ehemmiyet vermediği, o perişan, o dilenciye benzeyen, kağıtlara sarılı uyuyan o garip adam bu!
Herkes hayret ve dehşet içinde..Kafalarda sorular, sorular.. Adam biraz kendine gelince diyor ki Şaban Hoca; “Bre adam sen delirdin mi? Ne işin var burda?..
Başımızı Arap polisiyle belaya mı sokacaksın?! Biz şimdi ne yaparız, ne deriz?”Adam mahzun bir boyun büküşle der ki; “Allah aşkına bana dokunmayın! Ben özel davetlisiyim O’nun! -Sallallahu aleyhi ve sellem- Her gece, her gece rüyamda görüyorum ben O’nu..Gül Efendim bana geliyor her gece ve diyor ki:
Bugün de gelmedin, nerde kaldın?! Halbuki ben bir garip âdemim, tek sermayem yüreğim ve O’na olan aşkım..
Ne param var, ne pulum.. Hacca gelmek benim neyime?Ama ısrarla davet var!
“Bugün de gelmedin nerde kaldın?!” diyor Gül kokulum, çağırıyor beni..
Dayanamadım, baktım ki Hac otobüsü gidecek, attım kendimi bagaja..
Madem ki O çağırdı, elbet bir yol bulunacak, şu yüreğim maşûkuna kavuşacak.
Ne olur dokunmayın bana, yalvarırım beni yine yerime koyun.Buraya kadar getiren Allah, elbette bana bir zarar iliştirmez..Vuslatım yakındır elbet..
“Harâbat ehlini hor görme zâkir, defineye mâlik viraneler var..”

Erzurumlu İbrahim Hakkı

Ah ki ah..Mekke’ye, Medine’ye parası olan değil, aşkı olan gider ah..

Bunun üzerine tüm hacılar, Şaban Hoca’ya yalvarıp diyorlar ki; “Hocam ne olur, biz de yardım edelim bu garip kardeşimize..Resul’ün nazlısıymış meğer, özel davetlisiymiş hem, üzmeyelim O’nu..”

“Aşıka Bağdat sorulmaz, ufukları aşar gider

Ümid yolcusu yorulmaz, baht izinde koşar gider

Sevdaya karşı durulmaz, gönüllerde yaşar gider

Ümid yolcusu yorulmaz, baht izinde koşar gider”

Münir Nureddin Selçuk

Karnını doyurup, üstünü değiştiriyorlar..

Titrek yürekler, yaşlı gözler ve gül kokulu dualarla tekrar bagaja sırlıyorlar âşığı.. Aşk, ciğerleri deler işte böyle.. Tesir eder, teshir eder herkesi, her mahlûku, âh.. Dağ taş bile anlar aşkın dilini.. Gâh inleyen bir hurma kütüğü olur aşk, Gâh mâşûku için bagajda can vermeye hazır bir garip.. Sadece mühürlenmiş yürekler, kördür aşka.

Tabii ki efendim, hiçbir engele takılmadan, polis denetiminden çok kolay geçip, Medine’ye girmiş kafilemiz.. Şaban Hoca bundan sonraki olayları gözyaşları içinde şöyle anlatmış:

“O kargaşada ben O’nu kaybettim, bulamadım, ama aklım da hep O’nda, “ne yaptı acaba?” diye meraktayım.. Hacıları otellerine yerleştirdikten sonra, Ravza’da polis olan tanıdığıma gideyim de, beni içeri alsın, rahatça Resululallah’ı göreyim diye oraya yöneldim..
Yeşil Kubbe’ye doğru ilerlerken bir de ne göreyim! Ayaklarımın dibinde, dizleri üstünde sürüne sürüne, ağlaya ağlaya Ravza’ya doğru gidiyor, bizim bagajdaki âşık!.. Dedim ki: Sen ne yapıyorsun böyle? Kalksana ayağa, niye böyle yerlerde sürünüyorsun? O da hepimizi, tüm Hacc kafilesini hıçkırıklarla ağlatan şu cevabı verdi:
 
“ Hocam bırak beni kendi halime!..
Yıllardır ben bu hayalle yaşıyorum. Her gece evimi, yüreğimi şenlendiren, bu aciz kulu sürekli hânesine davet eden peygamberimin huzuruna ayakta dikilerek girmekten haya ederim..”
 

İçeri beraber giriyorlar, fakat Şaban Hoca; “İçeride kimse olmamasına rağmen, O’nun dışarı çıktığını görmedim” diyor.. Günlerce hep O’nu arıyor, ama bulamıyor. Türkiye’ye döndükten sonra da, bir daha O’nu ne görüyor, ne de bir haber alıyor.Âşık, maşûkuna kavuştu, sır oldu.Sana da ey okuyucu ve ey yüreğim, bu “sır”dan bir hisse düş-tü.

Sevim Yılmazel Yazar kardeşim, bu hikayeyi anlattıktan sonra dedi ki;

“Ve Ablacığım, biz Medine’ye bu hikaye ile, ağlayarak, yanarak girdik.. Ravza’ya ilerlerken de, aynen o âşık gibi, yerlerde dizlerimizin üzerinde ilerledik.. Ne zaman Medine ile ilgili birşey duysam, evvela Sevgili peygamberimi, sonra da O’nun özel davetlisi, hicabından iki büklüm, diz üstü ağlaya ağlaya Ravza’ya koşan bu Resul âşığını hatırlarım.. Benim haccla ilgili en güzel anım budur. Rabbim inşaAllah tekrar Medine’ye varmayı, sürünerek o huzura çıkmayı nasip etsin..”


Ben de bu kardeşimin içten duasına “amin” diyor, benimle yüreğini paylaştığı için teşekkür ediyorum.


 
Son söz:Mekke’ye, Medine’ye parası olan değil, aşkı olan gider..Ey tâlib, aşk biriktir sen de, oyalanma!..Muhabbetle efendim.



Ayşe Reşad


HAYA ÖĞREN  

Posted by Tespih Taneleri... in





Beraber ağlamazsın, sonra, kör dersin, sağır dersin.


Bu hissizlikten insanlık hem iğrensin, hem ürpersin!

Ne ibret, yok mu, bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren?


Bırak tahsili evladım, sen ilkin bir haya öğren!


MEHMET AKİF ERSOY

HALK İÇİNDE HAKLA OLMA HALİ  

Posted by Tespih Taneleri... in




“Rabbim, sanırlar mı ki ben secde ederken taşa toprağa baş koyarım?

Hayır, eğilen başım o kaskatı yerde, Sen’in aşkının yumuşak dalgalarına karışır.

Rabbim, sanırlar mı ki, bir şeye dua edip bitirmek, gene dua edip yitirmek endişesindeyim?

Hayır, dudaklarım ismini analı beri söz söylemekten bile utanır olduğumu Sen’den başka kime anlatabilirim?

Rabbim, zannederler mi ki günah kapımı çalmaz, suç elimin ayağımın yolunu bilmez? Rabbim, sanırlar mı ki bir aşinaya, bir dosta gülümseyen dudaklarım, bir zevkin, bir meclisin dağdağasına iştirak eden hislerim, orada bunlarla alışveriştedir?

Hayır, alışımın, verişimin kiminle olduğunu bilirsin. Sen’den başkasına bildiremeyeceğim için de susarım işte.”

(Samiha Ayverdi, Yusufçuk)

Günaha Reçete  

Posted by Tespih Taneleri... in


Zünnûn-i Mısrî k.s. anlatıyor:

Bir gün bir doktorun yanına uğradım, etrafında kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluk vardı. Her birine hastalıklarına uygun ilaçları tarif ediyordu.
Yaklaşıp selam verdim, o da selamımı aldı. Sonra ona dedim ki:
– Allah Tealâ sana merhamet etsin. Günah hastalığının ilacını bana tarif eder misin?
Doktor oldukça mahirdi. Yaklaşık bir saat kadar başını öne eğip sustu. Sonra başını kaldırarak şöyle dedi:
– Sana bu hastalığın ilacını tarif etsem anlayabilir misin?
– Evet, inşallah anlarım, dedim. Doktor:
– Fakr kökünü, sabır yaprağını, tevazu dalını, huşu meyvesini, muhabbet bitkisini, sekinet hurmasını, heybet ve sıdk çiçeklerini topla. Bunları bir araya getirdiğinde söyleyeceklerimi harfiyyen uygula. Önce bu topladıklarının üzerine İslâm hükümlerinin suyunu dök, altını ise iştiyak ve aşk ateşiyle tutuştur, azametle alevlendir. Ta ki hikmet köpükleri köpürsün. Saf bir fikir ile durulduğu vakit rıza süzgecinden geçir ve zikir kâsesine boşalt. Ayrıca içine nasuh tevbesi ilave et. Amelini görme ve bunu halvet dükkânında iç. İçtikten sonra vefa suyu ile ağzını çalkala, açlık ve takva misvakı ile dişlerini misvakla. Üzerine kanaat elmasını kokla ve son olarak da Allah Tealâ’nın dışındaki şeylerden yüz çevirme mendiliyle dudaklarını sil. İşte bu ilaç günahları yok eder ve gaybı en iyi bilen yüce Allah’a yaklaştırır.


(Abdullah b. Esad Yâfiî, Ravzu’r-Riyâhîn

ZİKİR VE ZİKRİN TESİRİ BİR DENİZDİR  

Posted by Tespih Taneleri... in





Üstad Necip Fazıl, “O ve Ben” isimli eserinde mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin zikir hakkında söylediklerini şöyle özetler:
 
“Zikir ve zikrin tesiri bir denizdir. Bir deniz ki, kimse dibine varamamıştır.
Dalgalı bir derya ki, dünya onun tek dalgasını görmüyor… Dünyayı kavrayan bir okyanus ki onu kuşatmaya kainatın gücü yetmez.
 
Nihayetine kimsenin erişemeyeceği bir alem… Zikir zikredenlerin kalplerinde doğan bir hal ki, söylemesi, yazması, bildirmesi imkansız…
 
Allah’ı bilen kimsenin, dili söylemez olur; kelime bulamaz ki anlatabilsin… Şaşırır kalır; dünyadan ve insanlardan haberi olmaz.”

Gerçek Sevgili  

Posted by Tespih Taneleri... in




Çocuk babasına sorar;

BABA SENİN HİÇ SEVGİLİN OLDU MU..?

Baba cevap verir;

BİR TEK SEVGİLİM OLDU, O DA ALLAH.

Çocuk şaşırır...

PEKİ YA ANNEM...?

Baba gülümser;

O BANA SEVGİLİ'MİN HEDİYESİ..












'Adam Gibi Adam', 'Kadın Gibi Kadın'  

Posted by Tespih Taneleri... in





Dışarıda gayet iyi olan bu insanlar evlerinde ve ilişkilerinde birbirlerine yapmadıklarını
bırakmazlar.Herhangi bir ortak mekanı paylaştığınız insana karşı bile bir sorumluluğunuz vardır.
Hatta bir otobüs yolculuğunda yanınızda oturan kişinin üzerine kaykılamaz, uyurken homurdanamaz yanında uygunsuz davranamazsınız.
Fakat ne olursa olur bu saydıklarımı diğer insanlara karşı yapmaktan imtina ederken evde en sevdiğinize (ya da öyle olduğunu sadece sözde söylediğinize ) karşı kendinizi salıverirsiniz.
 Öyle bir salıvermedir ki bu bir daha kendinizi kendinizde bulamazsınız.
Elbette sürekli olarak alarm durumunda, ‘hazır ol’da durmaktan bahsetmiyorum . Ne ki insanın kendisiyle baş başa kaldığında bile uyması gereken edep kuralları, sınırları vardır ve olmalıdır da. İnsanın kendisine karşı bile belli bir mahremiyeti olmalıdır. Ne de olsa her yer meleklerle dolu değil mi? Aslında kendimizle kaldığımızda bile yalnız değiliz ve edepsizlik yapamayız…
Tuvalete girdiğinde kapıyı kapatmayanlar, çıktığında sifonu çekmeyenler.:((
Dişlerini gün aşırı fırçalayanlar, ağızlara emzik edilen kürdanlar, pijamayla uyanıp aynı pijamayla bütün günü geçirip aynı pijamayla yatağa girenler, saçını sakalını işe giderken tarayanlar..Daha neler neler…

İlişki durmaksızın gösterilen bir emek istemese de, asgari edep ve mahremiyet kurallarını ihmal ettiğinizde acısını çeker, beldelini ödersiniz. Karşınızdakinin saygısını yitirmek ve sıradanlaşmak çok kolaydır aslında.Kendinize saygı duymayın, hayata saygı duymayın, göreceksiniz ki kimse sizi özlemeyecek, size saygı duymayacaktır.

Hadi kalkın aynaya doğru bir yürüyün ve kendinizle karşılaşın. Şimdiye kadar hep karşınızdakinden beklediğiniz şeylerin sizde olup olmadığını kontrol edin. İşe kendinizden başlayın… Her şeyinizi eşinizin bilmesi, her halinize şahit olması gerekmiyor. Belli oranda kendi mahremiyetinize geri dönün.
Kendinize, kişisel bakımınıza özen gösterin. Mesela, ‘rahat ediyorum’ bahanesiyle evde atletle dolaşmayın… ‘Takım elbiseyle dolaşın’ da demiyorum ama bir ortası vardır herhalde bunun. Kendinizi bırakmayın ve sevginizin büyüklüğüne de, aşkınızın ölümsüzlüğüne de fazla güvenmeyin.
 Özensiz her ilişki yıpratıcı olacaktır sonunda.

 Kadınlar siz de kendinize bir dönün ve dolaptaki en güzel giysinizi belki gelmeyecek, gelse de sizin artık içine giremeyeceğiniz o meçhul güne veya davete bıraktığınız elbisenizi giyin. Evinizde hizmetçi gibi değil hanımefendi gibi, asaletle dolaşın… Asaleti sadece dışarıya ve dışarıdakilere hasretmeyin…
Halinde, tavrında, giysilerinde belli bir nezafet insanın kendisine karşı saygısını artırır. Kendisine, bedenine, ruhuna, giysilerine, kullandığı eşyalara özen gösteren insan kendisini daha değerli algılar. Varlığı yüzeyselliğin içinde değil varoluşun derinlikli yapısında hisseder.
Elbette, dışımıza gösterdiğimiz özen ve ihtimam sadece bir başlangıçtır ve sonrası da olmalıdır ki o da davranışlardaki içtenlik ve edep olarak kendini göstermelidir. İşte o zaman evler ve ilişkiler birer cinnet yeri değil birer huzur mekanına dönüşebilir belki. Yeter ki biz tembelliklerimizin, salıvermişliklerimizin selinde boğulmayalım.

Nazli Ozburun





Maziye sor !  

Posted by Tespih Taneleri... in



                                                   Maziye sor bizim dasitani manamizi,

                                                   Dunyalari sekillendiren o manamizi;

                                                   Ta otede cinlayan naz u niyazimizi,

                                                   Alem hazanlar yasarken nevbaharimizi..!

'Oku'mak, Allah'ın Emridir !  

Posted by Tespih Taneleri... in



Muhterem Müslümanlar!

Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk celle ve alâ hazretleri, bilgili, münevver mü'minler topluluğunun meydana gelmesini istemektedir. İslâm'ın ilk emrinin "OKU" olması çok manidârdır.    Okumak, öğrenmek, bilgilenmek, doğru bilikleriyle amel etmek insanın:

* Düşünmek,

* Aklını kullanmak,

* Tefekkür etmek,

* Tezekkür etmek,

* Teşekkür etmek,

* İbret almak hususlarında ufkunu açar.

Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'de Allah-u Teâlâ, çok bildiği hâlde yaşantısı bozuk olanları, Bel'am bin Bâûrâ'nın şahsında "sıcak bir günde dili dışarı sarkmış bir durumda soluyan itler"e benzetmektedir. (Araf Sûresi, Âyet: 176)
Kur'ân-ı Kerîm'de:

275 yerde: "Düşünmüyor musunuz?""Akıl erdirmiyor musunuz?" diye sorulmaktadır.
200 yerde: "Düşünmek ve tefekkür" emredilmektedir.

12 yerde: "Dolaşarak ibret almak" emredilmektedir.

670 yerde: "İlim ve ilme teşvik" vardır.

İmam Burhaneddin ez-Zernuci; ilmin faziletlerinden bahseden âyet ve hadisleri izah ederken şöyle demektedir:

"İslâm dini ilim dinidir. Dünyada ilk okuma seferberliğini Kur'ân-ı Kerîm ilân etmiştir. Hepimizin bildiği gibi ilk emir "OKU" diye başlamıştır. Bu sebeple Müslümanın birinci derece görevi, ilim öğrenmek ve yazı yazmak suretiyle kendisini cehalet karanlığından kurtarmaktır."

Okur-yazar olmak insanın kendisini kurtarmasına yetmez; aksine cehenneme yuvarlanmasında önünü açabilir. Bugün devleti soyanlar, milleti hortumlayanlar okur-yazar takımıdır. Kötü yola düşmüş kadınların yüzde doksan altısı okur-yazardır.
TV ekranlarında bedenlerini teşhir eden bayanların üniversite talebesi veya mezunu; aynı zamanda bir kaç lisan bildikleri malumdur.
Şöyle bir bakınız çevrenize. Rengarenk giysilerle, üryan vücutlarla etrafa caka satan kimselerin edep, imân ve ahlâk zinetinden mahrum olduklarını anlarsınız.
Bu demektir ki, bu tür toplumlar okusa da ilimsiz, irfansız bilgilerle amellerini bozmuş toplumlardır. İnsanın iç dünyasında iman ve takvâ bulunmayınca, dış dünyası açılmış! İnsanî dereceden hayvanî derekeye/çukura yuvarlanmış.

Bütün ilimlerin gayesi Allah'ı bilmeye, emirlerini tanımaya, O'nun yaratıcılığını bilmeye ve O'nu tanımaya yöneliktir. Bu gayelerin dışındaki okumalar şeytana hizmetkârlıktır.


Burada sözü Yunus Emre'ye bırakmak en yakışanıdır:


"İlim elinde çıra,

Yak da Mevlâ'yı ara,

Bilmek olmak değildir,

Olmaya bak olmaya..."


Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer Sûresi, Âyet: 9) sorusu bu gerçeğe işaret etmek için sorulmaktadır.


Mevlüt Özcan












Bil ki !  

Posted by Tespih Taneleri... in





"Bil ki; güneşe bakmaya cesareti olmayan gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkûmdur!"

 
Hz.Şems-i Tebrizî


Keskin Bir Hafizaya Nasil Sahip Olunur?  

Posted by Tespih Taneleri... in





Mahir İz Hocaya sormuşlar:

-Keskin bir hafızaya nasıl sahip olunur?

-Evladım biz... Osmanlı mektebine gittik.Bize ilk gün ";Yolda nasıl yürünür"; bunun kaidesini öğrettiler.

Göz ayağın ucunda olacak yürürken.Gözümüz hep ayağımızın ucundaydı.... ... Hep önümüze bakardık.Sizler boyuna etrafınıza bakıyorsunuz.

Ona bak, şuna bak.Sizde hafıza olmaz.Günahı göz işler de belasını gönül çeker.Gözler bakar, gönül rahatsız olur ve hafıza zayıflar.

Cumanız mübarek,dualarınız makbul ve müstecap olsun..


Merhaba arkadaslar, bu aralar bazi saglik problemleri yuzunden bloguma yeterince zaman ayiramiyorum.:((
Blogumla vakit gecirmeyi oyle ozledim ki... Bloglari gezip yorum birakmayi da aff Allah'im afff...
Sikayet degil Ya Rabb...Estagfirullah...
Ne gelirse gelsin Senden kocaman bir EYVALLAH...
Lutfunda hos, kahrinda hos...
Hayat iste dostlar, her zaman istedigimiz dogrultuda gitmesini bekleyemeyiz tabi... Ara sira imtihan cilveleri mesgul eder kendisi ile, belki de hatirlatmak ister bazi seyleri, yoklamak ister sabrin derecesini...
Imanini kuvvetlendirmek icin bir firsat veriyordur belki de...
Yorgun dusuyor yurek, beden takatsiz, kafa karmakarisik... Oluyor iste yapacak bir sey yok...
Allah'im herseyin beterinden korusun, yolundan ayirmasin, razi olacagi sekilde gecirmeyi nasip etsin hayatimizi, imtihanlarimizi insallah... Dualarinizi bekliyorum...

Hayat ve Ölüm Arasında Gevezelik  

Posted by Tespih Taneleri... in





Hayatın gerçeği ölüm, ölümün sırrı hayatmış meğer, bunu dostlarımı, arkadaşlarımı bir biri ardından toprağa verirken daha iyi anladım. Biz ne miyiz o zaman?...

Necip Fazıl, “Hayat süren leşler” diyor, “Ey hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”

Said Nursi ise “Mezar-ı müteharrik bedbahtlar” (hareket eden mezarlar) tanımlaması getiriyor...

 Biz ise kendimizi güçlü, kuvvetli ve kudretli sanıyoruz..., Konumumuzu korumak için gırtlak gırtlağa kavga ediyoruz., Oysa tüm kavgalarımız, hırslarımız, başarılarımız mezara kadar sürüyor.

Ah mezar!.., 16 Eylül sabahı, birbirine zıt iki sürmanşete çarpıldım: Birisi : Meşhur müteahhidimiz “Ali Ağaoğlu başarısının sırrını açıklıyor”du..., Nasıl zengin olunur?.., Dünyanın en pahalı otomobillerinden iki düzinesine birden nasıl sahip olunur?.., Köşklere, yalılara, villalara, yatlara nasıl kavuşulur?.., Bir de, on arabaya, üç yata birden nasıl binildiğini, on evde aynı anda nasıl oturulduğunu, yüz saatin birden nasıl takıldığını, bin takım elbisenin üst üste nasıl giyildiğini öğrenebilsek!..
 Düşünün lütfen: Bize ait olan biriktirdiklerimiz mi, yoksa o an kullandıklarımız mı? Bu soruya kim cevap verecek?
Başarılı olmak nedir sahi?, Gazetenin aynı tarihli sürmanşeti bu sualin cevabı gibiydi: “Vefatının 52. yıldönümü münasebetiyle Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri”...
 
 Ölüm gerçeğinin çarpıcılığında gerçek başarıyı düşündüm: Gerçek başarı dünyada bıraktıklarımız mıydı, yoksa ahrete götürebildiklerimiz mi?..
Bunu yaşam tarzımız belirliyordu..., Dünya kriterlerine göre “çok başarılı” bulunanlar, ahirette “başarılı” bulunamayabiliyordu..., Ya da dünya ölçeğinde “başarısız” sayılanlar, ahirette “en başarılılardan biri” sayılabiliyordu.
 
 O zaman dünyevi başarılara kilitlenmiş bizler boşa mı kürek çekiyorduk?.. Alabora olduğumu itiraf edeyim!, Hâzân mevsiminin hüznü hayallerimi yelpazelerken, mevsimlerle birlikte neden yüreğimizin de değişmediğine hayıflandım...,
 
Böyle bir mucize gerçekleşseydi, her zaman katı, bencil, acımasız olmazdık belki! Her fırsatta basmazdık bir birimizin yüreğine! “Siz-biz” tekerlemesine tıkanmaz, farklılıklarımızı zenginliğimiz sayıp kavgalarımızı barışa dönüştürürdük.
 
Mevsim yine değişti dostlar, hazan mevsimindeyiz artık, hüzün mevsiminde... Mevsimler değişiyor, ama yüreğimiz pek değişmiyor ne yazık ki..., Katı, acımasız, incitici yürekler taşıyoruz, böyle yüreklerle yaşıyoruz. Ezebildiğini ez, dövebildiğini döv mantığı hayata hâkim..., Keşke değişebilsek diyorum, bu acımasızlığı, bu “güçlü olmak haklı olmaktır” mantığını yenebilsek...,Farklılıklarımızı çatışma odağı değil de, zenginlik olarak algılayabilsek..., Belki o zaman fark ederdik, aramızdaki “fark”ların aslında “renkler”imiz olduğunu..., Farklarımızın, “Ne kadar fark, o kadar renk” anlamı içerdiğini..., Ve ruhumuzu zenginleştirdiğini..., Yazık ki ömrümüz, hayatla memat (ölüm) arasında gevezelikle geçiyor!

Yavuz Bahadıroğlu



Su Gibi Akıp Giden Hayatımız..:(((  

Posted by Tespih Taneleri... in




Dünyaya gelen her insan Sırat Köprüsü'nden yürüyecek.
Bu köprünün altında cehennem var. Köprüyü geçebilenler cennete ulaşmış olacaklar. Ulaşamayacak olanlar da cehenneme yuvarlanacaklar.
Cennete geciş için "şehadet" istenecek.
Diplomalar, makamlar, mevkiler, rütbeler, imkanlar bu dünya gardrobunda kalacak. Bunlar öbür âlem için kullanıldıysa fayda verecek. O âlem dikkate alınmadıysa bunlara sahipken, hepsi korkunç bir belâ olacak.
Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Gel biraz da sen oyalan...

İnsan elindekilere bu espri içinde bakmalı, kabul etmeli.
Aksi halde onları içine alırsa su alan gemi misali batar. Musibet olur.

Görmüyor musunuz?

 Kefensiz gidenler var. Kefen nasip olanların da bu giysinin cebi olmadığını bilmeyenlerimiz mi var? Herkes aklını başına alsın... Doğduğumuz andan itibaren vücut gemimiz toprağa doğru batışa geçti. Tamamı ne zaman batar bilemiyoruz.
Gönlümüzde Allah'tan başka ilâh bulundurmayalım. Haramdan elde ettiklerimizi taşımayalım; bu yükleri sırtımızdan atalım. Rabbimizin huzuruna tertemiz varmaya çalışalım.
Dizlerimiz, dişlerimiz ağrıyor. Bu ağrıların bize, ahirete yaklaştığımız mesajını verdiğini bilelim. Eklemlerimizden gelen sesler hep bize dikkatli olmamızı fısıldıyor.
İhtiyarlar bir gün gençtiler; Servi gibi boyları vardı. Bak şimdi baston gibi eğilmişler. Belleri bükülmüş. Gözlerinin feri gitmiş. Bu devr-i alem bizim için hep ahireti hatırlatmadır.
Elbette "Bunları akıl sahipleri anlar" diyor Rabbımız...
İki günlük dünyada saltanat sürmek için haram-helâl ayırt etmeden yaşamak, kazanıyorum derken kaybetmek olur. Bu durumda olanları uyarmak için Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'de ahirete dikkatimizi çekiyor. Buyuruyor ki:

"Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu iste; dünyadan da nasibini unutma..."
(Kasas, S. Ayet: 77)"

Dünyadaki nasibimizi alıyoruz" derken kendimizi bu dünyaya kaptırmayalım. Dünyayı cennet yapmaya kalkışmayalım. Ne yaparsak, ne kadar uğraşırsak, ne kadar yığarsak yığalım, bu dünya cennet olmaz. Çünkü bu dünya ahiret için bir tarladır.
Onun için bu dünyada ahireti kazanmak amellerle süslenip ahirette onlarla cennete ulaşmış olacağız. Dinsizler, donsuzlar kendilerini lükse, israfa, şatafata, aşırı tüketime, gösterişe, zekv ü sefaya, sefahate, bina ve zinaya, çılgınca eğlenmeye verdi.
Bunlara özenen "gafil Müslümanlar" da dünyayı tapınak yapanları adım adım takip ediyorlar.

 Esefler olsun ki, parası olan bazıları sanki kudurmuş gibi yaşıyorlar. Vah vah olsun ki, bu sapıtmış Müslümanları uyaracak bir faaliyet yok. Ne olacak bu işin sonu? Hancı sarhoş, yolcu sarhoş.Müslümanlar, dünyaya bakış tarzımız İslâmî zaviyeden olsun. Kur'ân bunun için gönderildi. Peygamberimizin geliş hikmeti bu. Akıl nimeti, firaset ikramı... Bütün bunlar bizim için dünyamızı dünya gibi, ahiretimizi de ahiret gibi yapmak içindir.

Allah (CC) bizleri bunda muvaffak kılsın...

Mevlüt Özcan

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz