Hayırlı Bir Eş Allah'ın Kuluna Bir İkramıdır...  

Posted by Tespih Taneleri... in ,




 
Kimse ayrılmak için evlenmez elbette. Mutlu bir yuva kurmak, eşiyle "bir yastıkta kocamak", çoluk çocuğa karışmak hayalleriyle başlar evlilikler.


Evliliğin temel nedenlerinden birisi olan sevgi saygıya dönüşmediğinden zamanla eşler birbirlerinden fersah fersah uzaklaştıklarının farkına bile varmazlar. Oysa eşleri Allahu Teala birbirlerine emanet etmiştir.
 
Eşlerin aralarındaki ilişkisini muhabbet ve rahmete vesile eylemiştir. Rûm suresi 21. ayette "Ve O'nun ayetlerinden olarak sizin için zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız.
Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet kıldı...".
 
Ayette anlaşıldığı gibi eşler birbirlerine huzur verici olmalıdırlar, aralarında sevgi ve merhamet bulunmalıdır. Sevgi ve merhamet ile birbirlerine muamele eden ve saygıda kusur etmeyen eşler hayalini kurdukları "bir yastıkta kocama"yı başarırlar.
 
Aksi durumda ise sadece duygular değişip, sinirler gerilmekle kalmamakta evlilik de yavaş yavaş anlamını yitirmeye başlamaktadır. Halbuki eşlerden bir tanesi derin bir nefes alıp 'ben ne yapıyorum eşim bana bir nimet olarak verildi. Oysa ben onun kalbini kırıyorum' diye düşünüp sadece ilgi ve sevgisini biraz arttırsa çok şeyler düzelecek, belki de yıkılmakta olan bir yuvayı tekrar ayağa kaldıracaktır.
 
Fakat her nedense anlamsız bir çekişme, nefislerin ağır basmasıyla eşten üstün görünme ve onu bastırma vs. dürtüleri bazen fındık kabuğunu bile doldurmayacak meseleleri büyütmekte tabir yerinde ise pireyi deve yapmaktadır.


Çalışan eşin "iş arkadaşları"na gösterdiği ilgi ve inceliği eşine göstermemesi önemli bir sorundur. Neden iş arkadaşı ya da çevresi eşinden daha önemli olsun ki? İlginin azalması iki taraf için de oldukça üzücü ve sıkıntı verici bir durumdur.
Bazen de aile büyüklerinin müdahalesi eşleri yorar evliliği içinden çıkılmaz kaosa sürükler.


Özellikle erkekler ilgisizliği hep bahane ederek gözünün dışarıda olmasına kılıf olarak sunarlar. Oysa ilgisizlik karşılıklı olur genelde ve bir başladı mıydı da sonu ayrılığa kadar gidebilir.
 
Hayırlı bir eş olmaya çalışmak en azından karşımızdaki kişinin eşimiz olduğunu sürekli aklımızda tutmamız bile pek çok tartışmayı başlamadan bitirebilir.
Son zamanlarda sosyal medya denilen ve kişilerin kendilerini olduklarından farklı gösterdikleri ortamlar da eşler için gizli bir tehlikedir.
Kendini mutsuz hisseden eş karşısında kendisini anlayan ve sürekli hoş cümleler kuran birisine rahatlıkla kanmakta ve ne yazık ki pek çok yuva bu yüzden olmadık sıkıntılar yaşamaktadır.
 
Unutmayalım hayırlı bir eş Allah'ın kuluna bir ikramıdır, hayırsız eş ise dünyanın en ağır imtihanıdır.


Minik bir tebessüm


Tektaş pırlanta
Evlilik törenlerinde takılan yüzük aradan yıllar geçince aşındığından kadın kocasından yeni bir yüzük almasını istemiş,
 
- Ama bu sefer pırlanta olsun..! demiş şımarıkça.
 
Birlikte gittikleri kuyumcuda tezgahtar delikanlının önerdiği yüzükleri beğenmeyen kadın:
 
- Yaşlandım artık yavrum, demiş. Görebileceğim irilikte olsun taşları.
Dükkanın kenarında çaresizlikten büzülmüş vaziyette duran kocaya acıyan tezgahtar şöyle demiş;
 
- Karışmak bana düşmez ama önce bir gözlük alsanız ve konuyu biraz daha ucuza çözseniz daha mantıklı olmaz mı?!
 
Kıssadan hisse: Eşler birbirlerinin halinden anlamalıdırlar.
Diğerini sıkıntıya sokacak bir durum neticede ikisinin de aynı zorluğu yaşamasına sebep olacağından her zaman orta yol en akıllıca çözümdür.


Mustafa YILDIRIM

Gercekten Tevbe Etmek istiyor muyuz?  

Posted by Tespih Taneleri... in


GERÇEKTEN TEVBE ETMEK İSTİYORSANIZ

Tevbe, İslâmi ıstılahta hatadan, yanlış ve yasaktan, haramdan ve günahtan vazgeçme manasına kullanılır. " İstiğfar" ise; Allah'a tevbe dilekçesi arz etmek demektir. Bu sebeple çok kere bu iki mefhum/kavram "tevbe istiğfar" şeklinde olmak üzere birlikte kullanılır. Tevbenin sözde kalmayıp öze intikali için bazı safhalardan geçmesi icab eder.

Birinci safha; günahın ciddi manada tesbiti safhasıdır. Yani, insan yanlış ve hatasını anlamış, bunu da not almış ve tesbit etmiştir.

İkinci safha; hatadan rücû/vazgeçme arzu ve iradesinde yoğunlaşma ve samimi pişmanlık konusuna ağırlık verme safhasıdır.

Üçüncü safha ise; bir daha bu hata ve günaha dönmemek için, zihni planda yapılan hazırlık safhasıdır ki, buna iradeyi güçlendirme devresi de denilebilir.

Bundan sonra sıra; pişmanlık dilekçesini Allah Teâlâ Hazretleri'ne vermeye gelecektir. Bu konuda hiçbir vasıta olmaksızın "abd"/kul olmanın aczini itiraf ederek ve Allah'ın yardımına güvenerek samimiyetle yola çıkılırsa; bağışlanma ve azabın kalkması kesindir. (bkz.Zümer Sûresi, Âyet 53 ve Enfal Sûresi, Âyet 33)

Buna karşılık hatada ısrar ve günahı küçük görme, sıkıntıyı arttırır ve affı zorlaştırır. Hele; "bunda ne var, herkes yapıyor, şartlar mecbur ediyor, başka alternatif mi var?" ve benzeri ifadeler ise, geleceği büsbütün karartır.
Nelerden tevbe etmemiz gerektiğini şöyle bir sıralarsak, hem günah envanteri tesbiti yapmış, hem de gerçek tevbenin birinci safhasına adım atmış oluruz:

Mesela dedikten sonra, hatırımıza gelişe göre sıralayalım:

1- Konuları, ezbere ele almak yerine onlara "kitâbî" yaklaşım sergilersek, bir diğer ifade ile " kaynaklarımıza" başvursak,

2- Her şeyi bilirlik taslamak yerine; istişareyi ve tek adamın fikri yerine "Şûrâ"yı ikame etsek,


3- "Ne derler?" endişesi veya birilerine şirin görünmek kaygısıyla hareket etmek yerine, "Allah ne der?"den yola çıkıp, Kâinatın Sahibi"ne şirin görünmeyi tercih etsek,


4- Her hususta dünyalık hesap yapma alışkanlığını terkle, âyette emrolunduğu gibi ahiret hesabı peşinde koşsak, (bkz.Kasas Sûresi, Âyet 77)


5- Yanlış bir anlayış ve sakat bir metotla Hristiyan ve Yahudilere "diyalog" yerine, öncelikle Müslüman kardeşlerimizle "diyalog" kursak,


6- Ramazan-ı Şerif'i eğlence mevsimi haline getirme vebalinden, iftar ve sahur programlarını sulandırmaktan vazgeçsek,


7- Camii avlusunda bile müzik yayını yapacak kadar müzik kolik olmaktan, lokantada, markette, iftar ve sahurda "müzik de müzik" diye tutturmaktan uzaklaşsak,


8- Tesettür adı altında, esasla hiçbir ilgisi olmayan tuhaf hallere bürünmekten, sözde tesettürü ile herkesin huzurunda, yanındaki erkekler (isterse nikahlısı veya eşi olsun) lâubali davranışlar sergilemekten ve başka dünyaların insanlarını taklid kompleksinden kurtulabilsek,


9- Dosta da yabancıya da; inanmadığı halde kavuk sallamaktan, iki yüzlü davranıştan ve hatta yalakalıktan cayabilsek,


10- Tenkid, tazyik ve tehdidi gördüğünde, bize ait her şeyi inkar etme ve direnç gösterememe zavallılığından nefsimizi âzâd edebilsek,

11- Ağzımızdan çıkan hayırlı sözlerin ve ortaya koyduğumuz güzel amellerin, attığımız hayırlı adımların arkasında dimdik durabilsek,

12- Şu veya bu gerekçe ile batıl yolun yolcusu kabul ettiklerinin sırtını sıvazlamaktan ve hatta destek olma cinayetini işlemekten vazgeçebilsek,

13- Aslını bilmediğimiz, suçlanan şahsın kendisinden bizzat duymadığımız bilgi ve haberlerin yaygarasını yapmayı terk edebilsek,

14- Lükse, konfora, israf ve tatil düşkünlüğüne paydos diyebilsek.

15- Namazlarımızı geleneksel olmaktan çıkarıp, her saniyesinde Allah’ın huzurunda olduğumuzu ve okuduğumuz her cümleyi Allah’ın dinlediği şuuru ile kılabilsek mesele bitecek ve gerçek tevbe sahibi olacağız inşallah.

Tevbe etmemiz gereken hususlar elbette bunlarla sınırlı değildir. Ancak, arifane ifadeye gayret gösterdiğimiz bu tesbitler sonrası yapacağımız "nâsuh tevbesi"; inşaallah bizim salah ve felahımızın müjdecisi olacaktır. Rabbimiz gerçekten tevbe ve istiğfar edenlerden eylesin. Amin.

Çamur ve Gül Ağacı  

Posted by Tespih Taneleri... in




Kiminle beraber olacağımızı merak ediyorsak, dünyada kimi sevdiğimize, kiminle beraber olduğumuza bakmalıyız. Çünkü ahirette de onunla beraber oluruz. Silsile-i aliyye büyüklerinden Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin bir talebesine, birisi der ki:

- Görüştüğüm kimseler; "Hocanız bu edepli, terbiyeli çocukları nerden buluyor?" diye soruyorlar. Ben de merak ediyorum. Hepiniz çok terbiyeli ve edeplisiniz. Hocanız sizi nerden buluyor böyle? O talebe de gülümseyerek şöyle cevap vermiş:

- Bu, çeşmeden içilen suya ve alınan gıdaya bağlıdır. Bu çeşmeden içen edepli olur. İnsan, aldığı havaya, içtiği suya ve beslendiği gıdaya göre yetişir. Bu ihlâs çeşmesidir, yani her şeyimiz Allah içindir. Onun kullarına iyilik etmek içindir.
Dünya ve ahiret saadetlerine kavuşmaları içindir. Derdimiz, bir kişinin daha yanmaktan kurtulmasıdır. Müslüman, tatlı dilli, güler yüzlü olur. Müslüman edepli olur. Bize bunları hep hocamız öğretti. Bizde gördüğünüz her iyilik hep hocamızdan geliyor, yoksa biz diğer insanlardan beter olurduk.

Şu örnek, belki maksadı daha iyi anlatır: Mübârek bir zat, abdest almak için bir çeşmeye gitmiş, tam abdest alırken, avucunun içine çamur düşmüş.

"Bu, temiz bir çeşme, burada çamur ne gezer?" demiş. Çamuru koklamış, mis gibi... Çamura; "Sen neden böyle kokuyorsun? Çamur her yerde çamurdur. Sende bir özellik var, niye kokuyorsun?" demiş.
Çamur da; "Ben vallahi, billahi çamurum. Yani çamurluğumda hiç şüphe yok. Ama ben öyle bir çamurum ki, benim bulunduğum yere gül ağacı diktiler. O gülün yaprakları üzerime düştü. Yağmur yağdı. O yapraklar benimle karıştı. Dolayısıyla ben şimdi, mis gibi gül kokarım, ama gül ağacından dolayı, çamurluktan dolayı değil. Ben
yine çamurum, ama gül kokulu çamurum." demiş.
Bir insanın; iyiliklerini hatırlayıp, günâhlarını unutması gururundandır.


Bilâl bin Sa'd "RahmetullahiAleyh"

Bayraminiz Mubarek Olsun...  

Posted by Tespih Taneleri... in

 
 
Bayraminiz Mubarek Olsun...

"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır.
 
  Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, 
 
 birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın,
 
kin tutmayın, yüz çevirmeyin.
 
Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun... "

( Müslim, "Birr",30)

Bir Su Damlası...  

Posted by Tespih Taneleri... in







Arşın kubbelerine adı nurla yazılan, İsmi semâda Ahmed yerde Muhammed olan,

 Yedi katlı göklerde Hak cemalini bulan, Evvel ahir yolcusu Hz.Muhammed(sav)
Buyurdu ki:
“Yeminle ifade edebileceğim üç husus vardır:

1. Sadaka vermekle kulun malı eksilmez.

2. Allah, uğradığı haksızlığa sabreden kişinin şerefini arttırır.

3. Dilenme kapısını açan kimseye Allah, fakirlik kapısını açar.”

(Tirmizî, Zühd, 17/2325. Müslim, Birr, 69)



Samimiyete İhtiyacımız Var...  

Posted by Tespih Taneleri... in





İnsan samimi vicdan sahibi ise, her türlü kötülükten ve eksiklikten kurtulmayı içten arzu eder, Allah’ın merhametini ve rızasını kaybetmekten son derece korkar ve Rabbinin sınırlarına yaklaşmamaya çalışır. Yaptığı hatayı fark ettiğinde ise Allah’tan bağışlanma diler, tevbe ederek O’na yönelip döner.

Kötülüklerden arınmış olan mümin masumdur, saf ve temizdir. Ve müminin masumiyeti yüzünden okunur.

İçiyle dışı bir olan, kalbinde olanı sözlerine aynen yansıtan insan dürüst, açık ve net, kısacası samimi olması nedeniyle karşısındaki kişiye son derece güven telkin eder. Samimi insanın konuşması ve davranışları diğer insanları da olumlu etkiler.

Her şeyin başı samimiyettir çok candan olmaktır, çok güzel huylu olmaktır. İnsanın derinliği olması ve o insanın içindeki derinliği keşfetmek çok güzeldir, yüzeysellik insanları mahvetmektedir.

Günümüzde dünyada maddeci, suni, yapmacık bir yapı meydana gelmiştir ve insanlar kendi bedenlerini kendi elleriyle öldürmektedirler. Kendi sevgilerini de kendi elleriyle yok etmektedirler.

Sevgi ve samimiyet gittikten sonra geriye kokuşmuş bir ceset kalır ve artık o zaman insan için çile günleri, acı günleri ve sürünme başlar.

Gün boyu çalışır para kazanır, o parayla gider akşam yemeğini yer, biraz televizyon izler, tartışır ve uyur. Ertesi gün yine işe gider, yine çalışır, yine yemek yer, yine kavga eder.
Kısacası, samimiyetsiz kişinin çile dolu bir yaşamı vardır.

İnsan dünyada kendisini rahatlatabilecek olan en kolay şeyi düşünürse, en zevkli ve en kolay şey olarak samimiyeti bulacaktır.
En kolay, en zevkli, insanı en rahatlatan, Allah ile bağlantısını çok sağlam hale getiren gücün adı samimiyettir.
Ancak insanlar, genel olarak samimiyetle maddi yönden çok şey kaybederler, bu nedenle de mantıklarını kullanmayı tercih ederler.

Örneğin, kişi doğruyu fark eder ancak dünyevi tutkularını tatmin amacıyla mantığını kullanır. Mantık insana çok şey kazandıracak gibi görünürse de, mantığını kullanan kişiler genelde sürünürler. Sürekli acı içinde, sürekli aşağılanarak ve eziyet içinde yaşarlar. Kısacası mantığını kullananlar, hep bir yaşam mücadelesi ve boğuşma içindedirler.

Mantıklarını kullanan insanlar çok şey kazanacaklarını zannederler. Ancak Yüce Allah orada gizli bir tuzak kurmuştur. Samimiyet insana ateş gibi görünür, oysa insan onun içine girdiğinde, onun tertemiz su olduğunu anlar.

Mantık ise insana cennet gibi görünür, içine girdiğinde insan cehenneme girdiğini anlar. Yani, mantık Allah’ın sınamak için kurduğu bir tuzaktır. Samimiyet yaşandığında, insanı kayıplara uğratacak ve zorluklarla doluymuş gibi görünür. Gerçekten de görünüşte kaybeder insan, ancak kaybettikçe kazanır.

Örneğin, insan yardıma muhtaç bir fakir görür, bolca para verir. Allah kat kat fazlasını nasip eder ve sağlık- sıhhat olarak karşılığını alır. Ancak bir başka kişi mantığını kullanır, parasız kalma endişesiyle fakirlere yardım etmez. Ancak o cimrilikle elinde tuttuğu o parayı, hastalandığında hastane parası yapar, sağlığı için harcar.

Platon, “insanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?” sorusuna, “çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.” şeklinde cevap verir.

Kur’an ahlâkı kişinin ancak samimi ve içten olması şartıyla gereği gibi yaşanabilir. İnsanın din ahlâkını yaşaması ve sonucunda da –Allah’ın izniyle- gerçek mutluluk ve kurtuluşa ulaşması, ancak Rabbine, kendisine ve diğer insanlara karşı samimi olmasıyla mümkündür. Çünkü gerçek anlamda iman, samimiyet zemini üzerinde gerçekleşir.

Dünya hayatında insana verilen sürenin kısalığı, kulluk ve ibadet görevlerini son derece açık bir şuurla yerine getirmesini gerektirir. 
Karşılığında ahiretteki sonsuz mutluluğun kendisini beklediğinin bilincinde olan insan, her an vicdanının sesini dinler ve Allah’ın Kur’an’daki emirlerine titizlikle uyar.
Çünkü samimi insan dünyada yaşadığı ‘göz açıp kapama süresi’ kadar kısa olan süre boyunca, her geçen saniye ölüme ve hesap gününe biraz daha yaklaştığının farkındadır.
Her davranışı, aklından geçen her düşünce Allah'ın bilgisi dahilindedir ve hepsinden sorumludur. Ve tüm bu gerçeklere uygun hareket ettiğinde de, ‘kesin olarak zarara uğramayacak bir ticaret’i (Fatır Suresi, 29) yapmış olacaktır.

İnsanların birçoğu samimiyetin gücünden ve etkisinden habersiz yaşar. Samimiyet ile karşılarındaki kişileri etkilemeleri mümkünken, doğallıktan uzaklaşarak yapmacık tavırlara başvururlar.

İçlerinden gelmediği halde, hatta kişiliklerine ters dahi olsa, etkilemek istedikleri kişinin hoşlanacağını umdukları davranışlarda bulunurlar. Etkilemek istedikleri kişilerin farklı karakter yapılarına ve özelliklerine göre de farklı kişilikler sergilerler. Bu samimiyetten uzak yaklaşım, gerçek karakterlerini yansıtmadığı için, onları daha itici bir duruma düşürür. İkiyüzlü ve yapmacık davranışları, karşılarındaki kişide asla bekledikleri etkiyi uyandırmaz. Çünkü bu tavırlar, kişinin gerçek karakteri olmadığından doğal durmaz.

Allah’ın sınırlarının ve din ahlâkının dışında bir çizgide yaşayan insanlar için, Allah’ın değil insanların hoşnutluğunu kazanmak hedefi gerçekte şirktir. Ve şirk koşmak asla bağışlanmayacak, insanı telâfisi olmayan kayba götürecek bir suçtur.

İnsan, karşısındaki kişinin davranışlarının yapmacık olduğunu fark ettiğinde, tedirgin olur ve ona olan güvenini kaybeder; sahtelik iticidir. İman sahibi insanda bu çirkin ahlak özellikleri bulunmaz. Müminler, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu gözettiklerinden, Allah’ın beğendiği üstün ahlâkı yaşamaya çalışırlar. Bu güzel özellikleri sebebiyle, temiz ve güven veren bir görünüme sahiptirler.

Bir müminden samimiyetin zevkiyle, yapmacıklığın iticiliği arasında tercih yapması istense, Kur’an’da bir hüküm olmasa bile samimiyetin doğallığını tercih eder. Çünkü doğal insan gerçekten çok güzeldir.

"Aslında farkındayım hayatımdaki sahte varlıkların, istesem bir anda temizlemesini de bilirim. Ama bunca sahteliğin, benim samimiyetime ihtiyacı var" der Mevlâna.

Evet bunca sahteliğin müminlerin samimiyetine ihtiyacı var.


Fuat Türker

Saygi Baskalarindan Beklenmez! KAZANILIR...  

Posted by Tespih Taneleri... in

 

Cenâb-ı Hakk (Celle Celelühü) Kur’an-ı Keriminde buyuruyor ki:

Dünyada herkesi, ahirette sadece mü’minleri rahmetine alan Allah’ın adıyla.
“Yüce Rabb’ın, yalnızca kendisine kulluk etmenizi ve ana-babalarınıza iyi davranmanızı emrediyor. Şayet onlardan biri veya her ikisi sana sığınır da senin yanında ihtiyarlık çağına erişirlerse, onlana karşı son derece saygılı davran, hizmet ve hürmette kusur etme.
Değil kötü bir söz söylemek, sakın onlara “öf” dahi deme, hele onları sakın azarlama (yüzlerine bağırma), tam tersine onlara tatlı sözler söyle. Onlara, en içten şefkat ve alçak gönüllülük duygularıyla kol kanat ger. Ve (Ey Rabb’im, onlar beni çocukluğumda nasıl beni büyütüp yetiştirdilerse, Sen de onlara öylece merhamet et) diye onlar için dua et.” (İsrâ: 17/23-24)

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz ise bu konu-da şöyle buyurdular:
 
“Allâh Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” (Tirmizî, Birr, 75)

Saygı beklenmez, kazanılır.
 
Başkalarına hürmette kusur etmeyen, hürmet görür. Zira “hizmet eden, hizmet görür” denilmiştir. (Riyâzü’s Sâlihin, 2. Cilt)

Bilinen bir gerçektir ki, bugün yaşlı olan dün genç idi. Yine bugün genç olan da Allah ömür verdiği takdirde yarın yaşlanacaktır.
Cemiyette saygı geleneğinin nesiller boyu yaşatılması, herkesin bir önceki nesle mensup insanlara, sırf büyük olmaları sebebiyle hürmetkâr davranmalarına bağlıdır.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimiz yaşlı insanlara hürmet edenlere, Hakk Teâlâ’nın yaşlılıklarında kendilerine hizmet edecek kimseler lütfetmek sûretiyle ikrâmda bulunacağını bildirmektedir.
Bunun anlamı, yaşlılara saygı gösteren gençlerin bu hareketinin karşılıksız kalmayacağıdır.
 
 Zîra saygı başkalarından beklenmez, kazanılır.

Her Müslüman’ın kendisinden yaşça büyük olanları dikkate alması, onlara gerekli saygıyı göstermesi ve yapabileceği hizmeti sunması gerekmektedir.
Böyle yapılırsa toplum kesimleri arasındaki sevgi saygı bağları pekiştirilmiş olur. Nesiller mutlu ve sıcak bir ilgi ortamında hayatlarını sürdürürler. Simdi saygidan cok uzak yetisiyor yeni nesil.. Allah Teala cumlemizin evlatlarini islam ahlaki uzere yetistirmekle bizleri nasiplendirsin insaallah.. amin


Hüseyin BULUT

Bir Rahmet Kapısı Daha Açılıyor...  

Posted by Tespih Taneleri... in



 Allahu Teala'nın üzerine yemin ettiği on geceyi içinde bulunduran Zilhicce ayına günler kaldı. Mağfiret kapılarının açıldığı zamanlar olarak değerlendirilen bu günleri fırsat bilip bir kez daha O'nun huzuruna çıkıp af dilemeye ne dersiniz?
Duyanlar duymayanlara soylesin ! Bir kisinin tutacagi bir oruca dahi olsa vesile olmak o sevaba ortak olmaktir biliyor sunuz..:) En altta bahsettigim namazi mutlaka kilmaya calisalim..

Bir heyecanla kapısını araladığımız mübarek Ramazan-ı Şerif ayını uğurlayalı çok olmadı. Bu kutlu ayın atmosferinden uzak kalmanın hüznüyle beraber, insan kendine her günü Ramazan ayındaki gibi geçirme sözü verebiliyor. Mesela bu mubarek gunleri yine toplu halde oruca niyetlenip, her seferinde biriniz evinde ortak hazirlanan ikramlarla iftarlar organize edip bereketlendirebilirsiniz...

Bunun için en iyi fırsatlardan biri de içinde hac ibadetinin eda edildiği, milyonlarca insanın Arafat'a koşup Rabb-i Rahîm'den af fermanını aldığı, şeytanların taşlandığı, kurbanların kesildiği, dört gününün değil neredeyse her gününün bayram olduğu Zilhicce ayı.

Kur'an-ı Kerim'de Fecr Sûresi'nin başında "Fecr'e ve on geceye yemin olsun ki..." diye bahsedilen, Peygamberimiz'in (sallalahu aleyhi ve sellem) "Allah'a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur..." dediği o günlere yaklaşıyoruz. Zilhicce ayı 15 Ekim Pazartesi'yi 16 Ekim Salı'ya bağlayan gece giriyor.

Kamerî ayların 12'ncisi olan Zilhicce ayının hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma ayı olduğunu biliyoruz. Bu mübarek ayın birinden onuna kadar olan zaman dilimi "leyâli-i aşere", yani on mübarek gece olarak biliniyor. Ramazan'daki bol sevaplı ve çok feyizli ibadetlerden uzak kalmamak adına Zilhicce âdeta bir "teselli armağanı". "Keşke Ramazan biraz uzun olsaydı?" ya da "Ah, Ramazan'ı hakkıyla ihya edebilseydim?" diye hayıflananlar için bu on gece muhteşem bir fırsat.

Özellikle Cenab-ı Hakk'ın ayrı bir önem verdiği Zilhicce ayının ilk on günü mukaddes beldelere gidenler kadar gidemeyenlerin de istifade edebileceği bir zaman dilimi olması bakımından önemli.
Bu on günü daha iyi değerlendirmek adına öncelikle her zaman ve zeminde en vazgeçilmez ibadet olan beş vakit namaz asla ihmal edilmemeli. Çünkü hiçbir nafile ibadet farzların yerini tutmuyor. Namazları vaktin evvelinde ve cemaatle kılmaya çalışmalı, namazda ihsan şuurunu yakalama gayreti olmalı. Hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüt gibi manevi hayata can katan namazları aksatmadan kılmalı, geceleri değerlendirerek Rabb'imize kurbiyet kazanmaya çalışılmalı.
Tevbe edip, mağfirete erme zamanı

Allah'ın ve Resulü'nün bu ayın üzerinde önemle durduğu ve ihya edilmesi gerektiği birçok kaynakta açıkça belirtiliyor. Peygamber Efendimiz'in (aleyhissalatü vesselam) bu günlerde Allah'ın mağfiret kapısının sonuna kadar açıldığına dair beyanını hatırlarsak:

"Allah Teala, Zilhicce'nin birinci günü Adem Peygamber'i affetmiştir. İşte bu günde oruç tutan kimsenin Allah (cc) ufak-tefek günahlarını affeder.

İkinci gününde Yunus Peygamber'in duasını kabul ederek kendisini balığın karnından dışarı çıkarmıştır. Bu günde oruç tutan kimse, bir yıl ibadet etmiş gibi sevap kazanır.

Üçüncü günü Allah, Zekeriya Peygamber'in duasını kabul etti. Bu günde bir dilekte bulunanların dileğini Allah muhakkak yerine getirir.

Dördüncü günü İsa Peygamber'in doğduğu gündür. Bu günde oruç tutanlardan Allah, umutsuzluk ve yoksulluk gibi kaygılarını kaldırır. O kimseler aynı zamanda kıyamet günü iyi kullarla beraber olacaktır.

Beşinci günü Musa Peygamber'in doğum günüdür. Bu günde oruç tutan kimse münafıklıktan ve kabir azabından kurtulur.

Altıncı günü Allah , sevgili peygamberi Hz. Muhammed (sas)'e hayır kapılarını açar. Bu günde oruç tutanlara Allah rahmet nazarıyla bakar ve onları ebediyen azaba uğratmaz.

Yedinci günü cehennem kapıları kapanır. Zilhicce'nin ilk 10 günü geçene kadar asla açılmaz. Bu günde oruç tutan kimseye Allah bilgisinin kavrayamayacağı derecede sayısız mükafatlar verir.

Sekizinci günü İbrahim Peygamber'in (as) kurban kesme hususundaki rüyasını, gördüğü ve düşünmeye koyduğu gündür. Bu günde oruç tutan kimseye Allah bilgisinin kavrayamayacağı derecede sayısız mükafatlar verir.

Dokuzuncu günü arife (Hz. İbrahim'in (as) oğlu İsmail'i kurban etmesi gerektiğini anladığı) günüdür. Bu günde oruç tutan kimsenin Allah geçmiş ve gelecek ufak-tefek bir yıllık günahını affeder. 'Bugün dininizi (İslamiyet) son olgunluk derecesine eriştirdim ve size karşı olan nimetimi tamamladım.' diyen Cenab-ı Hakk'ın kelamı bugün inmiştir.

Nihayet Zilhicce ayının onuncu günü de Kurban Bayramı günüdür. Bu günde kurban kesen kimsenin Allah (cc) kurbanın daha ilk kan damlası yere düşer düşmez, hem kendinin hem de çoluk çocuğunun ufak-tefek tüm günahlarını affeder. Yine bugün de bir mü'min karnını doyuran veya herhangi kimseye sadaka veren kimse kıyamet günü bütün ahiret sıkıntılarından kurtulmuş olarak diriltilir."

Namazlara daha çok özen gösterilmeli




Bir günlük oruca bin yıl sevabı

Efendimiz'in müjdelediği örneklerdeki gibi bu on günde mümkünse oruç tutulmalı. Nebiler Serveri

"Allah'a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesi'ne denktir."

müjdesi bugünlerde tutalacak orucun mahiyetini gösteriyor.

Zilhicce'nin ilk dokuz günü oruç tutanın, ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çocuğu belâlardan korunur, günahları affedilir, iyiliklerine kat kat sevap verilir, ölüm anında ruhunu kolay teslim eder, kabri aydınlanır, mizanda sevabı ağır basar ve cennette yüksek derecelere kavuşur.

Dokuz gün tutmayanlar ise hiç değilse arefe gününü ve bir gün öncesini oruçla ve ibadetle geçirebilir. Çünkü on gece içinde, bilhassa terviye, arefe ve bayram gecelerini ihya etmenin özel bir yeri vardır. Hatta Zilhicce'nin ilk on günü Ramazan'a benzer bir şekilde ihya edilebilir.

Teşrik tekbirleri mutlaka getirilmeli


Zilhicce'nin dokuzuncu günü olan arefe günü bu ay içinde ekstra özen gerektiriyor.
Bu günde bin İhlâs Sûresi okumak çok faziletli olduğu gibi, oruç tutulması, Kur'an okunması, çok dua ve istigfar edilmesi de tavsiye ediliyor. Çünkü arefe, tevhidin, azamet ve kibriyanın tam hissedilip ilan edildiği gün. Teşrik, "doğuya doğru gitmek, parlamak, eti güneşe sermek" anlamına geliyor. Arefe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, 23 farz namazının arkasından birer defa

"Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd"

diyerek teşrik tekbiri getirilmeli. Birçok fakihe göre vacip olan teşrîk tekbirleri, bazılarına göre ise sünnet. Döndüren, Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre farz namazlarını kılmakla yükümlü olanlara bu tekbirlerin vacip olduğunu anlatıyor. Bu konuda tek başına kılanla, imama uyan, yolcu ile mukim, köylü ile şehirli, erkekle kadın eşit. Teşrîk tekbirleri cemaatle de, yalnız başına da eda edilir. Unutulduğunda hatırlayınca kaza edilebilir. Erkekler tekbiri açıktan, kadınlar ise gizlice getirir.

Tuğba Kaplan


 






Niyet Hizmettir..  

Posted by Tespih Taneleri... in




Belki bir gülümsemeyle başlar, hizmetin yolculuğu, kim bilir.
Kapısını çarpıp çıkmış gönlü kırık bir ruha rüzgar olur; nefes olur, yüzüne dokunur o tebessüm.

Bir adres sorana verilen saygılı bir cevaptır belki de, gönle işlenir gidilecek yer böylece.

Zannederiz ki, Allah’ın yolunda hizmetin çeşitleri bellidir ve zannederiz ki, hizmet yolunda kariyer gerekir. Unutur gideriz, fark etmeyiz, bir annenin diplomasız pişirdiği yemektir hizmet. Bir babanın evine ekmek götürme arzusudur kalbindeki. Evlâdın attığı adımdır okula giden, çözdüğü sorudur hizmet. Zaman gelir, her biri yerini bulur elbet. Rabbiyle şah damarından daha yakın bir muhabbete benzer bu kapının yürekteki varlığı. Ağza atılan lokma, niyetine göre değişir zevk ü sefa da olur, cevri cefa da. Gönle düşen o sihirli kelime var ya, işte odur hayata kalite getiren. “Niyettir” bizi vardığımız yerde bekleyen…

Bazen bir belgesel izlenirken duyulan şaşkınlıktır hizmet. Ardından O Yüce Yaratıcının idrak ötesi mükemmelliğini keşfetmek. Çünkü an gelir, o şaşkınlık, cümle olur, başka kulaklardan içeri girer, zihinlere oturur. Ve hizmet, Yüce Yaratıcının yeryüzündeki imzalarının dillendirilmesiyle mana kazanır, bereket olur.

Sevmektir hizmet… Rabbin yarattığı muhabbeti çoğaltmaktır ve çoğalmasına vesile olmaktır. Çünkü sevmek fedakârlık, sevmek dua, sevmek candır. Sevilene emektir, sevene rahmettir. İçine işleyen sıcaklıkla üşütmemektir kimseyi, kollamaktır dışarıda kalmış kimsesizleri. Sevdiğinin hizmetini kendi yoluna eklemek ve bereketlendirmektir dünyayı.

Hizmet bir zincirdir, başlatan da kazanır, sona eklenen de. Ve hayat, Muhabbetin Sahibi’ne karşı hizmete dönüşür, nihayet iki dünya şenlenir.

Bir kusuru örtmektir, bir yanlışı affetmek, tahammülü zor olana sabretmektir hizmet. Göze çarpan hatayı gönlünle silmek, dilinle yok etmektir. Dosta-düşmana muhabbetin perdesini açmak, soğuk bir kalbi yeniden ısıtmaktır. Tanımadığın bir mezarlıktan geçerken okuduğun bir Fatiha’dır, bir ruhun damlattığı gözyaşını silen, iki kelimedir hizmet. Bir sofraya alınan ekmek, bir fakire verilen bozuk paradır cepteki…

Ama biz fark etmeyiz, önümüzdeki bir niyet ile güzelleşecek, hizmete dönecek sadelikleri. Büyütürüz gözümüzde atılacak adımları, külfetle baş başa bırakırız onları. İsimler takarız, bahanelerini hazırlar, tembelliğimize kılıf ararız. Kurulacak bir cümle, yüreğe kabul olmuş bir ruh, yüzdeki minik bir tebessümün manasını değiştirmedikçe niyetimizle, iflah olamayız; ne bugünümüzde, ne geleceğimizde…

Artık bilmeliyiz, zahmet değil, zorluk değil, niyet ile kendi kendine çoğalan güzelliktir hizmet. Ve bekler… Sadeliklerden doğan, bütün gönüllerden ahrete azık olmaya adanan yola çıkmayı ister… Bekler…

Boyle Olmak Cok mu Zor?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Lütfen aşağıdaki sünnetlere dikkat edelim, bunları elden geldiği kadar hayata uygulayalım insaallah. Elimizden geldigi kadarini bari, hic olmazsa bir kac tanesini bu bir musluman icin cok zor olmamali bence. Ahirette sefaat istemeye azicik yuzumuz olsun degil mi?:

1. Yemede içmede perhizkâr ve ölçülü olmak. Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) acıkmadan sofraya oturmazdı... Doymadan önce sofradan kalkardı... İsraf etmezdi... Lüks ve çeşitli yemezdi.

2. İnsanların gizli ayıplarını, günahlarını araştırmazdı. Tecessüs Kur'an ayetiyle haramdır. Bu haramı işlemekten uzak durmak sünnettir.

3. Tevâzu. Efendimiz, Âdem Oğullarının Seyyidi idi ama bundan dolayı fahr etmezdi.

4. Efendimiz parayı kenz etmezdi. Yani biriktirip istiflemezdi. Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için saklayacağım bir dinar dışındakileri bir gece bile nezdimde bekletmem, hepsini tasadduk ederim buyurmuşlardır.

5. Cömertlik ve kerem onun büyük sünnetidir. Elinde ne varsa dağıtırdı da, bazen yiyecek bir şey bulamaz, aç kalırdı.

6. Deri ile kaplı ince bir döşekte, bazen bir hasırın üzerinde yatardı. Lüksten, aşırı konfordan, şatafattan hiç hoşlanmazdı.

7. Farz namazları cemaatle eda ederdi. Onun en büyük ve önemli sünnetlerinden biri işte budur.

8. Efendimiz cevâmiü'l-kelîmdi, yani az sözün içine çok bilgi, hikmet ve mana koyarak konuşurdu. Faydasız ve lüzumsuz konuşmazdı.

9. Hilm, yani yumuşak başlılık, bağışlama, anlayışla karşılama onun sünnetiydi.

10. Efendimiz insanların kalbini kırmazdı. En güzel, en yumuşak şekilde nasihat ederdi.

11. Çok alçak gönüllüydü. Bir meclise geldiğinde, oradakilerin ayağa kalkmak suretiyle kendisine hürmet etmelerinden hoşlanmazdı. Bu yüzdendir ki, Ashab-i Kiram radiyallahu ecmain hazeratı, memnun olmayacağını bildiklerinden dolayı o geldiğinde ayağa kalkmazlardı.

12. Bir yere geldiğinde, baş köşeye oturmazlar, nerede boş yer varsa oraya ilişirlerdi.

13. Onda zerre kadar ucb, kibir, kendini beğenmişlik, tafrafüruşluk yoktu. Allah katında insanların en yükseği ve değerlisi olduğu, ismet sıfatıyla muttasıf bulunduğu halde Allah'tan en fazla afv dileyen, istiğfar eden oydu.

14. Mü'minlere karşı son derece merhametli, şefkatli, rahim ve rauftu.

15. Mescid'i süpürüp temizleyen, kimsenin önemsemediği kadıncağızı göremeyince o nerede diye sormuş, vefat etti, defn ettik cevabını alınca, niçin bana haber vermediniz demişler ve kabrine gidip onun için dua etmişlerdir.

Ne kadar güzel ahlak, yüksek karakter, âlicenablık, mürüvvet, fütüvvet, fazilet, hikmet varsa hepsi onda mevcuttu.

O, Kur'an ahlakının en güzel, mükemmel örneğiydi. Hem mükemmel, hem mükemmil idi.

Allah onu bütün insanlığa en güzel örnek ve model olarak göndermişti.

İnsanların en adaletlisi ve insaflısı oydu.
Söz verdi mi sözünü tutardı.
Asla yalan söylemezdi. Asla aldatmazdı.
Savaş hud'ası dışında hud'a yapmazdı.
Seyyidüşşüheda Hz. Hamza radiyalluhu anh efendimizi vahşi şekilde şehid eden Vahşi'yi bile affetmişti.
Dünyayı ayaklarının altına almıştı.
İnsanların ayıplarına ve gizli günahlarına karşı karanlık gece gibiydi.
Müjdelerdi, uyarırdı.
Yaratıklardan ücret almazdı.
Kendisi, ailesi ve Hâşim oğulları zekat kabul etmezdi.
Kendisine hediye verilirse, onun fazlasıyla mukabele ederdi.
Elinden büyük mallar, servetler geçti.
Geriye miras bırakmadı.
El-fakru fahrî buyurmuşlardır.

Onun şefaatine nail olmak istiyorsak, Allah katından getirdiği Kur'an-ı Azimüşşan'ın ahkamına uyalım, emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınalım...
Şeriat-i Ahmediyye'ye uyalım. Sünnetine uyalım...
Onun gibi iyi ahlaklı, doğru ve dürüst, faziletli, mürüvvetli, fütüvvetli olmaya çalışalım.
O parayı ve malı sevmezdi.
Biz de, ticarî sermayelerimiz ve geçimimiz dışında, kenz yapmayalım 'abede-i sim ü zer olmayalım.
Cömert ve kerim olalım.
İnsanlar bizim elimizden ve dilimizden güvende olsunlar.

Faydalı ilim öğrenmek ve öğretmek onun büyük öğütlerindendir. Zararlı ve faydasız ilimden Allah'a sığınırım buyurmuşlardır.
Seher vakitlerinde Allah'a ibadet etmek onun önemli sünnetlerinin başında gelir.
İyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek onun belli başlı sünnetlerindendir.
Onun getirdiği Kitab'a ve dine uyan, onun sünnetlerine yapışan necat ve felah bulur.
Efendi Efendi Efendi!.. Ya Efendi!..
Kur'an'a, Sünnet'e ve Şeriat'a yapış...
Ahlak-ı Muhammedî ile mütehalli (ziynetli) ol.
Kıyl ü kali gıll ü gışi bırak... H
alis gül kokusu sürünmekle Sünnet'e yapışmış olmazsın.
Bir yapış pîr yapış.
Adam gibi yapış, kâmil mü'min gibi yapış...

Bir zamanlar terbiyesizlik!  

Posted by Tespih Taneleri... in ,




 Sultan Abdülhamid zamanında yayınlanmış "Mâ'kes-i Fazilet" isimli (Müellifi: Bâb-ı Vâlâ-i Fetva sicill-i ahval müdiriyeti muavini Mehmed Said. İstanbul, 90 sayfa. Tarih: 1319) kitabın 31'inci sayfasında, çocukların şu on iki terbiyesizliği ve görgüsüzlüğü yapmamaları gerektiği yazılmaktadır.:

(1) Eli ile ağzını kapatmadan esnemek.

(2) Bir kimseye karşı sümkürmek.

(3) Şuna buna karşı gerinmek.

(4) Topluluk içinde parmak çıtlatmak.

(5) Lüzumundan fazla ve etrafa tükürük saçarak söylemek-konuşmak.

(6) Bacak bacak üzerine atarak oturmak.

(7) Çok yemin etmek ve yerine getiremeyeceği vaatlerde bulunmak.

(8) Kahkaha ile gülmek.

(9) Bir toplulukta bir adamı fasl eylemek.

(10) Bir olaya pek fazla hayret edip şaşmak.

(11) Tırnakları uzun olmak ve elbisesi bakanlara iğrenç görünecek şekilde murdar olmak.

(12) Yemek yerken yeme içme edeplerine aykırı olarak herkesi ikrah ettirecek hallerde, tavırlarda bulunmak., Bunlara şu ilaveleri yapabiliriz:,

(13) Herkesin arasında geğirmek.

(14) Selam vermeden önce konuşmak. (Müslümanlar içindir, kafirlere selam verilmez.)

(15) İlk önce küçüğün büyüğe nasılsınız diye sorması. (Küçük hodbehod büyüğe nasılsınız diye sormaz. Büyük ona nasılsınız diye sorunca: Elhamdülillah iyiyim, zat-ı âliniz nasıllar diye cevap verir)

(16) Kendisine yer gösterilip, buyurunuz oturunuz denilmeden oturmamak.

(17) Namazı başı açık olarak kılmak. (Başı örtülü olmak namazın edeplerinden ve sünnetlerindendir).

(18) Herkesin arasında, sokakta, çarşıda pazarda açıkta yemek içmek.

(19) Câmide, bilhassa cuma hutbesi okunurken cep telefonuna bakmak, mesaj okumak, mesaj atmak. (Büyük terbiyesizlik ve görgüsüzlüktür).

(20) Misafirlikte iken cep telefonu ile konuşmak. (Ziyarete gidildiğinde kapının önünde cep telefonu kapatılır.)

(21) Kendisinden yaşlı bir zatı ziyaret eden genç, ev sahibi çay, kahve, kurabiye, ikram tepsisiyle misafir odasının kapısında görününce hemen yerinden kalkıp tepsiyi onun elinden almalıdır., İslam medeniyet, kibarlık, terbiye, nezaket, incelik, zarafet, mürüvvet dinidir. Yazık ki, bugünün eğitim sistemi çocukları İslam terbiyesiyle yetiştirmiyor., Toplumumuz kabalıklar, şiddetler, edepsizlikler, terbiyesizlikler içinde boğulmaktadır.



Mehmet Şevket Eygi

Nedir Bu Koku ?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Geçtiğimiz günlerde bir tıp doktoru dostumla bir başka dostumuzu bir çayını içelim diye ziyaretine gittim. Hoşbeş sohbetle birlikte gelen çaylarımızı da yudumluyorduk. Puf diye bir ses duymamla birlikte bir koku da burnumuza geldi. Gelen alışık olmadığım bir kokuydu. Beyefendiye:

- Nedir bu koku? diye sorduğumda verdiği cevap biraz daha dikkatimi çekti:

- Deodorant kokusu, dedi.

- Ne yapıyor bu koku? diye sordum.

- Odanın havasını güzelleştiriyor. Hoş olmayan kokuyu gideriyor, diye sorumu cevapladı.

Yanımdaki dostum Doktor Salih bey imdadımıza yetişti. Konuya ilmi açıdan açıklık getirdi.

- Müsaade ederseniz meseleye katılmak istiyorum, diyerek söze başladı. Sonra da dedi ki:

Oda deodorantlarının hemen hemen tamamına yakını hiçbir şekilde havadaki kokuları yok etmez. Deodorantlardan bazıları:

Rahatsız edici kokuları, "hoş koku"larla örtmeye çalışır.

Bazıları, burun yollarını yağlı bir tabakayla kaplayıp koku alma duyumuzu engelleyen bir kimyasal yayar.

Öyle kokular vardır ki, bileşimlerindeki maddeler sebebiyle kansere zemin hazırlar. Vücudumuzun organlarını idare eden "hipofiz bezi"nin hastalanmasına sebebiyet verir.

Oda deodorantlarında bulunan kimyasal maddelerden bazıları şunlardır:

- Naftalin,

- Fenol,

- Kresol,

- Etanol,

- Ksilen ve

- Formaldehit'tir.

Bunlar zararları felakete götürücü maddelerdir. Bundan dolayı oda deodorantlarını asla kullanmanızı tavsiye etmem. Uzun sürede zararları başınıza belâ olur.

Odayı güzel kokutmanın çaresi yok mudur?
Elbette vardır. Herkesin yapabileceği bir koku tarifini vereyim. Hem yapımı kolay, hem ucuz, hem zahmetsiz, daha önemlisi tamamen sağlıklı. Şöyle yapın:

Püskürtücü bir şişe (camları silmek için püskürtme şişesi olabilir) içine yarım litre sıcak su koyun. Bunun içine, yarım çay kaşığı karbonat, bir çay kaşığı limon suyu ve 3 damla arzu ettiğiniz bir bitkisel yağı ekleyerek karıştırın.

Havayı temizlemek için ve kötü kokuları gidermek istediğiniz yerlerde havaya püskürterek kullanın.

Böylece hem sağlığınızı heba etmemiş olursunuz. Hem de paranızı saçıp, savurmazsınız. Çünkü Allah (c.c.) saçıp savuranları sevmez, dedi. Her ikimiz de Doktor Salih beye dua ettik. Siz de bunu uygulayın ve hepimize dua edin.


Mevlüt Özcan

BÖYLE RENKLİ BİR GÜNÜNÜZ OLDU MU? :)  

Posted by Tespih Taneleri... in

Yeşilhisar dan İstanbul’a gidecektim, Ankara da askerliğini yapmakta olan bir arkadaşım vardı, onu da görüp İstanbul’a öyle geçmek istiyordum.

İşte Ankara meselesi, benim için insan hayatında az rastlanacak bir gün olarak yaşanmasına vesile oldu Allahu alem.

Yeşilhisar’ın otobüsleriyle Kayseri’ye geldim, buraya kadar bir gariplik olmadı. Önce Kayseri terminalinden Ankara için bir bilet alacak, sonra da terminalin yakınında ikamet eden akrabamıza valizimi bırakıp, otobüsün kalkma saatine kadar dost ziyareti yapacaktım.

Kayseri’ye saat 09 civarında inmiştim. Ankara’ya 10.30 da hareket için K... turizmden biletimi aldım. Vakit geçirmeden valizimi akrabaya bırakmam lazımdı ki, aradaki 1,5 saatlik zamanı değerlendirebileyim. Akraba dediğim de kardeşimin kayınbabası ve kayınbiraderiydi. Valizi bıraktım, biraz görüştükten sonra;

“Vaktim sınırlı bana müsaade eder misiniz”? dedim.

“Zaten az görüşüyoruz, hayır bırakmayacağız, şu Ramazan gününde bir şey ikram edemedik, bâri otobüsün vaktine kadar otur bizimle” dediler.

“Sizleri gördük elhamdülillah, bakın vaktim sınırlı, görmem gereken arkadaşlarım var müsaade edin onları da bu kısa vakitte göreyim” diyerek bileti göstermek istedim. Bileti onlara göstermek isterken ben de gördüm ki, hareket saati 10.30 değil, 09.30 yazmakta. Saatime baktım 09.28’i göstermekte. Bir anda valizi kaptığım gibi kapıya fırladım. Ev sahiplerine de ancak ayakkabımı giyerken veda edebildim. Onlar ne olduğunu anlayamadan arkamdan şaşkınlık içinde bakıyorlardı.

Koşarak asfalta çıktım, otobüs de geliyordu, “tam denk geldi elhamdülillah” diye kendi kendime sevindim. Otobüs bana yaklaşırken hemen biletimi çıkarıp şoförün görebileceği şekilde sallamaya başladım. Fakat, şoför bana hiddetli bir biçimde ellerini kaldırarak yanımdan hızla savuşup gitti.

Otobüsü karşıladığım yer terminale ancak yüz- yüzelli metre kadar mesafedeydi. Elimde yük de olmasına rağmen koşarak bir hışımla terminale K... turizmin yazıhanesine geldim.

Daha, “neden beni almadan” diyebildim ki, onlar beni fırçalamaya başladılar;

“ Kırk saat seni mi bekleyeceğiz” hatta sonunda “biz köpek arayıcısı mıyız” dediler. Ne, bileti 10.30 yerine, kasıtlı olarak (o saatte boş koltukları kalmasın diye) 09.30’a verdiklerini anlatabildim, ne de, paramı geri alabildim. Halbuki ben, yüksek sesle 10:30 için bilet istemiştim. Sanki oradan, aldığı biletin saatinden haberi olmayan, ahmak biri olarak ayrıldım. Hasılı, adamlar güçlüydü, kavga gürültü de kâr etmedi paramı geri almaya.

Neticede, benim Ankara’ya gitmem lazımdı. K... firmasına kızgın olduğum için ikinci bileti hemen yanındaki S... turizmden aldım. Artık vakitte az kalmıştı, 10.30 ‘a kadar kimseyi ziyarete de gidemezdim. Bir taraftan geçen hadiseyi düşünüyorum, diğer taraftan kendimi sakinleştirmek için “La havle” çekiyorum.

Otobüsün kalkmasına on dakika kala çıkıp yerime oturdum. Otobüs hareket etti. “Oh be” dedim, “Elhamdülillah meseleyi ağız kavgasıyla kapattık, 75 lira da nereye gitse gelmez” diye teselli olup gidiyordum. Bir müddet sonra otobüs durdu ve bir kişi bindi. Binen adam koltuk numaralarına bakarak bana kadar geldi. Beraber oturduğumuz biri daha vardı, onun da benim de doğru koltuklara oturup oturmadığımızı sordu. İkimiz de biletlerimizi çıkarıp yeni binene gösteriyorduk. O sırada benim biletimin diğer ikisinden farklı olduğunu gördüm. O ikisinin biletleri benim önceki aldığım firmanın biletindendi. Ben, “bu koltuk benim” diye iddia ediyordum. Biletlerin rengine ve firma ismine hiç bakmıyor, o telaşla bana gene bir komplo düzenlendi diye aklımdan geçiriyor, “kalkmıyorum ulan” diyordum. Gürültüye önce muavin sonra, şoför geldi. Üçümüzün biletlerine de baktılar, “arkadaş sen yanlış otobüse binmişsin, üstelik terminalde bir saat evvel ortayı velveleye veren de sendin değil miydin?” dediler. Netice malum, beni alaşağı edip otobüsten indirdiler. Meğer, bileti S.. turizmden aldığım halde, gene aynı saatte hareket eden K... turizmin otobüsüne binmişim. Görüyorsunuz, insan sinirleniverince hatalar nasıl arka arkasına geliyor. Neyse, etrafıma bakındım, oradan geçen birine sordum, Himmetdede kasabasındaymışız. Oradan yarım saat sonra tekrar bir minibüsle Kayseri’ye geri geldim. Üçüncü biletimi de başka bir firmadan aldım ve Ankara’ya sağ salim vardım elhamdülillah.

Saat 17 de asker arkadaşımı ziyaret ettim. Ona da sitem ettim şakacıktan, “kardeş senin aşkına Ankara’ya üç biletle geldim” diye. Gene Ankara’da, ondan ayrıldıktan sonra olacakları ben de bilmediğim için ona da aktaramazdım.

İftar vakti de yaklaşıyordu. Ben lokantaları pek sevmediğim için “terminalin mescidinde iftar eder, sonra da İstanbul için biletimi alır giderim” diye düşünüyordum. Tabii ki, insanın düşündüklerini gerçekleştirmesi her zaman mümkün olmayabiliyor. Henüz gün bitmedi ve bundan sonraki macera daha da enteresan.

Ankara şehirlerarası otobüs terminalinin hemen bitişiğinde hem bir mescit, hem de ayaküstü yenilebilecek şeyler satan barakalar vardır. O barakaların birinden iki bardak ayranla yanında atıştırabileceğim bisküvi, açma gibi basit şeyler aldım ve hemen mescide çıktım. İftar olmak üzereydi çünkü. Ezan-ı Muhammedi okundu, ben de elimdekileri mescidin girişinde sağdaki direğin yanına koyup akşam namazını cemaatle kıldım. Herkes dağıldı, ben de iftar edip bilet almaya inecektim, onun için acele ediyordum. Ayranların ağzını açarak iftar edecektim. Daha ilk bardağın yapıştırılmış jelatinini kaldırırken bardak elimden fırladı. O bardaktaki ayran olduğu gibi mescide yayıldı. Önce panikledim, sonra kendimi toparlayıp, sakin olursam bu işi çözeceğimi telkin ettim kendi kendime.

Yere serdiklerimi öncelikle poşete koyup onların kalabalığını ortadan kaldırdım. Mescitte bir kaç kişi vardı onlar bana değişik tavsiyelerde bulundular. Birininki hoşuma gitti. Yan tarafta berber varmış, oradan bir bez veya sünger getirerek yerleri temizleyebileceğimi söyledi. Hemen berbere koştum sağ olsun olgun karşıladı, bana bir bez ve bir kova verdi, hatta yanındaki yamağını da yanıma gönderdi. Berber yamağı ile birlikte yerleri biraz ıslattık ama, tertemiz yaptık. Berberi gösteren arkadaşa da çok dua ettim. Başka türlü çözümler de olurdu fakat, hem benim vaktim sınırlı, hem de orada işin uzaması görenlere “görgüsüzün boğazı için düştüğü hallere bakın” demelerine meydan verebilirdi. Bâri orucumu olsun açabilsem. Yemeyi içmeyi bıraktım, İstanbul için bilet temin etmeye çıktım. Ney idüğü belirsiz bir firmadan saat 24 için biletimi aldım.

Valizimi ve çantamı mescitte uygun bir köşeye bıraktım, teravih vaktine kadar ben de mescidin diğer tarafında beş, on dakika kafamı dinledim. Teravihten sonra henüz otobüsün hareket etmesine iki saatten fazla vardı. Eşyaları mescitte bırakıp biraz gezmeye çıktım. Döndüğümde mescidin kapısı kilitliydi ve benim eşyalarım da içeride kalmıştı. Meğerse imam teravihten sonra mescidi her gün kilitler gidermiş. Orası terminaldir, her an yolcu iner, biner dolayısıyla mescitte devamlı açık bulunur diye düşünüyordum. Mescidi kilitli bulacağımı hiç düşünmemiştim.

Mescide nasıl girebileceğimi önce berbere sordum, artık berberle dost olmuştuk. Berber de “imamı bulmadan mescide girmenin imkânsız olduğunu, anahtarın ondan başkasında olmadığını” söyledi. Öğrendim ki, imam efendi bu vazifesinin dışında taksicilik yapıyormuş. Sora, sora bulunduğu taksi durağına kadar gittim. “İmam Yaşar bey kim, görüşmek istiyorum” dedim. Oradaki arkadaşları “Yaşar bey arabası üç gündür tamirde olduğu için gelmiyor.” Demesinler mi! Şaşırdım kaldım. “Evini bilen var mı?” Yok. Çaresiz döndüm geldim. Mescidin etrafında dönüp duruyorum, çünkü bir saatten az vaktim kaldı. Mutlaka bir yol bulmalıydım. Çocukluğum aklıma geldi. “Hani sen deliksiz kabağa bile girerdin, nerede o marifetlerin, göster kendini” diye kendi kendimi tahrik ediyor, bir taraftan da öyle keşif yapıyordum. Mescidin pencereleri barakalar tarafına bakıyordu. Bir an gözüme pencerelerden birinin açık olduğu ilişti. O pencereye nasıl ulaşabileceğimin planlarını hazırlamaya başladım. Barakaların üzerleri oluklu mukavva veya ondülin mi denilir bilemiyorum, zayıf bir örtüyle kapalıydı. Gene barakalar tarafında ondülinlerin seviyesine kadar taş bir merdiven çıkıyordu. Hiç vakit kaybetmeden merdivenlerden çıktım, barakaların üzerinden mescidin açık olan penceresine doğru yürümeye başladım.

Henüz üçüncü veya dördüncü adımımı atmıştım ki, müthiş bir gürültü ile birlikte kendimi ayran karıştırıcıların, meşrubatların, tosların ve daha nice kargaşanın ortasında buldum. Barakanın tavanı göçmüş, her şey bir birine girmiş, tezgâh yerle bir olmuş, içeride çalışanlar dışarıya kendilerini zor atmışlardı. Çıkan gürültüden nasıl düştüğümü, nereye düştüğümü, ne kadar derinliğe düştüğümü bilemiyordum. Kendimi şöyle bir yokladım, elhamdülillah ciddi bir yara ve kırık yoktu. Bir kaç ezik, çizik dışında tabii. Ben de bir şeyler olsa ne olacaktı ki, yanımda ağlayanım mı vardı sanki? Buna rağmen gene de önce kendime baktım. Nasıl olsa kırılan kırılmış, yıkılan yıkılmıştı. Dükkân darmadağın olmuştu. Bir anda dünya kadar insan yığıldı. Aslında o anda kalabalığa karışıp kaçabilirdim. Çünkü orası mahşer yeri gibi olmuştu. Sonrasında bu kadar sıkıştırılacağımı bilseydim gerçekten kaçardım. Sonra gördüm ki, önemli bir zayiat yok. Sadece her eşyanın yeri değişmiş, bunun yanında üç adet meşrubat şişesi kırılmıştı.

Dükkân sahipleri ve toplanan kalabalık önce ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Sonrası kötü. O kadar kalabalığın içinde gel de dükkân sahiplerine niyetini, derdini anlat. Neyse, Allah’tan polis imdadımıza yetişti. Üç polis vardı, kalabalığa önce bir susuuun düdüğü çaldılar. Arkasından dükkân sahiplerini dinlediler. Onlardan birisi müthiş bir gürültü duydum, bir de baktım sakallı bir zat yarılan tavanın arasından içeriye indi, gökten Mehdi Aleyhisselam geldi zannettim memur bey diyordu. Bütün bir kalabalık kahkahalarla gülüyorlardı. Ben de meseleyi anlatırken yanımda berber amcayı gördüm, Allah(c.c.) razı olsun, o da benim anlattıklarımı tasdik etti, “evet ben de şahidim, mescitteki eşyalarını almak isterken böyle oldu” dedi de yakamızı bıraktılar. Dükkân sahiplerine üç meşrubatın ve diğer zararlarının karşılığı olarak 62 lira verdim.

Fakat, benim işim hala görülmemişti. Polislerin nezaretinde gene berberin yamağını benim takip ettiğim usulle çıkarıp pencereden içeri girmesini temin ettik. Zaten vaktim de neredeyse bitmişti, sadece sekiz dakikam kalmıştı otobüsümün kalkmasına. O berbere ve yamağına o gündür bu gündür dua ederim. Sonunda ucu ucuna otobüse ancak yetişebildim. İftarımı da sahurumu da aynı saatte ağız tadıyla otobüste yapabildim. Aldıklarımdan dökülmeyip de geri kalan ayran vs. orada işe yaradı. Bir günlük maceralı hikâye de otobüsün koltuğuna oturduğum saatte yani, 23.59 da bitmiş oldu elhamdülillah.


Abdülkerim Karaağaç

Bir Yol Ayrımındasın...  

Posted by Tespih Taneleri... in




Her sabah bir yol ayrımındasın. Yolların birinde Mevlâ'ya gider, ötekisinde belaya gider yazılıdır.

Seçim/tercih hürriyetin vardır. Canın isterse Mevla'ya giden yolu seçersin, istersen bela yolunu.

Mevla'ya giden yolu Kur'an, Sünnet, Şeriat ve İslam ahlakı kitapları sana anlatıyor.

Sabah güneşten önce kalkar, abdest alır namaz kılarsan Mevla yoluna girersin.

Sonra öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları.

İbadetleri ihlasla, yani sadece Allahın rızasını kazanmak için dosdoğru eda etmelisin.

Bütün gün insanlara ve yaratıklara adaletle, insafla muamele etmelisin. İslam zulme izin vermez.

Sabah kahvaltısında, öğle yemeğinde, ikindi çayında ve akşam taamında israf etmemelisin. Mevla ve O'nun Resulü (Salat ve selam olsun ona) öyle öğütlüyor.

Her gün olduğu gibi ribadan/faizden, bâtıl alışverişlerden, haram kazançlardan uzak duracaksın.

Aklın fikrin bir açı doyurmakta, bir fakire yardım etmekte, hayır hasenat yapmakta olmalı.

Allahın sana verdiklerinin bir kısmını başkalarına infak et, paylaş.

Her gün faydalı ilim öğren. Sakın faydasız veya zararlı ilim edinme.

Dilini gıybetten, nemîmeden, insanları üzüp incitmekten koru.

Bil ki dilin, seni Cennete koymaya veya Cehenneme düşürmeye vesile olur.

Gözlerini harama bakmaktan, kulaklarını haram dinlemekten koru.

İslam'ın, Kur'anın, Sünnetin, Şeriatın iyi dediklerine kötü deme, kötü dediklerini iyi deme.

Annen babandan hayır dua almak için çalış.

Komşularının meleği ol.

Nefsini sakın övme, beğenme, aklama... Bilmez misin ki, o senin en büyük düşmanındır.

Sakın kıldığın namazlar, tuttuğun oruçlar, verdiğin zekat ve sadakalar seni gurura ve 'ucba götürmesin.

Dünyadaki vazifelerini aksaksız yap ama ebedî kalınacak âhirete dönük ol.

Sakın lüks, israf, gösteriş, beyinsizlik tuzaklarına düşme.

Kimseye yalakalık, yağcılık, meddahlık yapma. Bilmiyor musun, Resulullah "Meddahların suratlarına toprak saçınız" buyurmuştur.

Yükselmek mi istiyorsun: Kendini hor gör...

Şu dünya hayatında sana mutlaka rehber lazımdır. Kur'anı, Sünneti, Şeriatı, onları iyi bilen ve hayatlarına uygulayan rabbanî ulema, süleha ve fukahayı, kâmil mürşidleri rehber edin.

Sen rehbersiz, kılavuzsun, mürşidsiz, yol göstericisiz bu korkunç seyahatte Mevlaya giden yolu çok zor bulursun, belki de bulamazsın.

Ne diyeyim?.. Yolun açık olsun...


Mehmet Şevket Eygi

Ne Guzel Degil mi?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Sabah ezanları semaları çınlatırken, evinden çıkıp o sessizlikte Rabbiyle buluşmaya yürümek.

Seccadeler yıllardır göz yaşına hasretken, namazda ağlayan iki göze sahip olmak.

Yürüyemeyen, göremeyen, konuşamayan birilerine rastlayınca, deriiin bir nefes alıp, yürekten “E l h a m d ü l i l l a h i R a b b i l a l e m i i i i i n”demek.

Ne güzel değil mi?

Pek ümit vaat etmeyen bir kapıya varıpta, eli boş dönmemek.

Bir kardeşinin sıdk ile namaza başladığını öğrenmek.

Şahadet şerbetini içmiş bir kardeşinin haberini alınca “İnnalillah ve inna ileyhi raciuun” deyip ona imrenmek.
Ne güzel değil mi?

Abdülkerim Karaağaç

Siz de Yalnızlıktan Korkuyor musunuz?  

Posted by Tespih Taneleri... in




İnsanın Yalnızlık modern insanın en korktuğu şeydir. Çünkü modern insan kendisiyle baş başa kalmaktan, varoluşsal gerçeğini bilmekten, ölümden, sorumlu olmaktan kaçınır. Anı yaşamak ve haz odaklı bir hayatın hamiliğini yapmak ister. O yüzden hem yakınlarından gün geçtikte kopuş yaşar hem de yalnızlıktan kaçar. Bir paradoksun içinde yaşar ama farkında değildir.

Modern insan, hazlar içinde yoğrulmuş bir hayat tahayyül eder. Ölüm ise bütün bu hazları yerle bir eden ve kişiye acziyetini yalnızlığını hatırlatan bir duygudur. Ve ahiret inancı zayıf olduğundan kişi kendini daima bir belirsizlik içinde hisseder.

Bugün yalnızlık büyük bir tehlike olarak arz ediliyor. Batı zihniyeti taşıyan insanlar için yalnızlığı düşünmek bile korkutucudur. Buna karşın Müslüman kişi, yalnızlıktan kaçınmadığı gibi yalnızlığa çekilirken de özünü bulmayı Allah'la hem hal olmayı ve kul olarak daha sağlam adımlarla yürümeyi, arınmayı hedefler. O yüzden yalnızlık onun için korku verici bir durum değildir. Modern insan, çoğu zaman terk edilmenin acısını, kendisine ve topluma karşı tepkisini yalnızlığa çekilerek ifade eder. Aslında bu reaksiyonel bir tepkidir. Bu nedenle kişiye büyük ızdırap vermektedir.

Çevremize baktığımızda insanların yalnızlıktan ne kadar çok korktuklarını ve bunun tezahürlerini acı bir şekilde yaşadıklarını görürüz. İnsanlar metrolara, sokak ve caddelere park ve bahçelere kendilerini atıyor ve kalabalığa karışmak istiyorlar. Gözlerinde yoğun bir korku var ve hiç tanımadıkları insanlarla bir arada olmak onları rahatlatıyor.

Müslüman, yakınlarıyla ilişkilerini iyileştirmeye önem verdiği kadar çevresindeki insanlarla da iç içe bir hayat sürer. Bu nedenle patolojik bir yalnızlığa pek düşmez. Ancak özellikle belli bir yaştan sonra, insanlar kendilerini gerçekleştirmek, içindeki sesi duymak ve arınmak için zaman zaman yalnızlığa ihtiyaç duyabilirler. Bu geçici bir şeydir ve kişinin kendini görmesini sağlar. Çünkü gençlerde gördüğümüz dışa açılma eğilimine karşın orta yaş insanı da zaman zaman kendi iç dünyasına eğilme ve burada bir muhasebe ve murakeye çekilme ihtiyacı içindedir.

Yerel kültür ve zenginliklerin zayıflatılması, ailenin küçülmesi ve bireyselleşmenin yaygınlaşması ile birlikte insanların yalnızlığı artmaktadır. Ancak öyle de olsa Müslüman kişi, İslami olarak kendini olgunlaştırmış sorumluluğunun farkına varmışsa, yalnızlaşan insanlara kardeş olmaya devam eder ve bunu kendisi için bir sorun haline getirmez. Çünkü Allahın kendisini gördüğü ve kuşattığını bilmektedir.



Fatma Tuncer

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz