HIZIR ALEYHİSSELAM NİÇİN GÖRÜNÜRMÜŞ?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Emniyet Müdürü ve Hızır Aleyhisselâm


Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretlerinin anlattıkları şu menkıbeye kulak veriniz:

Abbâsî halifesi Hârun Reşîd'in devrinde bir emniyet müdürü vardı..
Dindâr ve ehl-i takvâ bir insandı. Hep adâletle hükmederdi.
Hiç kimseye zulmetmezdi.

Zulmü sevmeyen bir insandı. Bütün işlerinde âdil olduğu için devlet adamları onu severdi. Halkın da ona büyük bir sevgi ve saygısı vardı.
Herkesin işini gördüğü ve insanlara zorluk çıkarmadığı için bütün mü'minlerin duası onunlaydı.

Öyle ki Hızır Aleyhisselâm ile her gün görüşüp sohbet ederlerdi.
Bu âdil, iyi niyetli, herkesin sevdiği ve takvâlı zabıta âmiri kendini daha çok ibâdete verebilmek ve rabbine biraz daha yaklaşmak düşüncesiyle, bir gün işinden istifâ etti.

Zahit oldu.
Sofu oldu.
Âbid oldu.
Uzlete çekildi.

İnsanlardan ayrı yaşamaya ve kimseyle görüşmemeye başladı. Gündüzleri oruçlu geceleri de sabahlara kadar nafile namaz ve ibadetlerle meşgûl olmaya başladı.
Fakat vazifesinden istifa ettikten sonra Hızır Aleyhisselâm kendisiyle hiç görüşmez oldu.

Eskiden her gün ziyâretine gelen ve yanından ayrılmayan Hızır Aleyhisselâm semtine uğramaz oldu.
Bu duruma zabıta âmiri çok üzüldü.
Günlerce gözüne uyku girmedi.

“Ben Rabbime daha çok ibâdet edebilmek ve Hızır Aleyhisselâm ile daha çok ilgilenmek ve sohbet edebilmek için işimden ayrıldım. Hızır Aleyhisselâm ise hiç beni sormuyor, aramıyor, yanıma gelmiyor” diyerek göz yaşları döktü. Bir gece sabahlara kadar ağladı.
Tövbe etti.
Yalvardı, yakardı.
Hızır Aleyhisselâm’ı bir daha görmek ve hiç olmazsa rüyasına girmesi için dua etti.

Bir gece Hızır Aleyhisselâm’ı rüyasında gördü. Ve Hızır Aleyhisselâm’a sitem etti:

-“Ey vefalı dost! Ey iyi arkadaş! Ben seninle devamlı olarak sohbet etmek maksadıyla dünyâ makamlarından istifa ettim. Uzlete çekilip, yalnız başına ibâdet etmeye başladım. Böylece sana kavuşurum sandım. Halbuki tam tersine seninle artık hiç görüşemedim. Beni mübârek cemâlinize ve tatlı sohbetinize hasret bıraktınız. Acaba bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusûr mu işledim? Hatamı söyleyin tövbe edeyim, özür dileyeyim. Bu şekilde daha ne kadar hasretinizle yanacağım? Ayrılığınıza dayanamıyorum. Yine eskisi gibi dost olalım. Yine ziyaretime gelin. Sohbetinizle bana ilim ve irfan veriniz. Size ve bilgilerinize muhtacım...” gibi sözlerle yanıp yakılarak ağladı.
Zabıta âmirinin bu acınacak durumuna dayanamayan Hızır Aleyhisselâm:

-Ey aziz dostum! Benim sana görünüp sohbet etmemin sebebi yaptığın ibâdetler, hayır hasenât ile değildi. Senin o mühim vazifeni yapıp Müslümanların işlerini hak ve adâlet ile idâre ettiğin için gelip seninle sohbet ediyordum. Halbuki sen bu kıymetli vazifeyi bırakıp, Müslümanlara hizmeti terk ettin. Hatta Müslümanları adâletli olmayan biriyle başbaşa bıraktın. Sadece kendi menfaatin için bir köşeye çekildin.
Kendi menfaatini Müslümanlara tercih ettin. Şimdi o yerine geçen şahıs Müslümanlara zulüm ve gayr-i meşrû işler ile acı ve eziyet vermektedir. Şu anda Müslümanlar sıkıntı ve üzüntü içindeler. Bunlara hep sen sebep oldun.
Elbette senin şahsî menfaatinin, Müslümanların umûmî menfaatleri yanında bir kıymeti yoktur. Çünkü uzlete Müslümanların işine koşamaz. Herkes Allâh rızası için ve içten gelerek Müslümanların huzur ve rahatı için çalışamaz. Bunun için artık senin yanına gelmiyorum .” dedi.

Zabıta âmiri bunları Hızır Aleyhisselâm’dan dinledikçe içinde fırtınalar kopuyordu. Gözleri nemlendi. Göz yaşları sel oldu, taştı. Göz yaşları yanaklarını, sakalını ve hatta yeri ıslattı.

Hızır Aleyhisselâm’a:
-“Çok doğru... Çok doğru...” dedi çekilip, abdest almayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir etmeyi herkes yapabilir. Ve bunlar her Müslüman'ın görevidir.

Fakat makam ile Müslümanlara hizmet etmeyi herkes yapamaz. Herkes âdil olamaz.
Sabah olunca zabıta âmiri koşarak Halife Harun Reşid’in huzuruna çıkarak eski vazifesini yeniden istedi.
Halife anlayışla karşılayıp onu tekrar eski vazifesine tayin etti. Zabıta âmiri bundan sonra büyük bir aşk, heyecan ve sevgi ile işine bağlandı.
 Kendisini tamamen Müslümanların hizmetine adadı.
İnsan nefsini zelil, hakir ve düşük bilmeli ve kendisini de bütün Müslümanlardan aşağı görüp bütün müminleri kendisinden üstün bilmelidir. Asla kibirlenmemeli. Asla herhangi bir meziyeti ile övünmemeli. Asla üstünlük taslamamalıdır.




Ömer Faruk Hilmi

Şikayet Yok Şükür Var  

Posted by Tespih Taneleri... in



Hayatınız boyunca şikayet ettiğiniz şeyleri sırayla yazınız.

Geçim derdi, ayrılık, ölüm, vefasızlık, hastalık.. gibi şeylerden şikayet ederiz.

Kahbe felekten şikayet ederek sızlanarak derdimize dert katarız da farkına varmayız.

Kendi hatalarımızı da yaratanın üzerine atarız.

İbrahim aleyhisselam gibi "Hastalanırsam şifayı veren O'dur" diyerek hatayı kendimize, şifayı Allah'a nispet etmeliyiz. (Bak Şuara süresi ayet 80)

Halimizden şikayet etmeden önce şikayet edeceğimiz şeyin bizim üzerimizdeki süresini de hesap ederek sızlanalım.

Mesela, nefes darlığından şikayet eden bir insan sıhhatli dönemlerini hesap etsin.

Bir dakikada 20 nefes ki bir tanesi parayla satılsaydı dünyanın en pahalı malı olurdu.

Bir saatte 1200, bir günde 28.800, bir yılda 10.512.000 (on milyon beş yüz on iki bin) nefesi parasız alıp verirken vereni hiç hatırlamıyoruz.

Elli yılda beş yüz milyonun üzerinde nefes alıp verirken bir hatamız nedeniyle nefes alıp vermede sorunumuz olsa şikâyetimiz ayyuka çıkıverir.

Fakirlikten şikayet eden adam: "Bana bir şey vermemiş ki" diyerek şikayette bulunur.

Eğer organ mafyasından birine gitse ve bir böbrek lazım dese, gözü, kulağı, ciğeri, kalbi, midesi, saçından tırnağına kadar her yeri en zengin ülkenin hazinesiyle alınabilecek bir şey değildir.

Mutsuz olduğunuz zamanlarla mutlu olduğunuz zamanların sayısını kıyaslayın.

Ağız tadıyla acı soğan kuru yavan yiyecekleri bal gibi yediğiniz zamanlarla bolluk zamanında bulup da yiyemediğiniz zamanları kıyaslayın.

Acı-tatlı günlerinizden acıları gözünüzün önüne getirerek tatlı günlerinizi kapatmayın.

Acılı günlerinizi saymaya kalksanız saymanız biter ama tatlı günleriniz saymakla bitmez.

Onun içindir ki tatlı günlerin sayılması istenmez ancak Allah'a şükredilmesi istenir.

Diş sızınız veya böbrek ağrınız, sizi inim inim inletirken bu ağrıların kaç gün veya kaç saat sürdüğünü düşünün ve ardından kaç bin gündür hiç ağrımadan size mutluluklar verdiğini de düşünün de Allah'a hamd edin.

Sevdiklerinizden ayrı düştüğünüz gurbet günlerinden, ayrılık aylarından şikayet ederken sevdiklerinizle kaç ay veya yıl beraber olduğunuz düşünün.

Sevdiklerinizle beraber geçen yüz ayın bir ay gibi geçiverdiğini, "aaa ne çabuk geçmiş günlerimiz ve aylarımız" dediğinizi düşünün ve uzun mutlulukların çok kısa geldiğini, mutluluğun bizim hayatımızda daha fazla olduğu halde çabuk geçtiği için farkında olmadığımızı hatırlayarak şükrümüzün şikayetimizden fazla olması gerektiğine karar verin.

"Dünyam karardı" dediğiniz günlerle aydınlık günlerinizi kıyaslayın.

Elektriğiniz kesildiğinde bir dakika bir gün gibi uzayabilir.

Güneşin on iki saat size ışık vermesi ise farkına varılamayack kadar kısa sürer.

Sevdikleriniz öldüğünde karalar bağladığınızı, bağrınıza taş bağladığınızı, kalbiniz yanarken gözünüz yaş akıttığını ben de biliyorum ama o sevdiğiniz insanla kaç bin günler mutlu bir hayat geçirdiğinizi düşünürseniz, şikayet yerine şükredersiniz.

Canınıza kasteden kaç düşmanınız var?

Varsa sayabilirsiniz ama sizi sevenlerinizi sayamazsınız. Çünkü çok fazladır.

Öyle ise şikayet neden?

Sızlayan dizleriniz üzerinde kaç senelerce gezdiniz, dolaştınız, koştunuz, yay gibi gerdiniz ve uzak diyarlara onunla gittiniz de size verdiği mutluluğu hatırlamadınız.

Ama sızlamaya başlayınca elli yıllık mutluğu bir saatlik sızıyla kapatıyoruz.

Bin defa vefalı davranan dostunuzu bir defa vefasızlık yaptı diye gönül defterinden sildikten sonra diğer dostlarınıza şikayette bulunmayın.

Bin defaki vefasını hatırlayın.

Rabbimiz, İnşirah süresinde her zorluğun iki kolaylığı olduğuna dikkatimizi çekiyor.

İsterseniz İnşirah süresini "Şifa Tefsiri" nden bir okuyuverin.


Mahmut Toptaş

Maskelerimiz Vardır  

Posted by Tespih Taneleri... in




Dışarıya yansıttıklarımızla içimizde yaşadıklarımız farklıdır. Çünkü insanlarla ilişkilerimizde maskelerimizi takar ve gerçek düşüncemizi gizlemeye çalışırız. Kimi zaman bunu bilerek yaparız kimi zaman da bilmeyerek...

Mesala; bir genç kız arkadaşları tarafından eleştirildiğinde bunu kabul edemez, öfkelenir, savunmaya geçer. Bu olaya dışarıdan verilen anlam ve kızın yorumu, arkadaşların kaba olduğu ve eleştirerek küçük düşürdüğü yönündedir. Oysa genç kızın iç dünyasında bu olaya verdiği anlam çok daha farklıdır. Burada, genç kız, beğenilmediğine değersizleştirildiğine inanmakta ve arkadaşlarının tavırlarını bu şekilde anlamlandırmaktadır.

İnsanlar, yaşadıkları olaylara verdikleri anlamları daha çok iç dünyalarına atarlar. Örnekte olduğu gibi, arkadaşının eleştirilerine maruz kalan bir genç kendisi ile ilgili düşüncelerini dışarı yansıtmak istemez. Çünkü bu durumda, arkadaşları tarafından değersizleştirileceğini ve dışlanacağını düşünür.

Burada kişi, sosyal alandaki konumunu korumak ta istemektedir. Mesala mahallede güzelliğiyle tanınan ve sürekli iltifat alarak, narsist bir kişilik geliştiren genç kız, kendisine ilgisiz davranan bir kız arkadaşıyla karşılaştığında, görünürde , "ben ondan farklıyım, benim yanımda komplekse girdi" şeklinde bir anlam vermektedir. Fakat bu inancını çevresindeki kimselere karşı gizli tutmakta ve insani ilişkilerinde sorun yaşamaktan korkmaktadır. Çünkü iç dünyada dışarıya yansıttığından farklı olarak, "beni sevmiyor, değer vermiyor" şeklinde bir düşünce gelişmiştir.

Kendimizden bir şeyler buluruz

Gündelik hayatta yaşadığımız sıradan korkuların, kaygıların, endişelerin altında, iç dünyamızda anlamlandırdığımız olayların etkisi vardır. Yolda gördüğümüz bir yaralıya bakar ve irkiliriz. Bu irkilmenin arka planında, kendileştirdiğimiz olaylar, kazalar acılar vardır. Benzer şeyleri gördüğümüzde acılarımız yeniden canlanmış ve kendimize pay çıkarmışızdır.

Allah insanı üstün kıldı

Rabbimiz ayetinde "Biz insanı gerçekten en güzel bir biçimde (Ahseni takvim üzere ) yarattık buyurmaktadır. Varlık alemi mükemmel yaratılmıştır, insanın ise bu kulvarda farklı bir yeri ve ayrıcalığı vardır. Çünkü o bedenen ve ruhen mükemmel yaratılmıştır. İnsanın bu güzelliğini daim kılabilmesi iman üzere bir hayat yaşaması gerekir.

İnsanın varlık aleminde özel bir yeri vardır. ,O fıtrı olarak küçük alemler, katmanlar ve envai çeşit zenginlikler taşır ve yüce Allahın bahşettiği bu güzelliklerle sorumluluklarını yerine getirir. Sorumluluğunu ihmal ettiğinde ise esfele sefilin seviyesine düşer.

İnsanın özellikleri

Müslüman tebessüm eden ve selam veren kişidir.

Müslüman muhtaçlara yardım eder, malında ve sevgisinde cimri değildir.

Müslüman insanlara sevgi ile muamele edendir.

Müslüman tebliğ vazifesini yerine getirendir

Müslüman vakar sahibidir

Müslüman kibir ve büyüklenmeci tavır içinde olmaz

Müslüman affedicidir, kin ve intikam sahibi değildir

Müslüman mütevekkildir, kanaatkardır israf etmez, yalan söylemez

Müslüman vefakardır, sözünde durur ve elinden ve dilinden emin olduğumuz kişidir.

Müslüman namazlarını ihmal etmez

Namaz islamın beş esasından biri ve imandan sonra en önemlisidir. Bu nedenle Hazreti Peygamber, "Kulun kıyamet günü ilk önce namaz ibadetinden sorgulanacağını haber verir"

"Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekatı verirler. Onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. İşte asıl bunlar varis olacaklardır. (Evet) Firdevs (Cennetin)'e varis olan bu kimseler orada ebedi kalıcıdırlar."

(Mü'minûn, 23/1-11 ).
Müslümanlar boş işlerle meşgul olmazlar
Boş zaman kavramı Müslümanların litaratüründe yoktur. Zira onlar, bu dünyanın kendileri için bir imkan olduğunu bilirler ve her anı faydalı işlerle geçirirler. Çünkü hayat kısadır ve yapılacak çok iş vardır:

"... Boş şeylerin yanından geçtiklerinde vakarla geçip giderler..."
(Furkan, 72)
Müslüman vaktini faydalı işler peinde tüketir ve onun boşa harcayacak vakti yoktur. Çünkü mümin sadece kendine karşı sorumlu değildir bununla beraber bütün insanlığın sorunları ile meşgul olur. Bu da zamanı düzenli bir şekilde kullanması ile mümkündür.

Müslüman, zamanı boş işler peşinde harcamaz, gereksiz işler peşine düşmez geçici heveseler kapılmaz, gıybet iftira ve melayani ile vakit geçirmiz. Çünkü zamanın kendisi için ne kadar değerli olduğunu bilir.

''Boş ve faydasız işleri terketmek, kişinin İslâmiyetinin güzelliğindendir.''
(Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12)
Boş şeylerden yüz çevirmek ve boş işler peşinde koşanları da uyarmak müminin sorumluluklarından biridir. Çünkü o, kendisine ailesine ve topluma gelebilecek zararı ortadan kaldırmakla sorumludur.

''Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse katıksız münafık olur. Kimde bunlardan bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. (bunlar:) konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Vaat ederse vadinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır.''
(Müslim, İman, 25)

Islamin Isigin da Uyanmak  

Posted by Tespih Taneleri... in




Genç Adı Ayşe... Kendisi aslen Rus, eski adı ise Olga. Beş yıl öncesine kadar ülkesinde bir eğitimci olarak çalışmış. İslamla tanışması, ailenin ve çevrenin Müslümanlara karşı beslediği katı tutum, önyargılar ve suçlama eylemleri sonucunda gerçekleşmiş. Çocukluğunda annesi, Müslüman çocuklarla oynamaması için uyarır hatta cezalandırırmış. Okulda ve çevrede aynı şekilde Müslümanlara karşı bir husumet beslenir ve bu insanlar kökten suçlu ilan edilirmiş.
Çeçen, Gürcü ve Azeri asıllı komşularının insanseverliği dikkatini çekermiş fakat bu insanlara bir türlü yaklaşamazmış. Üniversiteye başladığında, Çeçen bir arkadaşı aracılığıyla İslam'ı tanıma şansı bulmuş. Arkadaşı ona İngilizce tercüme edilmiş bir Kur'an hediye etmiş. Kur'an'la tanıştığında, dünyaya yeni gelmişcesine hafiflemiş, yıllardır aradığı soruların cevabını bulduğunda, ait olduğu kulvarın burası olduğuna karar vermiş ve teslim olmuş.
 Kur'an'ı okurken, Allah'ın rahmetini, adaletini ve bereketini bütün benliğinde ve ruhunda hissetmiş. İslam onun hayata bakışını ve yol haritasını baştan aşağı değiştirmiş. Şu an bir Türkle evli ve ilimle meşgul oluyor. Kendisine hidayet yolunu açan ve İslamla şereflendiren Allah'a hamd ediyor...

Adı Meryem... Eski adı maria... Kendisi bir Amerikalı... İslamla tanışması, özellikle 11. Eylül'den sonra ülkesinde yaygın hale gelen İslamifobia ile başlamış. Gördükleri ile duydukları arasındaki çelişkiyi fark edip İslam'ı araştırmaya başlamış. Kendisi bu çelişkiyi şöyle ifade ediyor: "Müslüman arkadaşlarım, komşularım vardı onlar çok misafirsever ve cömert insanlardı.
İnsanların sorunlarına karşı duyarlı olmaları da beni çok etkiliyordu... Bu insanlar nasıl oluyor da bizler için birer korku makinesine dönüşüyorlar diye düşünüyordum fakat makul bir cevap bulamıyordum"
 Kendisi bu çelişkileri anlayabilmek için İslamı araştırmaya başlamış ve Kuranla tanışması hayatının başlangıcı olmuş. Göz yaşları içinde Allaha dua etmiş ve Müslümanlara olan öfke ve nefretin aslında onların imanlarına karşı olduğunu anlayıp, şehadet getirmiş.

Bizler müslüman bir toplumda doğup büyüdük. Ancak seküler laik zihniyetlerin ağır ithamlarına, iftiralarına ve baskılarına maruz kaldık. Başörtülü kızlar üniversite kapılarından yaka paça kovuldular, namaz kılan memurlar atıldı, subaylar ihraç edildi, kuran kursları kapatıldı, din adına yapılan her eylem kara listeye alındı.
Ancak bizim şer gibi gördüğümüz bu baskı ve dayatmalar pek çok insanın uyanmasına, İslamla tanışmasına ve kutsallarına sımsıkı sarılmalarına vesile oldu. İslamafobi sadece Avrupa'da değil bizim topraklarımızda da oluşturulmaya çalışıldı ancak, kutsalları ile arası açılan pek çok genç İslam'ı yeniden araştırdı ve dinin emirlerine sımsıkı sarıldı.



Fatma Tuncer

Neredesin Ey Özgürlük  

Posted by Tespih Taneleri... in



Özgürlük hayat damarlarımızdan biriydi! Bakışlarımızdaki bir kıvılcım! Yüreğimizdeki bir ateş! Söylemlerimizin gücüydü özgürlük!

Kim onu damarlarımızda kurutmaya yeltense, hangi el uzansa, hangi dil, hangi düşünce, hangi eylem yönelse canımızı korurcasına siper ederdik.

Kanatlarımızı kıracak avcıyı en büyük düşman bellerdik.

Peki nereye uçurdular şimdi özgürlük kuşumuzu?

Hangi dağın arkasında? Hangi kuyunun dibinde şimdi?

Hangi hainin elinde?

Sınırsız bir hayatın içersinde hoyratça gezmek sorumsuzca soluk alıp vermek miydi özgürlük? Hayır, hayır, tahtından indirilen insanı hak ettiği konuma oturtmak, kaybettiği gönül servetine kavuşturmak, bütün yalancı tanrıları, boş hayalleri, çıkarcı, maddeperest anlayışları, sahte görüntüleri, suskun baykuşları hayatımızdan çıkararak Allah'ın önünde eğilmektir özgürlük.

Daha açık bir ifadeyle, Allah'la aramıza girebilecek, her türlü tabuyu yıkabilmek, karanlıkları yırtarak sabaha ulaşmak, sonsuz bir okyanusun dev dalgalarını delecek kadar iradeli bir damla olabilmektir ya da güçlü ve etkin bir fert olarak özgürlük ordusuna, peygamberler , şehitler, salihler, sadıklar ve dostlardan müteşekkil yalnız Allah'a kul olanların ordusuna katılabilmektir. Yani özgürlük aslında inanmak iman etmektir....

"Ekmeksiz, aşsız yaşanır da inançsız yaşanamaz" der şair...

Oysa şimdilerde insanların ellerine bir somun ekmek tutuşturup, bütün değerlerini alıp götürüyorlar.

Bak..! Ekmeği, zevk, sefa ve eğlenceyi özgürlüğüyle takas eden yığınların ülkesinde bazen öylesine yiğitçe bir çıkış, öylesine gür ve manidar bir ses yükselir ki, bu ses çağın bütün karanlıklarını yırtar, bütün haksızlıklarını duman eder. Canı pahasına, insanlığın onur ve şerefi uğruna savaşır.

Tarih bu özgürlük yolcularının adını saklar bağrında . Tüm Allah elçileri, Allah dostları, hikmet sahipleri, Allah Aşıkları ve Allah'ın kulları... Bu yolda, hak ve özgürlüklerin gasp edildikleri noktada, canların ve bedenlerin medeniyetlere kurban edildiği zamanlarda o coğrafyalarda onların hamurları yoğrulur sonra, insanlığın ve tarihin önüne çıkarlar.

Gecenin sonu sabahtır. Her acının ardında bir mutluluk gizlidir.

Her gözyaşının renginde bir tebessüm... Her tebessümün ardında ruhun özgürlüğe karşı bir uçuşu vardır .

Mutlak özgürlüğe doğru uçuşumuzun öncesinde kendini, ruhunu ve bedenini esaretten, kula kulluktan kurtarıp; yüce Yaratıcıya doğru özgürleşen herkese selam olsun..!



Fatma Tuncer

Sürü Psikolojisi Ne mi?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Genç kız, üniversite son sınıfta okuyor, "siz başörtülüsünüz dini konularda bilginiz vardır, birkaç soru soracağım diyor ve soruyor. Ancak verdiğim cevaplardan ziyade çevresinden gördüğü ve duyduğu hurefeleri savunuyor ve "bunlar doğru olmasaydı çevremdekiler öyle yaparlar mıydı" diye çıkışıyor. Yani, sürü psikolojisinin etkilerini gösteriyor.... Sonra "ben kırkıma geldiğimde namaza başlayacağım, elli yaşına geldiğimde de hacca gideceğim..." diye ekliyor. Bu düşünceyi nereden edindiğini sorduğumda ise, "büyük annem de, annem de komşularımız da öyle yaptılar. Bunda bir sıkıntı olsaydı onlar bilmezler miydi?" Diyor.

Kars'ın Kağızman ilçesinde uçurumdan atlayarak telef olan koyunları hatırlarsınız. Olay çobanın tüm çağrılarına rağmen, koyunlardan birinin uçuruma atlaması ile başlamış ve diğer koyunlar onu takip ettiğinde ise iki yüz koyun telef olmuştu..

Bu olay, o günlerde televizyonlarda ve gazetelerde yer kaplamış ve sosyal bilimcilerin, siyasetçilerin, tarihçilerin oturum konusu olmuş, sürüleşmenin hazin sonu yeniden masaya yatırılmıştı.

Sadece dini meselelerde değil, hayatımızın her safhasında kutuplaşmaya ve sürü psikoloji ile hareket etmeye başladık. Halbuki, şuursuzca yapılan eylem, hareket ve düşüncenin sonunda bilinmez bir uçurum vardır ve bu uçurumdan kurtulmanın tek yolu yapılan işin şuuruna varmaktır. Yani eğer herkes ne yapıyorsa ben de onu yapacağım deyip sürüye uyar, aklımızı irademizi devre dışı bırakırsak tıpkı uçuruma yuvarlanan koyunlar gibi geridönülmez bir bataklığa saplanabiliriz...

Ne yazık ki insanlarımız, sürünün nereye gittiğini ne yapmaya çalıştığı bilmeden körü körüne takılıp gidiyorlar. Şuursuzca yapılan eylemlerini ise herkes öyle yapıyor herkes bunu tercih ediyor diye gerekçelendirerek rahatlamaya çalışıyorlar. İşte sürü psikolojisinin en büyük zararı da burada.

Bugün toplumun farklı katmanlarında kutuplaşmaların hakim olduğunu ve her grubun ya da topluluğun kendi ortamında aynı sese aynı görüntüye sahip olduğunu görmekteyiz. Çünkü sürüleşme, insana kendisi olma fırsatı vermiyor. Kendisi olamayan birey ve toplumlar zihinsel sorgulama, muhakeme, bireysel irade gibi bir takım özelliklerini kaybederek edilgen bir yapıya sahip oluyorlar. Özellikle siyasetin ya da toplumun önünde yer alan kimseler, insanlarımızın zaafını kullanarak istedikleri gibi yönlendiriyor, medya ve konjektür üzerinden yeni korkular, düşünceler, sorgulanamayan bir takım pradigmalar aktarıyorlar. Bütün bunların sonucunda bilgi ve bilinç geçerliliğini kaybediyor ve iradesiz kimliksiz bir toplum ortaya çıkıyor.

İnsan, aklını ve iradesini doğru koordinatlara çevirmediği sürece sürünün bir parçası olmaktan kurtulamaz. Uçurumdan kurtulmanın yolu ise, kişinin bütün eylemlerini gözden geçirmesi ve yaptığı şeyin şuuruna varması ile mümkün olur.


Fatma Tuncer

Sevdim...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Zaman icinde zaman akip gidiyor...

Yaşamın gerçeklerini görüp, daha olgun insan olacağımı bildiğim için...
Duyulan eksiklikleri sevdim..

Her şeye sahip olmanın, insanı ne kadar mutsuz ettiğini bildiğim için...
Sabahın erken saatlerinde çalan çalar saatimin sesini sevdim...

Bana bugün de yaşama olanağı verildiğini gördüğüm için...
Buzlu yollarda yürümeyi sevdim...

Yaşamda da atılan yanlış bir adımın, insana ne denli acı vereceğini anımsattığı için...
Uzaklıkları sevdim...

Özlemlerin duyguları pekiştirdiğini bildiğim için...
Yaşamın renklerini sevdim...

Yaşanılan tüm duyguları tablolara döktüğü için...
Bir şeylere inanmanın mutluluğunu sevdim...

Kendimi iyi duyumsadığımda, yanımda olacak insanların varlığını bildiğim için...
Her ne olursa olsun bir şeyin bittiği için üzülmek yerine yaşandığı için sevinmeyi sevdim...

Üzüntülere liman olursak, mutluluğun başka yerlere demir atacağını bildiğim için...
Sevmekten ve sevilmekten korkmayan insanları sevdim...

Sevme ve sevilmenin yapaylıktan değil, doğallıktan geldiğini bildikleri için...
Arkadaşlarımla geçirdiğim zamanları sevdim...

İçten bir sohbetin, tüm ağrılara iyi geldiğini bildiğim için...
Ve Sevdiklerimin ellerini tutmayı sevdim..

Avucumun içine bıraktığım yüreğime dokundukları için....
Bir şeylere inanmanın mutluluğunu sevdim...

Kendimi iyi duyumsadığımda, yanımda olacak insanların varlığını bildiğim için...
Her ne olursa olsun bir şeyin bittiği için üzülmek yerine yaşandığı için sevinmeyi sevdim...


Üzüntülere liman olursak, mutluluğun başka yerlere demir atacağını bildiğim için...
Sevmekten ve sevilmekten korkmayan insanları sevdim...


Sevme ve sevilmenin yapaylıktan değil, doğallıktan geldiğini bildikleri için...
Arkadaşlarımla geçirdiğim zamanları sevdim...


Hayati sorgulamanin sadece vakit kaybi oldugunu bildigim icin...
Herseyde bir hayir vardir dusturunu sevdim...

Tefekkür  

Posted by Tespih Taneleri... in




Herhangi bir mevzuda, geniş, derin ve sistemli düşünme manalarına gelen tefekkür; erbâbınca, kalbin çırası, rûhun gıdası, bilginin rûhu ve İslâmî hayatın da kanı, canı ve ziyâsıdır.

Tefekkür, kalbde öyle bir nurdur ki, hayır ile şer, fayda ile zarar, güzel ile çirkin onunla görülür ve sezilir.. Kâinat onun sayesinde okunan bir kitap hâline gelir ve Kur’ân’ın âyetleri onunla ayrı bir derinliğe ulaşır.

Kötülük  

Posted by Tespih Taneleri... in





"Sevgili Dost,


Yöntem tasarlanan amaca vardıracağını sandığımız yoldur. Tatlı dilin yılanı deliğinden çıkarması yetmez.
Bizi ısırmasını engelleyecek mi?
Aslanı daha çok kudurtacak bir kurşun; bizi parçalamasını engelleyecek mi? Nedir kötülüğü kurutacak merhem?
Kasabın keseceği hayvanı göz ucuyla aralarından seçtiği sırada, çayırda zıplayıp duran koyunların neşesi, bıçağı engelleyecek mi?

A. Ali Ural / Posta Kutusundaki Mızıka S:66


Çekip Gitmek  

Posted by Tespih Taneleri... in





"Sevgili Dost,
Bildiği şehirlerden, bilmediği şehirlere, bildiği yüzlerden bilmediği yüzlere sığınmayı aklından geçirmemiş kaç insan vardır?
Garların, terminallerin ve limanların dev mıknatıslara dönüştüğü saatlerde bedenlerini kaptırmayanlar, ruhlarının bir otobüs koltuğuna,bir gemi çapasına, bir lokomotif tekerleğine yapışmasını önleyebilmiş midir?
"Başımı alıp gitmek istiyorum." cümlesi kimbilir hayatımızın kaç kilidini kurcalamış, açayım derken kaç yeni kapı örtmüştür üstümüze.
Arkaya bakmamayı başarabilenler, acaba gittikleri yere başkalarını götürmeyi başarabilmşler midir? "Tebdil-i mekanda ferahlık vardır." diyenler, aslında "Tebdil-i kan"ı mı kastetmişlerdir?"


A. Ali Ural / Posta Kutusundaki Mızıka S:78

Vaktini Degerlendirmek..  

Posted by Tespih Taneleri... in






Bende Fransızca bir kitap var, konusu, evin bir köşesinde süs mumları yapmak. Küçük cam kaplar alıyorsunuz, içine renkli mum maddesini kaynatıp döküyorsunuz, ortasında bir fitil. Donunca göze hoş görünen bir mum oluyor. Bazısına, yakıldığı vakit etrafına güzel kokular saçacak esanslar da konuyor.

Galata ve Unkapanı Köprülerinden geçerken, sağda ve solda boydan boya yüzlerce vatandaşın balık tuttuğunu görüyorum. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda, sabahın köründe, gecenin geç vakitlerinde, bazen terleyerek, bazen soğuktan titreyerek çılgınlar gibi balık tutuyorlar. Hem onlara acıyorum, hem balıklara… Satmak, yemek, geçinmek için tutsalar bir şey demeyeceğim. Zevk için tutuyorlar.

Okuyucularımın çoğu bilir, tasavvufta ve tarikatta oltayla balık tutmak hoş görülmemiştir. Çünkü oltanın ucuna takılan solucanla balık aldatılır, bir de olta hayvancağıza büyük acı çektirir.

İstanbul’un tarihî Tophane semtinde Nusretiye Camiinin yanında sıra sıra nargileciler var. Orada da nargile meraklıları fokur fokur nargile içerler. Zamanın o mekânlarda değeri yoktur. Dört saat akar gider, haberleri bile olmaz.

Dünyada nüfusuna nispetle en fazla kahvehane olan ülke Türkiye imiş. Milyonla vatandaş oralarda vakit geçirirler veya vakit öldürürler.

Başka vilayetleri bilmem, devletimiz İstanbul civarındaki köylere iki katlı beton köy konakları yaptırdı. Alt katları kahvehane şeklinde, akşam olunca erkekler oralarda toplanırlar, çaylar içilir, televizyon seyredilir.

İnsanın ömrü nedir? Yaşadığı vakitten ibarettir. Herkesin bir doğum tarihi vardır, bir de ölüm tarihi. Bu ikisinin arasındaki zaman, işte ömür…

Dünyadaki bazı halklar çalışmayı çok severler. Gitmedim ama duyduğuma göre, Tayvan adasında (Milliyetçi Çin) evler birer atölye gibiymiş.

Bizde de eskiden bilhassa kırsal kesim evlerinde dokuma tezgâhları vardı, kadınlar kızlar elle kumaş dokurlardı.

Dostlarımdan merhum uçak pilotu Zihni Hızal Bey (bir uçak kazasında hayatını kaybetti) evinde güzel ciltler yapardı.

Şehirlerde eski hanımlar yün örerler, iğne oyası yaparlar, daha başka el sanatlarıyla meşgul olurlardı. Nice ev hanımı, elle veya dikiş makinesiyle dikiş dikerdi.

Kırk pare veya yamalı bohça denilen bir sanatımız vardır (Kültür Bakanlığı bu konuda çok güzel bir kitap yayınladı), hanımlar dikişten artan kumaş parçalarını atmazlar, bunları kesip birbirine ekleyerek seccadeler, bohçalar, örtüler yaparlardı.

Bir yerde okumuştum, eskiden Erzurum’da bir köyde, kadınlar tornasız, sırf elle şekillendirerek çömlek yaparlarmış. Bunların zamanımıza kalan örnekleri şimdi antikacılarda satılıyor.

Bir evde elbette demirci atölyesi kurulamaz ama bir köşesinde veya odasında pekâlâ yüzlerce geleneksel sanat veya zanaatımızdan biri icra edilebilir. Üretilen sanat eserleri satılır, ya aile bütçesine eklenir yahut hayra hasenata sarf edilir.

Evlerde hat yazılır, ebru ve tezhip yapılabilir hatta elektrikli bir fırınla çinicilik, seramik ve porselen işleri yapılabilir.

Üzeri boyalı yaldızlı Edirnekârî eserler üretilebilir. Bunların fazla bir gürültüsü de olmaz. Bilgisayarlı bir dikiş ve nakış makinesiyle ortaya harika eserler çıkarılabilir.

Bende Fransızca bir kitap var, konusu, evin bir köşesinde süs mumları yapmak. Küçük cam kaplar alıyorsunuz, içine renkli mum maddesini kaynatıp döküyorsunuz, ortasında bir fitil. Donunca göze hoş görünen bir mum oluyor. Bazısına, yakıldığı vakit etrafına güzel kokular saçacak esanslar da konuyor.

Batı ülkelerinde, insanların boş zamanlarını değerlendirmek maksadıyla hobi olarak yapacakları yüzlerce çeşit sanat ve zanaatı anlatan kitaplar yayınlanmıştır.

Bizim toplumumuz böyle şeylerle pek uğraşmaz. Aklımız fikrimiz cep telefonundadır. Adamın veya kadının cep telefonu yarım saattir hiç çalmıyor. Zavallıyı bir hüzün basar, niçin aranmıyorum?


Mehmet Şevket Eygi

1434 Hicrî Yılında 40 Hicret(cok guzel)  

Posted by Tespih Taneleri... in





MİLADÎ 2012 takviminin 15 Kasım Perşembe günü, 1 Muharrem 1434 hicrî tarihine rast gelmektedir yani Müslümanların yılbaşısıdır. Bütün din kardeşlerimin yeni yılını tebrik eder sıhhat, afiyet, selamet ve uyanıklık dilerim.
Asr-ı Saadet'te Mekke feth olunduktan sonra Mekke'den Medine'ye hicret bitmiştir. Lakin Kıyamet'e kadar başka hicretlerin kapısı açıktır. Aşağıda sayacağım hicretler Müslümanların üzerine vacib ve gereklidir.

Birincisi: Günahtan (Mâsiyetten) taate (Allaha itaat edip kulluk vazifelerini dosdoğru yapmaya) hicrettir.


İkincisi: Esaret ve zilletten şer'î hürriyet ve izzete hicrettir.


Üçüncüsü: Dine sokulan bid'atlerden Sünnete hicrettir.


Dördüncüsü: Bozuk itikattan sahih itikada hicrettir.


Beşincisi: Bînamazlıktan musalli Müslüman sıfatına hicrettir, yani namaz kılmayan fasık statüsünden namaz kılan statüsüne geçmektir.


Altıncısı: Münferid (tek başına) namaz kılmaktan, cemaatle namaz kılmaya hicrettir.


Yedincisi: Cahillikten ilme hicrettir.


Sekizincisi: Müslümanların bu coğrafyada bin yıldan fazla bir müddet kullanageldikleri Kur'an ve İslam yazısıyla Türkçeyi okuyamaz ve yazamaz olmak karanlığından, okuryazarlığa hicrettir.


Dokuzuncusu: Tefrikadan, bölünmüşlükten ittihada ve birliğe hicrettir.


Onuncusu: Karanlık, fırtınalı, yağmurlu gecede çobansız sürüler durumunda olmaktan; ehliyetli ve liyakatli bir İmam-ı Kebir'e biat ve itaat etmiş tek bir Ümmet olmaya hicrettir.


On birincisi: Gafletten uyanıklığa hicrettir.


On ikincisi: Gevezelikten, zevzeklikten, mâlâyâni boş laflar edip boş yazılar yazmaktan hikmete hicrettir.


On üçüncüsü: İsraftan kanaate hicrettir.


On dördüncüsü: Kadınların ve kızların açıklıktan veya şeytanî sözde tesettürden şer'î tesettüre hicret etmeleridir.


On beşincisi: Zinadan, fuhşiyattan, başkalarının eşlerine, kızlarına, analarına, bacılarına kötü gözle bakmaktan iffet, hayâ ve namusa hicrettir.


On altıncısı: Din bezirgânlığından, mukaddesat sömürüsünden ihlâsla rızaen lillah hizmete hicrettir.


On yedincisi: Kötülükler karşısında alçakça suskun kalmaktan (cebanetten) şecaate hicrettir.


On sekizincisi: Cimrilikten cömertliğe hicrettir.


On dokuzuncusu: Oburluktan, tıkınmaktan, aşırı yiyip içmekten kanaate hicret etmek, acıkmadan sofraya oturmamak, sofradan doymadan kalkmaktır. l


Yirmincisi: Sokaklarda, çarşılarda pazarlarda açık yerlerde halkın içinde yiyip içmek mürüvvetsizliğinden mürüvvete hicrettir.


Yirmi birincisi: Sabahleyin seher vakitlerinde leşler gibi uyumaktan, vaktinde yataktan kalkıp namaz kılmaktır.


Yirmi ikincisi: Evlerdeki şeytan ve Deccal vizyon cihazlarındaki İslama ve Şeriata aykırı programları seyr etmek fısk ve fücurundan lanetli cihazları atıp ıslaha yönelme hicretidir.


Yirmi üçüncüsü: Gurur ve kibirden tevazu ve alçakgönüllülüğe hicrettir.


Yirmi dördüncüsü: Hiç zekat vermezlikten yahut zekatı doğru dürüst yerli yerinde vermezlikten; zekatı Kur'ana, Sünnete, Şeriata ve fıkha uygun olarak hak eden hakikî şahıslara vermeye, tüzelkişilere (Derneklere, vakıflara, cemaatlere) vermemeye hicrettir.


Yirmi beşincisi: Hoppalıktan, züppelikten, kahkahalardan, hoplayıp zıplamaktan, aşırı eğlenmekten; nezih bir hayata ve hikmetli hüzne hicrettir.


Yirmi altıncısı: Hep dünyaya dönük olmaktan, dünya için dünyada kalacağı müddet kadar, âhiret için orada kalacağı kadar himmete hicrettir.


Yirmi yedincisi: Gaddarlıktan merhamete hicrettir.


Yirmi sekizincisi: Zulümden adalete hicrettir.


Yirmi dokuzuncusu: Sefahatten (beyinsizlikten) akl-ı selime hicrettir.


Otuzuncusu: Nefsini beğenmekten ve ucbtan; nefs-i emmâresini hor görmeye ve kınamaya hicrettir.


Otuz birincisi: Darülharpten Darülislama hicrettir.


Otuz ikincisi: Zalimleri alkışlamaktan, pohpohlamaktan, yağcılık ve yalakalık yapmaktan, meddahlıktan; hikmetli ve adaletli şekilde tenkide, uyarmaya, bilgilendirmeye, ıslaha hicrettir.


Otuz üçüncüsü: Kötülüklere kanıksamış ve alışmış olmaktan maruf ile emr etmeye ve münkerden nehy etmeye hicrettir.


Otuz dördüncüsü: Bedevîlikten medenîliğe hicrettir.


Otuz beşincisi: Kabalıktan, hoyratlıktan, vurup kırıcılıktan, kalp kırmaktan, gönül yıkmaktan; inceliğine, nezakete, hilme, afve, hoş görmeye, kötülüğü iyilikle def' etmeye hicrettir.


Otuz altıncısı: Cemaat, meşreb, hizip, fırka, tarikat, grup, sekt taassubundan, militanlığından, holiganlığından, çılgınlığından ve dengesizliğinden; bütün Müslümanları kardeş bilip kucaklamaya, itidale hicrettir.


Otuz yedincisi: Katı kalplilikten, kuru gözlülükten kalp yumuşaklığına ve ağlayan gözlere hicrettir.


Otuz sekizincisi: İnsanların gizli ayıp, günah ve çirkinliklerini görmekten, onları ifşa etmekten; gizli ayıp ve günahlara karşı karanlık gece gibi olmaya hicrettir.


Otuz dokuzuncusu: Gıybet, nemime ve diğer dil afetlerinden; keff-i lisana ve sükûta hicrettir.


Kırkıncısı: Allahın gazap ve azabından O'nun rahmetine, keremine iltica ve bunun esbabına ve vesilelerine hicrettir.


Not: Hicrî kamerî takvimin iki üstünlüğü:

1. Hicrî takvim hesabıyla bir insan daha fazla yaşar.
2. Hicrî takvime göre verilen zekâttan fakirler yılda on gün daha fazla yararlanır.
Müslümanların dikkatine: Sizin dinî takviminiz Frenk takvimi değil, İslamî hicret takvimidir.
Hicrî takvimin aylarını öğreniniz.
Hicrî takvimin hangi ayında ve gününde olduğunuzu biliniz.
Evinize ve işyerinize hicrî takvim asınız.
İslam kültürüne, medeniyetine, takvimine, İslamî ölçü ve kıstaslara yabancı kalmayınız.
Milâdî Frenk takvimi elbette katı bir realitedir, resmî veya sivil işlerin yüzde 95'i ona göre ayarlanmıştır ama sizin gönlünüz yine de hicrî İslamî takvimden yana olsun.
Sultan Abdülhamid Han hazretleri zamanında Osmanlı Müslümanları miladî takvimi kullanmazlar, miladî takvimi bilmezlerdi. Hattâ o tarihlerde çıkan gazetelerin çoğunda Frenk takvimi hiç yazılmazdı.
Dünyada çeşitli medeniyetler olduğu gibi çeşitli takvim sistemleri vardır. Müslümanların takvimi hicret takvimidir.
Şehr-i Muharrem mübarek ve müteyemmen bâd!


Mehmet Şevket EYGİ


"http://img14.imageshack.us/img14/8572/imzaew.gif" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.

Hicri Yilimiz Mubarek olsun...Sene Basi Dualari...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Muharrem ayının birinci gününde(hicri yılın ilk günü) muhakkak oruçlu olmak lazımdır bu sene işlenecek günahlardan korunmak ve işlenecek günahlarında afvedilmesi için.

Muharrem ayının ilk gecesi akşam ve yatsı arası 2 Rekat namaz kılınır;
Niyet: "Ya Rabbi bizi yetiştirmiş olduğun bu seneyi hakkımızda mübarek kılman; Afv-ı İlahine mahzar kılman dünyevi ve Uhrevi saadetlere nail eylemen için ALLAH'u Ekber…"

Her rekatta: Sübhaneke'den sonra 7 Fatiha 7 Ayet-el Kûrsi 7 İhlâs okunur.
Namazdan sonra

11 defa; "Lâ İlahe illALLAHü vahdehu lâ şerikeleh lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyi ve yumit ve hüve Hayyul lâ yemüt biyedihil hayr ve hüve âla külli şey-in kadir." 11 defa; İstiğfar 11 defa; Salavat-i Şerife okunup Geçmiş senenin günahlarının afvı gelecek seneye günahsız girmek için dua edilir.

Muharrem ayının ilk günü her birinde besmele ile 1000 İhlâs-ı Şerif okuyanları Cenab-ı Hakk lütfu Keremiyle huzuruna bu âlemden kul borcu ile götürmeyecektir. Gecesini de ibadetle ihya etmek lazımdır.

Muharrem ayının ilk gecesi şu niyetle tesbih namazı kılmak gerekir.
Niyet: "Ya Rabbi bu sene beni Mağfiret-i İlahine Rıza-i İlahine mahzar eyle. Yeni açılan amel defterimi Rıza-i İlahine muvafık amel ile doldurmayı bana nasib eyle.Beni Gadab-ı İlahine düçar olacak amellerden muhafaza buyur.ALLAH'u Ekber."

1. Rekatta: 1 Fatiha 1 Ayet-el Kûrsi
2. Rekatta: 1 Fatiha 1 Amene'r Rasûlü (Mümkünse Sûre-i Al-i İmrân'ın ilk iki Ayeti Kerimesi ilave edilerek)
3. Rekatta: 1 Fatiha 1 HüvELLAHüllezi (Yani Haşr Sûresinin son 3 ayeti)
4. Rekatta: 1 Fatiha 1 İhlas'ı Şerif (Namazdan sonra istiğfar edilir ve Salavat-ı Şerife getirilerek dua edilir.)

Muharrem ayının birinci gününden onuncu gününe kadar 10 gün oruç tutmak ve 10. günü aşure pişirmek lazımdır. "Muharrem'in onuncu günü olan Aşure gününe kadar oruçla geçiren Firdevs-i Âlâ'ya(En Kıymetli Cennet) varis kılınır."Hadis-i Şerif

"ALLAH'u Teâlâ C.C. ; Aşure gününü oruçlu geçirene; 1000 Hac 1000 Umre ve 1000 Şehid sevabı yazar ve kendisine doğu ile batı arasındakilerin ecri verir. Bu kişi Hz. İsmail'in (A.S.) çocuklarından 1000 köle azad etmiş gibi olur. Kendisi adına Cennet'te 70.000 köşk kaydedilir.Ve ALLAH C.C. ONUN CANINI CEHENNEME HARAM KILAR.

Rivayete göre "Aşura gününü oruçlu geçirene 10.000 Melek sevabı verilir. O gün İhlâs Sûresini 1000 kere okuyana ALLAH'u Teâlâ C.C. Rahmet nazarı ile bakar ve o kişi Sıddıklardan yazılır"

Muharrem ayının ilk Cuma gününü (tek tutulmaz Perşembe yada Cumartesi günü ile tutmak gerekir) oruç tutanın geçmiş günahları afvedileceği bildirilmiştir. ("Muharrem ayının ilk cumasını oruçlu geçirenin geçmiş günahları afvolunur." Hadis'i Şerif Enes'den) (Perşembe-Cuma-Cumartesi tutmak ise günahlara kefaret olur ve 900 sene ibadet sevabı kazandırır.)

Bu ay içinde herhangi bir Cuma günü önceki ve sonraki günüyle beraber (Yani Perşembe Cuma Cumartesi) oruç tutana 900 sene ibadet sevabı verileceği bildirilmiştir. ("Her kim haram aydan üçgün Perşembe Cuma ve Cumartesini tutarsa ALLAH C.C. ona 900 sene ibadet (sevabı) yazar." Hadis'i Şerif / İbn-i Şahin İbn-i Asâkir İhya(İmam-ı Gazali) Gunye(A.Kadir Geylani) )

Ayrıca Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç bu ayda tutlan oruçtur. "Her kim Muharrem'den bir gün oruç tutarsa ona hergüne karşılık otuz gün (oruç sevabı) vardır." Hadis'i Şerif Taberani

Muharrem ayının biri ile onu arasında bir defa olmak üzere 2 rekatta bir selam vererek 6 rekat namaz kılınır. Bu namaz akşamla yatsı arası kılınabileceği bu vakitte kılınamadığı takdirde yatsıdan sonra da kılınabilir. Niyet: "Niyet eyledim Ya Rabbi Senin Rıza-i Şerifin için namaza Herhangi bir komşumun ve din kardeşimin veya herhangi bir kimsenin bana hakkı geçmiş ise bu hakkın ödenmesi için ALLAH'u Ekber…"

1. Rekatta: 1 Fatiha 1 Ayet-el Kûrsi 11 İhlâs'ı Şerif 2. Rekatta: 1 Fatiha 10 İhlas'ı Şerif
3. Rekatta: 1 Fatiha 1 Tekâsür Sûresi 11 İhlâs'ı Şerif 4. Rekatta: 1 Fatiha 10 İhlas'ı Şerif
5. Rekatta: 1 Fatiha 3 Kâfirun Sûresi 11 İhlâs'ı Şerif 6. Rekatta: 1 Fatiha 10 İhlas'ı Şerif (Namaz kılındıktan sonra dua edilir.)

Bu ayda ve her zaman ALLAH'u Teâlâ dille ve kalple devamlı zikredilmelidir. ALLAH'u Teâlâ'yı zikretmek en büyük ibadettir. Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın Adıyla " "ALLAH'I ANMAK ELBETTE EN BÜYÜK (İBADET) TİR." ANKEBUT/45 "

Senebaşı duaları üçer defa okunur.

SENE BAŞI DUASI: (Muharrem'e girildiği akşam ezanı vakti ezandan hemen sonra okunacak dua.)




Her kim Muharrem'in evvelinde;
"Ey ALLAH'ım C.C. ! Sen Ebedi ve Kadimsin. İşte bu yeni senedir ben Senden bu sene şeytan ve dostlarından korunmayı kötülüğü çokça emreden bu nefse karşı yardım ve beni Sana yaklaştıran amellerle meşgul olmayı isterim. Ey Kerem Sahibi kabul eyle! " derse şeytan: "Biz bu kişiden ümidi kesdik" der ve ALLAH C.C. ona kendisini sene boyunca koruyacak iki Melek görevlendirir. (Hadis'i Şerif Kaynak: Alemle Safûrî Nüzhetü'l-mecâlis 1/156)


ÖNEMLİ NOT: Dinimize göre gece önce gelir gün sonra gelir. Hesaplarımızı ona göre yapalım. Yani Perşembe günü akşam ezanı okunduğunda Cuma gününe giriyoruz ertesi gün akşam ezanı okununca Cuma günü bitiyor.14 Kasım Çarşamba günü akşam namazıyla birlikte yeni yıla giriyoruz.

Biz Boyle Degildik !  

Posted by Tespih Taneleri... in



                                                            Biz boyle degildik yaa !
                                    Bu yuzden de cok ozluyorum eskiyi, eski olan herseyi...
                     Eskiden kalma, hani deriz ya eski toprak insanlarla konusmayi cok ozluyorum.
    Allah'im eski huzurumuzu, kucucuk seylerden mutlu oldugumuz o gunleri tekrar yasamak
                                                       nasip etsin insaallah... amin
            

APTALIN ÖYKÜSÜ  

Posted by Tespih Taneleri... in


Adamın biri, halinden yakınır dururmuş:

"Çalışıyorum, didiniyorum ancak geçinebiliyorum. Üstelik yalnızım, kimim kimsem yok..."
Böyle mutsuz mutsuz sızlanıp dururken, bir karar vermiş. Yollara düşüp bir melek bulacak, halini anlatıp ondan bu haksızlığı düzeltmesini isteyecekmiş. Yola koyulmuş. Dağda bir kurda rastlamış.
Ayakta zor durabilen, bir deri bir kemik kalmış kurt, adama yaklaşmış, nereye gittiğini sormuş. Adam derdini anlatmış,
"Bir melek arıyorum. Onu bulup bana yapılan haksızlığı düzeltmesini isteyeceğim..."

Bunun üzerine kurt, "Bana da bir iyilik yapar mısın" demiş, "Ben de gece gündüz dolaşıyorum, bir lokma yemek zor buluyorum.

O meleğe benden söz et, böyle açlıktan öleyazmış kurt da olur muymuş diye sor..."
Adam yola koyulmuş. Çok geçmeden karşısına güzel bir kız çıkmış. Kız da ona nereye gittiğini sormuş. Melek hikâyesini dinledikten sonra adamın ellerine sarılmış:
 "Yalvarırım o meleğe benim durumumu da anlat. Gencim, güzelim, zenginim, her şeyim var ama çok mutsuzum. Mutluluğa ulaşabilmek için ne yapmam lazım, ne olur o meleğe sor..."

Adam, melekle konuşacağına söz vermiş ve yola devam etmiş. Yorulduğunda dinlenmek için bir ağacın altına uzanmış. Çevre yemyeşilmiş ama bu ağacın neredeyse bir tek yaprağı bile yokmuş.

Tabii ağaç, durumuna çok üzülüyormuş. Dert yanmaya başlamış:
"O meleği bulduğunda benden de bahseder misin. Bak, nasıl da bereketli bir toprak üzerindeyim.

Bütün ağaçlar yaprağa, meyveye boğulmuş. Benimse hiçbir şeyim yok. Diğerleri gibi olmak için ne yapmalıyım, meleğe sorar mısın?"
Adam, ağaca da "Peki" demiş ve yoluna devam etmiş...

Nihayet, meleği bulmaktan umudunu kesmiş, vazgeçmek üzereyken melek karşısına çıkıvermiş...

Adam derdini anlatmış, melek adamı dinlemiş ve "Tamam, tamam!" demiş.
"Zengin ve mutlu olabilmen için sana bir şans veriyorum. Şimdi geldiğin yoldan git, evine dön."
Meleğin bu sözleri üzerine rahatlayan adam kurdun, kızın ve ağacın ricalarını hatırlamış ve meleğe onları da anlatmış.
Melek onlar için de birşeyler söylemiş. Adam bunları da bir güzel dinlemiş
ve dönüş yoluna koyulmuş. Ağacın yanına geldiğinde meleğin söylediklerini aktarmış:
"Köklerinin tam yanında gömülü altın dolu bir sandık varmış. Bu yüzden beslenemiyormuşsun. Beslenemediğin için yaprağın ve meyven yokmuş. Sandık çıkarılırsa senin de meyven ve yaprağın olacak."
 "Yaşasın!" demiş ağaç:
"Çabuk orasını kaz ve o sandığı çıkar!"
"Hayır" demiş adam,
 "Melek bana kendi şansımı verdi. Evime dönmem lazım..."
Ve yoluna devam etmiş.

Genç kız bıraktığı yerde onu beklemekteymiş. Adamı görünce koşmuş ve "Melek
ne dedi?" diye sormuş. "Sevinçlerini ve acılarını paylaşabileceğin birini bulup da evlenirsen bütün dertlerin hallolacak, mutlu olacaksın"* demiş adam.
O zaman kız, "Hadi seninle evlenelim, mutlu olmaya çalışalım!" diye atılmış. Adam, "Hayır" demiş. "Buna zamanım yok. Melek benim şansımı verdi, bir an önce eve gitmeliyim.Sen de kendine başka bir koca bul artık..."


Çok geçmeden o bir deri bir kemik kurt çıkmış karşısına. Kendi şansını
bulmak için evine gittiğini, acelesi olduğunu söylemiş. "Peki ya ben!"demiş kurt,

"Benim için ne dedi? Onu söyle ve git!"
"Senin için söylediğini ben anlamadım" demiş adam; "Melek dedi ki, o kurt, yiyecek bir aptal bulamazsa aç susuz dolaşmaya mahkûmdur."
Kurt, "Ben çok iyi anladım" demiş ve aptalı yemiş.

Hayatimda ki noktalama isaretleri..  

Posted by Tespih Taneleri... in





 
Ben bir parantez actim hayatima.
Icine ne yazdim sormayin.
Yazdiklarim benim, yaptiklarim sizindir.
 
Ben bir unlem koydum hayatima.
Neresine diye sormayin.
Sastiklarim benim, kabul ettiklerim sizindir.
 
Ben bir virgul koydum hayatima.
Durdugum yer benim, gittigim yer sizindir.
 
Ben bir tirnak koydum hayatima.
Icindeki benim, disindaki sizindir.
 
Ben bir nokta koysam hayatima.
Olum benim, hayat sizindir.

Beni Almaya Geldim..  

Posted by Tespih Taneleri... in

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz