Bu Bayram da Guzel Bir Hatira !  

Posted by Tespih Taneleri... in ,




Merhaba arkadaslar, Uzun zamandir teknik nedenlerden dolayi bloguma giremiyorum. Biraktiginiz yorumlar ve ben yokken dahi gostermis oldugunuz ilgi icin tesekkur ediyorum.
Herkesin bayramini en icten dileklerimle kutluyorum... Rabb'im sevdiklerinizle birlikte nice bayramlar nasip etsin insallah...

Bugunun benim icin ayri bir hatirasi var. 30 Agustos...Sizinle paylasmak istiyorum. Ben ortaokul yillarindan itibaren kapanmayi cok istiyordum, hatta imam hatibe gidip bilmedigim ne varsa ogrenmek...
Icim dolup dolup tasiyordu bu anlamda... Fakat o zamanlar hatirlarsiniz belki, Fadima Sahin olaylarini, haberlerde hep onlar vardi. Bizimkileri ikna edemedim bir turlu bu yuzden...

Aradan yillar gecti ben hala icimde sonduremedigim bir yangin ve bitmek tukenmek bilmeyen bir hirs ve ogrenme ask vardi... Zaman gecmiyordu sanki...
Bir gun halamin kizi (Allah razi olsun Esma abla) bana Imam-i Gazali'nin Abidler Yolu adli kitabini hediye etti ve bana bu kitabi yalniz okumakla kalmamami ezberlememi soyledi... Ve ben defalarca okudum buyudum, okudum agladim, okudukca yandim da yandim...
Inanan bir insan olarak nasil olur da Allah'in emrini yerine getiremiyordum. Bu hal  beni bayagi yormaya baslamisti ve geceler boyu sabahlara kadar dualar ediyor ve Rabb'im'den bir vesile ile beni nasiplendirmesini bekliyordum...

Onumde hazirlandigim bir universite sinavi varken bu nasil mumkun olabilirdi ki? Ailemin benden beklentisi hep bu baglam da gelisiyordu. Bir gun ne olduysa ruya mi gordu babacigim bilmiyorum... Bana gelip kapanabilecegimi kendisi soyledi... Gidip istedigim gibi alisverisimi yapabilecegimi ve artik bu konu da arkam da oldugunu ifade etti...

Hayatimda ilk defa sevincten agladigimi hatirliyorum... Artik izin almistim, kapanabilecektim ve bunu hemen bu haftanin ilk Cumasi yapmaliydim... 30 Agustos Cuma gunu... Benim hakikaten zaferim olmustu...:))

Hayal kurardim ilk kapandigim gun ilk namazimi Sultanahmette kilacagim diye...Iste o nasip olmadi... Mardin'den misafirlerimiz vardi ve annem onlari gezmeye goturmemiz gerektigini Burgaz adaya gidecegimizi soyledi. Nasil uzuldum anlatamam...:))

Tabii bizim aile o zamanlar gayet modern falan yani annem zaten benim basimin etini yiyip duruyordu zamansiz kapandigim icin...Ona gore de universite sinavindan sonra kapanmaliydim... Fazla itiraz etme luksum yoktu...

Hic unutamiyorum  yaaa ilk kapandigim gun Burgaz adaya gittim ve deniz kenarin da bir kosede oturup onlari izlemek zorun da kalmistim...:))

Lise son siniftaydim o zaman... Ikinci girisimde sinavi kazanmistim ve beni bir imtihan daha bekliyordu...:( Annemin hayali olan bir universiteyi ve istedigi bolumu kazanmistim... Tehtitler hava da ucuyordu basimi acip okumam gerektigi konusunda... Kolun da bileziktir diploma, yarin oburgun kocana el mi acacaksin vs...:)) Daha neler neler...

Nasil sikilmistim anlatamam...Yeni kapanmistim ve cok zor kapanmistim, benim icin o kadar kiymetliydi ki bir ayet tasiyorum basim da diye dusunuyordum...

O cok degerli, o cok kiymetli ondan bu kadar kolay vazgecmemeliydim... Universite kapisindan iceri alinmadigim da hayatimin en onemli donum noktasi olacak karari vermek durumundaydim. Arkamda araba da annemin, anaannemin ve teyzemin sakin yapma dercesine o bakislarinin baskisi uzerimde tonlarca agirlik hissetirmisti.

Ne yapacagimi bilemedim, derin bir boslukta hizlica duserken canim babacigim demez mi ''kizim ne karar verirsen ver arkandayim, basortunun senin icin bu kadar onemli oldugunu bilmiyordum...'' Ben de, gozlerim dolu dolu, huzne bogulmus yuregimin carpintisindan bitap dusmus bir halde, kisik  sesle ''Allah razi olsun baba diploma icin basimi acmayacagim, ahirette Allah'in huzurunda sag elimden alacagim diplomamin pesinden gitmek istiyorum ben'' dedim... O da ''yolun acik olsun'' dedi. :))
O gun cok huzurlu gecirdim... Lakin evde uzun muddet matem havasi vardi... Guzel Allah'im bir kac sene sonra annecigime de nasip etti hamdolsun o da kapandi... Sonrasin da kardeslerimde, arkadaslarimda nasiblendi derken hep iyi seyler oldu...

Uzun uzun yazdim ama umarim sikilmamissinizdir... Kaldi ki bu ozet gectigim hali...:)
Gunlugumde bu mevzu ile bir ajanda doldurdum... Herkesin hayatin da vardir boyle unutamadigi anilari...

Hayatim da hic bir zaman tevekkulu birakmadim ve herseyin hayirlisinin pesinde oldum... Yani herseyimle kendimi Mevla'ya biraktim...
Ve o beni gercekten yari yolda hic birakmadi...
Nasip ettigi her seye kocaman bir eyvallah dedim hep...
Lutfun da hos, kahrinda hos dedim...

'Ayakkabi bagi dahi olsa Allah'tan isteyin' diyor ya guzeller guzeli Efendim (sav).
Ben de ufacik dahi bir sey olsa kucumsemeden Allah'tan istedim hamdolsun mucizeleriyle hep yanim da oldugunu hissettirdi... Layik degilim, hic bir zaman O'na layik bir kul olmadim ama O hep benimleydi...
Allah'im Seni coook Seviyorum ama bana Efendimiz (sav)'in Seni Sevdigi gibi Seni sevmeyi nasip et ve Efendimiz (sav)'in senden korktugu gibi Senden korkmayi nasip et...amin
Zatinin celaline ve saltanatinin buyuklugune yakisir sekilde sana her sey icin hamdolsun!

Ramazan Bayraminiz Mubarek Olsun...:)) Sevgilerimle

Kadir Geceniz Mubarek Olsun!  

Posted by Tespih Taneleri... in




... O'nun Zât'ından (ve rızâsına uygun olandan) başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve hepiniz
O'nun huzuruna götürüleceksiniz. [Kasas:88]

Gören candır yine canan yüzünü

Temaşa kendi eder yine kendi özünü

Gören ve görünen oldur hakikât

İşiten, söyleyen oldur sözünü

Zaman zaman içindeydi, ben zamânın içinde, yerin göğün bilmediği devrân benim içimde… Gönül gönül içindeydi, ben gönülün içinde. İns ü cinnin bilmediği hicran benim içimde...

Gamlara, kederlere batmayayım, yine sevgilinin bulunduğu yere gideyim. O cennete, o gül bahçesine, o yeşilliğe varayım. Zamanımızın, yaprak döken, ayrılık sonbaharına doydum, bıktım, usandım. Bir sonsuz gül bahçesine, o solmayan zevalsiz bağa gideyim. Balık, suya kanmaz, ben ne yapayım? Ben su gibi secdeler ederek ırmağa doğru gidiyorum. Aşkın gamı, önünde sonunda beni çeke çeke götürecek. İyisi mi, ben şimdi kendiliğimden gideyim. Padişahların padişahlığı bile aşk eseri, aşkın bir lütfu. Aşkın peşinde koşmayayım da hangi işin peşinde koşayım? [Hz. Pir Mevlana]

Şems-i Tebrizî bunu bilir

Ahad kalmaz fenâ bulur

Bu âlem külli mahvolur

Hemân bâki kalır Allah

Megû ashâb-ı dil reftend u şehr-i ışk şod hâlî

Cihan pür Şems-i Tebrizî mürîdî kû çü Mevlânâ

Gönül ehli gitti de aşk şehri boş kaldı deme

Cihan Şems-i Tebrizî ile dolu, Mevlânâ gibi mürid nerde?

Ağzımızdaki dil, gönül kapısının halkasıdır; hep konuşup durarak neden kapı halkası olup kalıyorsun? Sus, konuşma; cana kavuşmak için kapıyı kır da içeri gir! Mademki biz benlikten, senlikten kurtulunca hep bir oluyoruz. Yeter sus! Sen bu sözleri kime söylüyorsun? Bir olmak; kesretten kurtulup vahdete gelmek, tevhide ulaşmaktır. Bu dünyadan ne bekliyorsun? Eğer sen bizden isen, gönlünü bize bağlayanlardan isen aşk meyhanesinin köşesine gel!

Ya ilahi geçmekte olan dem, Cuma gunu, Kadir gecesi, Şehrullah-ı muazzam, ömrü aziz hürmetine halifetullah olduğumuzu idrakle noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf, ahlakı hamide olan Habibullah Efendimizin yüce ahlâk ve rûhâniyetinden kalblerimize hisseler nasîb eyle! Kulluğumuzu ve haddimizi bilip vazîfe ve mes'ûliyetlerimizi kemâl-i edep üzre, aşk û şevk ile îfâ edebilmemizi müyesser eyle! amin

Kadir geceniz mubarek olsun, dualar da bulusmak umidi ile...

Şu 10 Şeye Vakit Ayırmaya Çalışın !  

Posted by Tespih Taneleri... in





1- Çalışmak için zaman ayır. Bu başarının bedelidir.

2- Düşünmek için zaman ayır. Bu kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
3- Eğlenmek için zaman ayır. Bu genç kalmanın sırrıdır.

4- Okumak için zaman ayır. Bu bilginin temelidir.

5- ibadet için zaman ayır. Bu yücelmenin yolu, gözler den ve ruhtan dünyevî kirlerin ve tozların yıkanmasıdır.

6- Başkalarına yardım ve arkadaşlarınla sohbet için zaman ayır. Bu saadetin kaynağıdır.

7- Sevmek için zaman ayır. Bu hayatın kudsiyetierinden biridir.

8- Hayal için zaman ayır. Bu ruhu yıldızlara eriştirir.

9- Gülmek için zaman ayır. Bu hayatın yükünü hafifleten bir boşalıştır.

10- Plân için zaman ayır. Bu ilk dokuz şeyi yapabilmek için lüzumlu zamana sahip olmanın sırrıdır.

Hayat guzeldir bence, sadece yasamayi bilmek lazim... :))

Zamani Gelince !  

Posted by Tespih Taneleri... in




Zamani gelince su coller de yeserecek,

Hak dostlarinin yadettigi gunler gelecek;

Saatler bir kere daha ''baslangic'' diyecek,

Ve teessus edecek bekledigimiz ahenk..!

Hasretle bekliyoruz...

Hazan Mevsimindeyim Yine!  

Posted by Tespih Taneleri... in



Sessiz gecelerin sonun da hep yorgun sabahlara merhaba

Hep hazan mevsimin de takili kalan gunduzlere de merhaba

Ya Rabb! Sen bilirsin ben bilmiyorum

Kalan omrume nur ol ki...

Ona da diyeyim yurekten bir merhaba...

                             
Husna

İstanbul Ezanları  

Posted by Tespih Taneleri... in




İnsanın tüylerini ürperten, gözlerini nemlendiren, mânevî neş'e ufuklarına götüren harikulade İstanbul ezanları dinlemek istiyorum. Sonuna kadar açılmış mâdenî sesli hoparlörlerden avaz avaz bangır bangır ezanlar değil, o İstanbul'un mâruf eski müezzinlerinin gönülleri heyecanlara gark eden ezanları gibi.
Merhum Sultan Abdülhamid'in başmüezzininin okuduğu ezana benzeyen ezanlar. Böyle ezan okunan bir camiye gitmek istiyorum. Mensuplarının her biri bir vakar heykeli düzgün kıyafetli sessiz bir cemaat arasına katılmak istiyorum. Osmanlı cüppesi giymiş bir imam...

Arapçayı, Osmanlıcayı iyi bilen, şehir kültür ve medeniyetine sahip, aruza âşina, kıraati çok düzgün bir hoca... Bu zatın ardında mesela sabah veya yatsız namazı kılarken kendimden geçmek istiyorum.O namazın hiç bitmemesini arzulamak...
Ruhumu ihtizaza getirecek tesbihat istiyorum. Duadan sonra okunan aşr-ı şerifi dinlerken dünya hayuhuyunu unutmak istiyorum.Camiden ayrılırken sessiz temennalar, belli belirsiz tebessümler.

Yüksek hazlar, safalar, neş'eler... Hayatı günde beş kez durduran ezanlar, namazlar. Böyle ezanları dinlerken, böyle namazları kılarken ağlamak istiyorum.

Ah İstanbul ezanları!... Ah mü'minin mi'racı namazlar. Aruz ve musiki bilenlerin lahutî kıraatleri. Hoparlörsüz, gürültüsüz. Arada bir de olsa heyecandan kendini kaybeden biri. Yüzünden nur fışkıran şu yaşlı zatın arakiyesi ne kadar güzel.Şu muhterem efendi hangi tekkenin şeyhidir?Kenardaki üç genç Uşşakî tarikatinden mi? Nurdan heykellerin etrafındaki hâleler.
Gölgeler gibi geldiler, gölgeler gibi gittiler. Çok uzaklardan Pertevniyal Valide Sultan camii başmüezzini merhum Cemal efendinin ezanı duyuluyor. İstanbul ezanları. Onlara çok muhtacım


Mehmet Şevket Eygi


Ben ezani dinlemeyi ya da dinlemem gerektigini babamdan ogrendim... Yolculuklar da bile guzel bir ezan sesi duydugumuz da mutlaka durur dinler dua ederdik... Istanbul'da da bilhassa Bogazicin'de ezan bir baska guzel dinleniyor... Her camiden ayri bir hos sada yukseliyor...
Ancak kesinlikle ezani guzel sesli insanlar okumali bencede... Bir gun disarda yemekteydik... Ezan-i Muhammediyeyi bekliyoruz babamla...Bir ses yukseldi ama ezana saygimizdan dinledik yani o kadar...:((
Resmen ezan degilde siir okuyordu sanki... Her neyse Rabb'im ezan sesini ulkemizin semalarindan eksik etmesin insallah diyelim.. Her zaman okunsun her zaman dinlensin... Bizler de o ezanlara muhtaciz dogrusu.
Ezan okunurken dualarin kabul edildigini unutmayalim, dualarinizda da unutulmayalim olur mu? Sevgiler


Sus Gonlum !  

Posted by Tespih Taneleri... in



Efkâr dolu gönül sustuğu vakit, bir nâme duyulur; yalnızlar esas yalnızlığa, duygular düşlediği rüyalara, dil konuşma özlemi duyduğu sevdalara savrulur… mühür vurulur Ayın’a, çıkarılır Şın alfabeden, hüzne bırakılır Kaf belirsiz sinelerden…Ve bir ses duyulur, bir dize fısıldar inceden; “Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktidâ Zümre ehli hakikat ânı kılmış muktedâ.”

Şimdi… Sus gönlüm… sus gönlüm

Çok dile getirme. Sen dile getirdikçe gönlüm daha çok coşuyor, daha da meraklanıyor ve beklemek daha da zorlaşıyor…

sus gönlüm

Çok laf etme. Az söyle ki işimiz olgunlaşsın. Az söyle ki Hakk’a karşı yanlış kelam çıkmasın.

sus gönlüm
Bir elif miktarı sus. Az kaldı bahara. Dayan gönlüm. Denizin içinde meydana gelen görünmeyen dalgalar gibi yüreğini biliyorum. Beklemekten başka çare olsaydı, seni durdurmazdım… İnan bana… Ama yok. Başka çare yok. Unutma ki ilaç bile beklemeden tesir etmez, çiçek bile vakti gelmeden önce açmaz…

sus gönlüm
Bu kışın bahara dönünceye kadar…Bu gece gündüz oluncaya kadar…Uzak yollar yakınlaşıncaya kadar…Bu sıkıntının ardından ferahlık gelinceye kadar…Ve yüzümüz vuslat gözyaşlarıyla ıslanıncaya kadar sus…

sus gönlüm

Seni senden daha iyi bilen Rabbinin hükmü vuku buluncaya kadar. Senin nasibin sana ulaşıncaya kadar,ulaşmayanlarınsa senin nasibin olmadığını anlayana kadar sus…
sus gönlüm

Onun geleceğini görünceye kadar. Acının bala dönüştüğünü fark edinceye kadar. Onun gönlünün senin gönlüne muhabbet düğümüyle bağlandığını görünceye kadar…

sus gönlüm

Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin hayırlısının olacaĝına inanarak sus..

sus gönlüm

Her susuşun bir cevap olsun. Her susuşun, sabrın olsun. Her susuşun, duan olsun. İçten yakarışının adı olsun, susuşun. Bekleyişinin, umut edişinin, inancının, sevdiğinin vurgusu olsun, susuşun…

sus gönlüm

Alıntı

Bir Şey Unuttuk !  

Posted by Tespih Taneleri... in



Biz hayırsever, dindar, sofu, hepsi hacı bir grup Müslüman bir dernek kurduk ve yeni bir mahallede büyük bir cami yaptırdık. İlle de yüksek kubbeli olacak dedik, masraf ikiye katlandı, kocaman bir kubbe yaptırdık. Bir minare yetmez dedik, iki minare yaptırdık.

Minareler binayla mütenâsib (orantılı) olsaydı daha güzel olacaktı ama biz upuzun minareler yaptırdık. Zaten şerefeye çıkıp ezan okuyan yok ama biz bir şerefe yetmez dedik, iki şerefe de yetmez dedik, her minareye üç şerefe yaptırdık.
Çuvalla para harcadık, caminin içini çiniyle kaplattık. Elektrikli yerden ısıtma tesisatı yaptırdık.Camiye WC'ler, şadırvanlar yaptırdık. Alt katta cenaze yıkama istasyonu kurduk.Camiye bir show room bile yaptırdık.


Minareleri, caminin içini ve dışını gür sesli hoparlörlerle donattık. Mihraba tam altı adet mikrofon koydurttuk. İmamın yakasına takmak için bir de kablolu seyyar mikrofon hazırladık. Yazın cemaat serinlesin diye klima cihazları, vantilatörler...
İçi yanan din kardeşlerimiz için soğuk su cihazları. Buz gibi...Çalınacak bir şey yok ama caminin içine ve dışına dijital kameralar yerleştirdik .Hiç sanatlı değil ama zemine anilin boyalı makine halıları serdirttik. İmam ve müezzin için konforlu lojmanlar yaptırttık.
Caminin içine kızıl ışıklı namaz vakitleri levhaları koydurttuk. Cami bahçesine paralı WC'ler yaptırttık.


Velhasıl son derece lüks, büyük kubbeli, iki uzun minareli, bol şerefeli, bol mikrofonlu, bol hoparlörlü, kaloriferli, yerden ısıtmalı, klimalı, vantilatörlü, soğuk su cihazlı, kameralı, WC'li bir camimiz oldu. Yok yok bu camide. Sadece bir şeyi unuttuk.

En önemli şeyi. En hayatî şeyi. Ne mi o?
Sabah ezanı okununca biz bu camiye gitmiyoruz. Öğle ezanı okununca bir saf. İkindi hâkeza. Akşam yine fazla cemaat yok. Yatsıda yarım saf... Evet cami yaptırdık ama gidip orada cemaatle namaz kılmayı unuttuk. Biz ne unutkan Müslümanlarız...

 Mehmet Şevket Eygi

Ramazan'in en sevdigim yani geldi aklima bu yaziyi okuyunca, teravih namazi... Eskiden beri iftardan sonra kosusuruz camilere... Ama sadece Ramazan'da...:(
Muthis bir rahatlamadir bence teravih namazi, iftardan sonra uzun bir nefes alma...
Eskiden her gece degisik bir camide kilmaya gayret ederdik, cunku cami yolu ne kadar uzak olursa attigimiz her adima karsilik alacagimiz sevaplari hesaplardik...:))

Hayatta en sevdigim sey farkli farkli camileri gezip, oralarda bir vakitte olsa namaz kilmak...
Bu gercekten cok keyifli oluyor, hepsinde ayri bir lezzet ayri bir fayz var sanki...
Ozellikle eskinin izlerini tasiyan tarihi camiler... Oyle camilere rast geldimse uzun sure ordan cikmak pek mumkun olmuyor benim icin... Benimle ziyarete gelenler bu durumdan hep muzdarip olmustur...:))
Guzeldi, cook guzeldi...


Ah! Nerede O Eski Mektuplar...  

Posted by Tespih Taneleri... in








Hepmizin hayatinda bir mektup hikayesi vardir...:))  Akif Edib'in bu yazisi uzun sure tebessum etmeme vesile oldu...Ozlemisiz dedim kendi kendime...Renkli kagitlar alirdik suslu zarflar fakat bir cumle yazana kadar silmekten kagidin boyasi cikardi..)) Bazen de tasardi duygular kagitlar yemezdi... Kizdigimiz zaman da yirtardik sonra da pisman olur parcalari yapistirmaya calisirdik...:))
Ben hala hislerimi en rahat kagida dokebiliyorum, konusarak anlatmaya calismaktan daha samimi daha icten geliyor yazmak... En son kardesime bir mektup yazmistim heralde sakliyordur...
Artik maiiler, mesajlar sunlar bunlar var ama mektubun yeri bambaska... En basta guzel bir hatira...


Eskiden mektup deyince akan sular dururmuş. Nasıl durmasın! Çünkü biricik iletişim aracı mektuplarmış. Varsa yoksa mektuplar...


Haydi mektubum uğurlar olsun


Dağlar taşlar yolun olsun,


Seni falancaya ulaştırmayanın


İki gözü kör olsun...


Bu, benim çocukluk dönemimde mektupların sonuna eklediğim bir mâni.
Çünkü ben de yaşlı kuşağın mektup özlemine, hasretine yetiştim.
Konya'nın Miligös/Damlapınar Köyü'nde ilkokulu okurken; oğulları, kızları, torunları İzmir'de olan Fatma Ana, Şerife Ana gibi köyün ileri gelen teyzelerinin ağzından pek çok mektup yazdım. Onların düşüncelerine, duygularına mektup yoluyla tercüman oldum.
Dilerseniz bu fasla girmeyelim. Çünkü konu uzadıkça uzar.

Asıl söylenmesi gereken eskiden askere gidenlerin eşlerine, yavuklularına/ sözlülerine mektup yazamaması... Gerçektende tek satır dahi yazamazlarmış. Çünkü böyle bir hareket çok ayıp karşılanır, yazan yerin dibine batırılırmış.

Kısacası eşe, yavukluya değil mektup yazmak, hatta büyüklere yazılan mektupta onlara selam yazmak dahi ayıp addedilirmiş. Hal böyle olunca asker mektubunda köyün yedi sülalesine selam yazılır, fakat eşe, yavukluya bir kelime bile edebe mugayir görülürmüş.
O zaman gelinlerin ağzı varmış, lâkin dili yokmuş. Adeta birer edeb timsali imişler.

Şimdi ise gelinler bırakın dili olmamayı, pabuç gibi sivri dillerinin yarı sıra bir de kalkıp kayınpederi, kayınvalideyi dövüyorlar.Ne diyelim Allah encamımızı hayr eylesin!
Kıyamet alametlerinden biri de bu olsa gerek. Bugün aşağıda 90 yıl önce yazılmış bir kac mektubu aktaracağım. Sanıyorum mektubun nedenli önemli olduğu görülür ve anlaşılır.



Sevgili Oğlum,


Mahsûs selâm, edüp gözlerinden öperim. Tarafımızdan su'âl ederseniz hamd olsun cümlemiz de 'âfiyetdeyiz. Sizin de sıhhat de dâim olmanızı Cenâb-ı Hakk'dan tazarrûm ve niyaz eylemekdeyiz. Amucanız Hasan Ağa ve Yengeniz Hanım selâm edüp gözlerinizden öperler.
Halanız Kadın dahî selâm ile gözlerinden öper. Hemşireniz Hanımlar ve Mahdûmu Mehmed Ağa selâm ile ellerinden öperler.
'Amucanız Ahmed Çavuş ve hanesi tarafı kâmilen selâm ederler. El-hâsıl burada bulunan hısım akrabâ ve komşu ve ehibbâ kâffesi selam ile istifsâr-ı hatır ederler.
Oğlum hayli zamandan beridir mektubunuzu alamıyor idik. Çok şükür Cenâb-ı Hakk'a. Bu kerre göndermiş olduğunuz Fî 25 Nisan Sene 335 tarihli mektûbunuz geldi.
Ne derecede memnun ve mesrûr olduğumuzu tarîf edemem. Cenâb-ı Hakk 'ömrünüzü ziyâde eylesün de âminen ve salimen gelirsin.
Dünya gözüyle sen oğlumu görürüm. Bundan başka tahrîre şâyân bir şey yokdur. Bu kadarcıkla iktifa eder ve tekrar gözlerinizden öperek hatm-i makâl eylerim Sevgili Oğlum.Fi 20 Haziran Sene 1335
Erikler'den Valideniz
Hanife

Mektubuma cevâb beklerim Oğlum
Bursa


Sevgili Oğlum!..


Uzun zamandan berî mektubunu alamadığımdan son derece mütessirim.
Bununla beraber belki 15-20 mektûb oluyor yazıyorum. Hiç bir cevâba nâ'il olamadım. Senin hasret-i iştiyakından gece ve gündüz ağlamakdayım.
Rica ederim Oğlum. Bir mektubunu hiç olmazsa kendi imzan tahtında bir satırlık yazını gönder. Beni de bu uzun sıkıntıdan kurtar.
Gökteki melekler yerdeki insanlar bile hâlime ağlıyorlar. Sana kim sebep olup gönderiyorsa ve getirenin senin eline verenin sıhhat haberi alıp senden bana bildirenin Cenâb-ı Allah hiç bir vakitte sığmamasını, iki cihanda 'aziz olmasını her istediğini gönlündeki murâdını Cenâb-ı Mevlâ'nın vermesini gece ve gündüz dua edeyim ki bir fakir kadının duası elinde kabûl olur.
Allah onları iki cihânda azîz etsin ve seni de evlâdım.
İki gözlerinden öperek dünya gözüyle görüşmekler nasîb-i müyesser eylesün.Âmîn...


Valideniz İsmet


Akif Edib

Harikalar, hepsi birbirinden ayri samimiyetle ve yurekten yazilan mektuplar...:))

Duygu mu, Mantık mı?  

Posted by Tespih Taneleri... in





Hem duygu, hem mantık elbet...

Ama ne hikmetse kimse kimseyi “duygusal” olmaya dâvet etmez...

“Mantıklı ol”, “akıllı ol”, “düşünceli ol” derler, ama “duygusal ol” demezler...

Sanki insan salt akıl, mantık ve düşünceden ibaret bir varlık!

Belki de bu yüzden duygularımızı çoğunlukla içimize atar, git gide içimizde pörsüyüp çürümesini ve zamanla yok olmasını bekleriz.

Bu kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür aslında...

Çünkü insan, mantık ve düşünce kadar duyguya da muhtaçtır...

Bir anlamda duygusuz insan kaygısız insandır!

Bir gün rahmetli babam, bilmem neden, “Hâlâ çocuksun” dedi...

O gün incindim! Babama büyüdüğümü ispatlamak için envai çeşit yöntem denedim...

Keşke şimdi de birileri bana “hâlâ çocuksun” dese...

Bir deseler, öyle mutlu olacağım ki...

Her yetişkinin içinde yaramaz bir çocuk yaşadığına yürekten inanıyorum...

Ve içindeki yaramaz çocuğu öldürdüğü zaman, insanın ihtiyarlamaya başladığını düşünüyorum...

Bir yetişkin, sırf içinden geldiği için pantolonunun paçalarını sıvayıp çamurun gözüne basmıyorsa...

Deniz kıyısında durup dalgın dalgın ufka bakmak yerine denizde taş sektirmece oynamıyorsa...

Zaman zaman parka gidip (yahut arka bahçeye çıkıp), “Elâlem ne der?” kaygısına düşmeden çayırlarda yuvarlanmıyorsa...

Yaz yağmuru altında sırılsıklam olana dek yürümüyorsa...

Ayağına gelen topa vuracağı yerde bel bel arkasından bakıyorsa...

Somurtup duruyor, nerede bir çocuk görse azarlıyorsa...

Açık havada sırtüstü yatıp gökyüzündeki bulut karmaşasında değişik şekiller üretmiyorsa...

Gecenin bir vakti otomobilini ıssız bir yerde durdurup, yıldızlarla konuşmuyorsa...

Ayın yüzeyindeki lekeler hakkında kendine çocuksu masallar anlatmıyorsa...

İçinden geldiği için bir gülü okşamıyor, koklamıyorsa...

Güneşin doğuşunu, ya da denizdeki dalgacıklara pembe öpücükler göndere göndere batışını seyretmiyorsa...

Karların üzerine yatıp vücut izi (yürek izi) bırakmıyorsa...


Hiçbir ağaca çıkma isteği duymuyorsa...

Herkesin gözünün önünde uçurtma uçurmuyorsa...

Bazen bürosunu kilitleyip seksek yahut misket oynamıyorsa...

Bir aynaya uzun uzun bakıp kendine göz kırpmıyorsa...

“Deli” demelerini umursamadan bazen kendi kendisiyle konuşup gülmüyorsa...

O yetişkin, içindeki son çocuğu da öldürmüş demektir!

İçindeki çocuğu öldüren yetişkin olumsuz, negatif, tasalı, keyifsiz, hayata karşı ilgisiz ve asık suratlı olur!

Bu yüzden mi acaba orta yaş kertesinde çekilmez oluyoruz?


Yavuz Bahadıroğlu

Bu sene ki tatilimde aynen Yavuz Bahadiroglu'nun dedigi gibi yaptim...Yasim cok buyuk degil ama yasananlar biraz yipratmis olsa da hic bir sey aklima gelmeden, herseye ragmen, herkese inat, icimde ki cocugu coook serbest biraktim... Hic kasmadim ne olursa olsun dedim ve denizde su sporlarindan tutun da atv ile safariye bile ciktim... Lunaparkta da herseye bindim, hayatin tadini cikardim...
Uzun zamandir bu kadar eglenmemistim... Sadece kahkaha ve ciglik...:))
Nasiplendiren Allah'ima sonsuz hamd ve sena olsun diyorum cunku gercekten cok ihtiyacim varmis...

Ozgurluk ne kadar guzelmis ya hu! Unutmusum...

Kesinlikle mantigimla degilde duygularimla hareket ettim hayatim da ilk defa...

Tadina doyum olmadi...:)

Mantik tabi ki gerekli ama insanin arada duygularini da serbest birakmasi gerektigini dusunuyorum...

Yazarin dedigi gibi huysuz yaslilar kategorisine girmemek icin en azindan...:))

Sevgilerimle...





























































Şehrin Hangi Yüzünü Görüyorsun?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Tarihi yarimadanin eski semtlerinden biri olan Vefa’yı evvela bir edebiyat dersinde öğrenmiştim, bir şiir dizesinden. Tevriye san'atının en güzel örneği olarak zihnimin en nadide köşesinde yerini almıştı:

“Sordum Nigâr’ı dediler ahbab


Semt-i Vefa’da doğru yoldadır.”

O zamanlar sadece ismiyle tanışıklık kurduğum bu semti yıllar sonra ziyaret edeceğimi, sokaklarında dolaşacağımı, mazinin şahitliğini yapmış yıkık dökük evlerine bakıp geçmişten izler arayacağımı ve her birini geleceğe kazandırmak istercesine fotoğraflayacağımı bilmezdim.

Tuhaftır, Mimar Sinan’ın kalfalik eseri olan Şehzadebaşı Camii ve ustalik eseri olan Süleymaniye Camii'nin bu semtte yer aldığını da bilmiyordum. Çok sonra öğrendim.Geç de olsa öğrendiğim bir başka malûmat daha vardı:

Semtin ismini kimden aldığı. İstanbul’un semtlerine, fetih günlerinden itibaren verilmiş isimlerin kendine ait bir hikâyesi vardır. İşin hakikatini kaçırsak da gerçek bütün saflığı ve gizemiyle keşfedilmeyi beklemektedir.


İşte, bozasıyla meşhur, bu tarih kokan güzide semtimiz de adını Fatih Sultan Mehmed ve oğlu II. Bayezid’in devrinde yaşayan Şeyh Vefa’dan alır.
Asıl adı Mustafa olan Konya doğumlu bu mübarek zat şehirler şehri İstanbul’un fethi için yola çıkan genç Mehmet’in ordusuna katılır. Zaferden sonra Konya’ya dönmek istediyse de çağ açan hükümdar Fatih onu bırakmak istemez. O da, ismiyle müsemma olan bu yeri mesken tutar, talebeler yetiştirir ve burayı ilmi bir merkez haline getirir. Ayrıca kütüphane, imarethane, hamam ve dükkânlar inşa edilmesini sağlayarak şehrin gelişmesine katkıda bulunur.



Fakat enteresandır, Fatih ne vakit kendisini ziyaret etmek istese, tekkesinin önüne gelip içeri girmek için izin beklese, kapıları kilitli bulmuştur.
Bir iki derken her gelişinde aynı manzara ile karşılaşır Sultan.
Hüzünlenir, kederden giydiği libasıyla gerisin geri döner. Tekkenin penceresinden kendisini izleyen Şeyh Vefa da aynı ıztırabı, elemi tatmaktadır. Nazı geçen dervişlerden biri samimiyetinden aldığı güç ile sorar:
“Efendim, madem Hünkârı görmek istemezsin, niçin her gelişinde haline üzülür, eseflenirsin?” Şeyh Vefa cevap verir:


“Onun bana ihtiyacı ve benim ona olan sevgim öyle çoktur ki, bir defa birbirimizi görürsek eğer, ne ben onu bırakacağım ne o benden ayrılacak. Hâlbuki o saltanatı yürütmekle, biz dünya düzenini korumakla vazifelendirilmişiz. Bu dünyada bize kavuşmak yoktur. Vuslat ötededir.”


Hakikaten de Şeyh Vefa’nın sözü doğruluğunu gösterir. Fatih’in ölümüyle visal kapısı ahiret âlemine açılmak üzere aralanır.
Sultan’ın cenaze namazını kıldırmak Şeyh Vefa’ya düşer. Saadet beldesinin manevî mimarlarından Şeyh Vefa filizlerini yeşerttiği bu nazenin mahalde gömülüdür. İstanbul, sadece dünyevî hazlara yönelik maceralar için değil, uhrevî âlemin gönüllü bekçilerini keşfetmek niyetiyle de ziyaret edilmeyi bekler.
Şehrin onlarca yüzü vardır. Önemli olan, şehrin hangi yüzüne baktığın ve ne gördüğündür.

Saliha Ferşadoğlu'nun bu maili cok hosuma gitti...Hakikaten istanbul'un her semti ayri bir tarihi yapiya sahip...Her birinin ayri ayri bir yuzu ve ayri mazisi vardir... Etkilenmemek mumkun degil dogrusu... Eskinin insanlari oyle eserler birakmislar ki, kim bilir daha kac yuzyillar biz onlarin miraslari ile ovunecegiz... Inaniyorum ki cogumuz bu sehirle ya da semtleriyle ilgili dogru duzgun bilgiye sahip degiliz ,lakin ecdadimiz gercekten kiymetini bilmisler ve hakkini vermisler...Allah onlardan razi olsun... Sevgiler

HZ.PEYGAMBER SAV ‘İN RAMAZAN HUTBESİ  

Posted by Tespih Taneleri... in




Bismillahirrahmanirrahim


EY NAS !


İlah’ın rahmet, mağfiret ve bereket ayı size gelip çattı.
O öyle bir aydır ki, Allah cc nezdinde ayların en faziletlisi;geceleri, gecelerin en faziletlisi ve saatleri, saatlerin en faziletlisidir.
O, bir ay ki;siz onda Allah cc ın keramet ehlinden oldunuz.
Nefesleriniz o ayda tesbih ,uyumanız ibadet mertebesindedir.
O ayda amelleriniz makbul ve dualarınız müstecab olmaktadır.
Öyle ise kendi Rabbinizden dürüst niyetler ile ve günahlardan, beğenilmez sifatlardan arınmış kalblerle dileyin ki,o ayı oruç tutmaya ve onda Kur’an okumaya sizleri muvaffak kılsın.
Zira şaki ve bedbaht kişi bu büyük ayda Allah cc bağışlamasından mahrum kalandır.

EY NAS !

Bu ayda açlıkla, susuzlukla kıyamet günün açlığını,susuzluğunu hatırlayın.
Fakirlerinize ve düşkünlerinize sadaka verin.
Büyüklerinize saygı, küçüklerinize sevgi gösteriniz.
Yakınlarınızı şefkatle okşayın.
Söylenmemesi gereken şeylerden dilinizi sakındırın.
Size helal olmayan şeylere bakmakdan gözlerinizi yumun.
Duymanız helal olmayan şeyler kulaklarınızı tıkayın.
Halkın yetimlerine şefkat gösterin ki,sizden sonra sizin de yetimlerinize şefkat göstersinler.
Günahlarınızdan tevbe edip Allah cc ya dönün.
Ellerinizi namaz vakitlerinde dua için kaldırın; zira namaz vakitleri saatlerin en hayırlısıdır.
Bu vakitlerde hak teala kendi kullarına rahmet nazarıyla bakar.
O’na münacaat edenlere cevab verir.
O’nu çağıranalara (lebbeyk)der.Dua edenlerin duasını kabul eder.


EY NAS !


Sizin canlarınız,yaptığınız amellerin rehinidir.O halde Allah cc den bağışlanma dileyerek canınızı rehinden kurtarın.Omuzlarınız,günahlarınızın ağır yükü altındadır;secdelerinizi uzatarak onları hafifletin.Bilin ki hak teala bu ayda namaz kılanlara,secde edenlere azap etmeyeceğine ve kıyamet günü onları cehennem ateşiyle korkutmayacağına izzet ve celaline yemin etmiştir.

EY NAS !

İçinizden kim bu ayda oruçlu bir mü’mine iftar verirse, Allah cc katında köle azat etmiş kadar sevab alacak ve geçmiş günahları bağışlanmış olacaktır.( O sırada ashabtan bazıları dediler ki;Ya Resulüllah ,bizim hepimiz buna kadir değiliz.) Peygamber sav buyurdularki;
Bir hurmanın yarısıyla,yahut bir içim suyla da olsa,oruç tutanlara iftar vererek cehennem ateşinden sakının.Gerçekten bundan fazlasına kadir olmayıp böyle yapana Hak Teala bu sevabı verir.

EY NAS !

Bu ayda kim,huyunu güzelleştirirse,ayaklarının titrediği o günde Sırat’tan kolay geçer.
Kim;bu ayda şerrini insanlardan uzak tutarsa, Allah cc kıyamette azabını ondan uzak tutar. Kim,bu ayda babasız öksüzlere şefkat gösterirse, Allah cc kıyamette ona merhamet gösterir.
Kim, bu ayda kendi yakınlarına olan bağı sağlamlaştırır, onlara iyilikte bulunursa, Allah cc kıyamette onu kendi rahmetine kavuştururur.
Kim, bu ayda yakınlarına iyiliği keserse, Allah cc kıyamette ondan rahmetini keser.
Kim,bu ayda sünnet namazı kılarsa Allah cc ona diğer aylarda kılınan namazın sevabını verir.
Kim,bu ayda bana çok selavat gönderirse,amel terazilerinin hafif geldiği günde Allah cc onun amel terazisini ağırlaştırır.Kim,bu ayda kur’andan bir ayet okursa,diğer aylarda Kur’anı hatim edenlerin sevabına erişir.

EY NAS !

Bu ayda cennet kapıları açıktır. Rabbinizden dileyin, dileyin yüzünüze kapanmasın.Ve cehennem kapıları bu ayda kapalıdır.Rabbimizden dileyin yüzünüze açmasın.Şeytanları bu ayda bağlamıştır; Allah cc isteyin sizlere musallat etmesin.

AMİN

Seni Çağırıyor Ramazan...  

Posted by Tespih Taneleri... in



Bir uyanıştır Ramazan.

Açlığın incelttiği bedeninde, ruhuna daha çok yer kalır.

Benliğin kabından çıkarsın, kutsiyetin Kâbe'sine varırsın.

Bencilliğin kafesinden kurtulursun, meleklerin kanatlarına tutunursun.

Yetimlerin gözlerindeki eşsiz sevince mimar olursun.

Yoksulların gönlünde taş üstüne taş koyarsın.

Ellerin kalbine değer ilk kez.

Aklanırsın, arınırsın, bağışlanırsın...

inşaallah...

Hoş Buldun mu Ey RAMAZAN!....  

Posted by Tespih Taneleri... in




Bismillahirrahmanirrahim.

Ey Ramazan!
Ey içerisinde “bin aydan daha hayırlı bir geceyi” barındıran ay!
Ey Kur’an’ın doğum ayı, ayların en çok gül kokanı!
Ey vahyin dirilten soluğunu hayata, Muhammed’i müebbet bir muhabbete, varoluşun anlamını Allah’sızlaştıkça anlamsızlaşan çağa, insanın yitirdiği insanlığı, rahmeti, bereketi, atıfeti, hidayeti ve şefkati insana taşıyan ay!

Hoş geldin!
14 asırdır her yıl geldiğin gibi, bin umudu bağrında saklayarak geldin. Hep olduğu gibi, getirdiklerine karşılık bulacağını umarak geldin. Hepsinden öte, hoş bulduklarını daha hoş etmek, nahoş olanları da tekrar hoş etmek için geldin. Kim bilir, geçmişte ne hoş gelişlerin ve hoş buluşların olmuştu. Başı dik, alnı açık, eli açık, yüzü ak, yüreği dolu, gözü pek, sözü kavi, özü doğru mü’minlerin karşılamıştı seni. Sen hoş gelmiş, onları da hoş bulmuştun. Kur’an ellerinde, dillerinde, gönüllerinde ve dahası hayatlarındaydı.
Onlar hayatın kölesi değil efendisiydiler…Onlar, mallarının kölesi değil efendisiydiler…Onlar, şartların çocuğu değil anasıydılar! Çünkü şartları onlar doğururlardı…Tarih 1 Ramazan 1428. Ve sen yine geldin, hep olduğun gibi yine hoş geldin. Fakat, biliyorum ki hiç hoş bulmadın, on yıllardır, hatta yüzyıllardır bulmadığın gibi. Kim bilir bu hoş bulmadığın on yıllarda, yüz yıllarda ne vahim bir halde buldun mü’minlerini? Kim bilir ne acılara, sancılara, yangınlara, kundaklamalara şahit oldun? Ne yaralar ve yaralı yürekler gördün?

Fakat Ey Ramazan, hiç bu günkü gibisini gördün mü? Hiç bir buçuk milyarlık bir aileyi böylesine perişan, dağınık, bozgun, yılgın, bıkkın, umutsuz, iradesiz, işlevsiz, cansız, izansız gördün mü?
Ey Ramazan!
İnanç coğrafyandan böylesine oluk oluk kan gittiğine hiç şahit oldun mu? Mü’minlerinin bu denli ezildiğini, itildiğini, kakıldığını, horlandığını hiç hatırlıyor musun?

Bak mü’minlerine!
Gönülleri harap, haneleri harap, beldeleri harap, hepsinden beteri akılları ve bilinçleri harap olmuş. Seni karşılamaya ne yüzleri var, ne de mecalleri.
Bir zamanlar küffarın açlarını doyuranlar, şimdilerde küffarın ekmeğine muhtaç… Bir zamanlar başkalarının yaralarını saranlar, şimdilerde kendi yaralarını saracak dermandan mahrum… Bir zamanlar imanı yudum yudum farklı iklimlere taşıyanlar, şimdilerde yüreklerinin işgalini önlemekten aciz… Senin varlık sebebin olan Kur’an’la yücelmeyi beceremeyenler, bu ayıplarını saklamak için, zaten yüce olan Kur’an’ı yücelterek, ona rüşvet verme çabasındalar.
Düşünebiliyor musun Ey Ramazan; Kur’an’ın doğum ayını kutlayacaklar, ama Kur’an hayatlarında, ellerinde, evlerinde, sokaklarında, topraklarında olmayacak!..
Ve Ey Ramazan!

Bu ezilmişlik, bu kırılmışlık, bu dökülmüşlük, bu yenilmiş ve şaşırmışlık içindeyken tam zamanında geldin!

Hoş geldin, fakat hoş bulmadığın ortada!

Fakat senin gelişinin amaçları arasında hoş bulmadıklarını hoş etmek de bulunmuyor mu? Haydi getirdiğin cennet kokusuyla, topraklarımızdaki ufunetin kokusunu bastır!
Çöle dönmüş yüreklerimize bir rahmet rüzgarı gibi es, yanık dudaklarımıza su değsin, çöller göle dönsün! Sök mü’minlerin arasındaki kin, nefret ve düşmanlık tohumlarını; onların yerine iman kardeşliği ek!
Çağın öksüz ve yetimi olan ümmet coğrafyasındaki kanayan yaralara merhem olacak bir bilinç getir! Açları doyuracak, susuzları suvaracak, açıkları giydirecek bir şefkat ve merhamet sağanağı taşı! Zilleti izzete, ataleti gayrete, mahrumiyeti servete dönüştürecek bir ruh ver!


Öz ellerimizle nesneleştirdiğimiz Kur’an seninle yeniden özneleşip bizi inşaya dursun! Bizler, çağın imha ettiği bencil bireyler değil, Kur’an’ın inşa ettiği mü’min şahsiyetler olalım! İnsanın varoluş amacına uygun bir hayatı yeniden inşa etmenin sancısına tutulalım! Yeniden imanı, bir saadet sakası gibi yürek yürek insanlara taşıyalım.
Öyle ki, bizi öldürmeye gelen bizde dirilsin! Dostların, oturduğu yeri yeşerten birer “hızır”, hidayeti iman doğuran birer “mehdi” olsun!
Biliyorum ki, bu duama “âmin” diyeceklerin en başında sen geliyorsun Ey Ramazan!
Kur’an’ın da elini tutup geldin; hoş geldin!..
Hoş buldukların arasında olmayı ne kadar da isterdim!..

Arkadaslar bu maili sizinle paylasmak istedim cunku; yazin rehaveti, tatilden donus, sanki bana hakkiyla karsilamadik gibi geldi ne uc aylarin baslangici Recebi, ne sabani ne de ramazani...
Bu aylarin hakkini tam anlami ile veremedigimiz gibi hic degilse biraz olsun halimizin farkinda olalim istedim.:((
Gozlemlerime dayanarak yaziyorum ki galiba bu mailin bir degil bir kac sefer okuyup daha da samimi olmaya gayret etmemiz gerektigini dusunuyorum  insallah... Unutmayin ki biz yasarsak etrafimizdakilere de bir hatirlatma olur...
Ramazani hakkiyla yasarsak tadina doyum olmaz...
Ramazaniniz mubarek olsun umidi ile...
Rabb'im ihlasli ve suurlu gecirmeyi nasip etsin diyelim ve bitirelim...Sevgilerimle

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz