Ölümü Yoksullara Yakıştıranlar  

Posted by Tespih Taneleri... in



Ne zaman bir şarkıcı, sanatçı,  akademisyen ya da iş adamının cenazesine rastlasanız şu cümleleri işitirsiniz:
"Ölüm ona hiç yakışmadı, daha çok erkendi, ölümü ona asla yakıştıramıyoruz, bize şaka yaptı, şimdi bizi bir yerlerden seyrediyor..."
Her cenazede, bu insanların ölüm duygusundan kaçmaya çalıştıklarını ve kendilerini bu şekilde avuttuklarını görürsünüz. 
Aslında bal gibi de ölümün insanın karşısında duran dimdik bir gerçek olduğunu görüyor ve dünyanın yalan bir şey olduğunu fark ediyorlar. Fakat bunu bir türlü itiraf edemiyorlar.

"Ölüm ona hiç yakışmadı" cümlesini her işittiğimde şu soruları sorarım:
 "Peki, ölümü kimlere yakıştırıyorsunuz? Ölümü yoksul ve kimsesizlerin bedeninde görmeyi mi arzu ediyorsunuz?"
Emin olun eğer yaşamın uzatılması ve ölümün ertelenmesi para ile mümkün olsaydı bütün dünyada sadece yoksullar ölürdü.
Ama yüce Rabbim dünyada imtihan gereği insanların kimisini para ile kimisini yoksullukla kimisini sağlıkla kimisini hastalıkla sınarken, ölüm gerçeği karşısında herkesi eşitliyor. Dünyevi olarak hangi imkânlara sahip olursanız olun ölümü tadacaksınız...

Fiili olarak bu dünyada mutlak anlamda eşitlik ve adalet ölüm gerçeği ile ortaya çıkar ve siz buna şahit olursunuz.
Ahiret toprağından kopartılmış olan insan bu dünyada aldatıcı hevesler ve lezzetler peşinde koşarken gerçek yurduna olan hasretinin farkında değild
ir. Ama hayatın içinde imtihanlar vardır ve böyle zamanlarda gerçeğe daha fazla yaklaşır. Dar zamanlarında zülüm karşısında ölümcül hasatlıklarında doğal afetlerde, ya da yaşlılıkta kendini ölüme daha yakın hisseder. Çünkü imtihan durumlarında dünya ile olan irtibat zayıflar ve kişi Allaha yaklaşır.

Ölümü sadece yoksullara yakıştıranlar bilmelidirler ki, dünyaya gözlerimizi kapatıp ahirete uyandığımızda insanlar bizim şaka yapmadığımızı ruhlarının derinliklerinde hissederler fakat bunu ifade edemezler.
Çünkü konumu ne olursa olsun Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişinde de yazdığı gibi
 "Her canlı ölümü tadacaktır" Yani, eğer musallada bir tabut boylu boyunca uzanmışsa, biliniz ki,  içindeki kişi her insan gibi ahirete intikal etmiştir.

Ve bu bir şaka değildir.


Fatma Tuncer

Sahte Dindarlar  

Posted by Tespih Taneleri... in




Hayirli Cuma'lar;

Camiler sabah namazlarında boş, hattâ bomboş ama Türkiye'miz sahte dindar kaynıyor.

Sabah namazlarında mü'minleri camilere namaz kılmaya müezzinler mi çağırıyor?

Hâşâ!.. Allah çağırtıyor.

Peki niçin bunca mü'min, bunca Müslüman bu çağrıya uyup namaz kılmıyor?

Devlet büyüklerinden bir ekselans filan sabah filan camiye gidip namaz kılacak dense ne olur?..

 Birtakım adamlar erkenden kalkıp, en güzel elbiselerini giyip, lüks otomobillerine binerek o camiye gitmezler mi? Cami lebâleb dolmaz mı?

Sahte dindarlar izdihamdan birbirini çiğnemez mi?

Maalesef ülkemizde gerçek dindar az, sahte dindar çoktur.

Dindarlık sadece abdest alıp namaz kılmakla olmaz.

Kişinin gerçek veya sahte dindar olduğu para, maddî menfaat, ikbal karşısındaki durumundan ve tutumundan anlaşılır.

Haram yiyen kişi, beş vakit namaza beş vakit daha katsa gerçek dindar değil, sahte dindardır, münafıktır.

Gerçek dindar yalan söylemez.

Emanete hıyanet etmez.

Halkı aldatmaz.

Gayr-i meşru haram, kara, kirli, necis servet edinmez.

Gerçek dindar İslam, Kur'an, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ahlakıyla ahlaklıdır.

Gerçek dindarın faziletlerini düşmanları da kabul, tasdik ve teslim eder.

Gerçek dindara herkes güvenir.

Gerçek dindar ihlaslıdır, gösteriş ve rant için ibadet etmez.

Gerçek dindar ribaya bulaşmaz.

Gerçek dindar âqil ve bilge kişidir.

Gerçek dindar adaletli, İnsaflı, vicdanlıdır.

Bir arivist ne kadar namaz kılarsa kılsın asla gerçek dindar olamaz.

Gerçek dindar lüks meskeni, lüks yazlığı, lüks otosu, lüks mobilyaları, lüks hayat tarzı ile övünmez.
Bunlarla övünenler dindar değil, beyinsizdir.

Gerçek dindarlıkla popülistlik bir arada olmaz.

Ah gerçek dindarlık!..

Ah sahte dindarlar!..


Mehmet Şevket Eygi

Evliliğin İki Düşmanı ‘Kin’ ve ‘İnat’  

Posted by Tespih Taneleri... in




Anne dert yanıyordu:

”Kızım da damadım da çok kindar ve inatlar. Küçücük bir şey için günlerce küs duruyorlar. Kızım, ‘İnat ettim o gelsin barışsın.’ damadım, ‘İnat ettim kızın gelsin barışsın.’ diyor.
Kin ve inatları yüzünden hayatlarını zindan ediyorlar.”
Esasen insanların fıtratları farklı olduğundan eşler arasında ufak tefek de olsa anlaşmazlıkların olması doğaldır. Ama nedense kimi eş, hep kendi dediğinin olmasını ister. Sadece “Ben doğruyu biliyorum. Bu konuda ben haklıyım.” der.
İstediği olmadığında da eşine küser. “O benim haklılığımı kabul edene kadar onunla konuşmayacağım.” diyerek eşinin gelip özür dilemesini bekler. Her iki taraf’da böyle düşününce eşler arasında bir kördüğüm oluşur. Hatta bu kör düğümü çözmek için hâkime bile başvurulur. Zaten araştırmalara göre boşanmaların yüzde 90′ını incir çekirdeğini doldurmayan basit şeyler oluşturmaktadır. İşte bunlardan biridir aile fertlerinin kindar ve inat olmaları.
Kin ve inat eşlerin “sen-ben” çekişmesini doğurduğundan ailenin birlik ve beraberliğini sarsıp “biz” kavramını zedeler. Bu yüzden meydana gelen dargınlıklar, ailenin manevi atmosferini bozar. Sebepsiz yere huzursuzluğa davetiye çıkarır. Çünkü kin tutmak ve inat etmek iletişim kapısını kapatmaktır. “Ben seninle konuşmuyorum.” anlamına gelen kin sayesinde bütün iletişim köprüleri yıkılır. Eşin biri bir tarafta, diğeri ise öteki tarafta kalır. En fena şey de budur.
Vicdan sahibi bir eş, insanlık hali olarak eşiyle olan tartışmadan dolayı evlilik bağını zedeleyici tavırlardan kaçınır. Sırf inadından dolayı günlerce dargın durmaz. Şayet bir kalpte kin tohumları boy atmışsa oraya muhabbet ışığı zor girer. Kin ve muhabbet birbirinin düşmanı olduğu için ikisi bir arada duramazlar.
Kendi haklılığını ispat etmek için çalışmak ve “Bak işte gördün mü benim dediğim doğru çıktı.” demek fazilet değil enaniyettir. “Yani ben yanlış yapmam, ben hata işlemem.” diyerek kendi nefsini bütün kusurlardan öte tutmaktır.Makul bir insan, eşinden gelen bir sıkıntıdan dolayı “Acaba ben ne yaptım da böyle bir sıkıntı ortaya çıktı?” diye kaderin payını bir kenara, sonra bu olayda kendi kusurunu diğer kenara koyar. Geriye kalan suçu da affeder.

Beş kuruşa değmeyen şeyler için eşini de, kendini de huzursuz etmez. Belki eşinin kötü huyuna kin tutmak yerine “kin ve inat” denilen kendi kötü huyuna kin tutarak bu huyunun yönünü değiştirmeye çalışır. Bilir ki, “Nefsini beğenen bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören ve onun ıslahına çalışan bahtiyardır”.

Gülay Atasoy

Eski Evler, Eski İnsanlar...  

Posted by Tespih Taneleri... in



ESKİ evleri hoyratça ve vandalca yıkanlar ruhumuzu katlettiklerinin farkında mıydılar?

Eski evler mal değil yuvaydı.

Yeni mal binaların içinde ve arasında mallar gibi kaldık.

Çok şükür eski camileri, türbeleri, medreseleri, sebilleri yıkamadılar da, bir İslam şehrinde yaşadığımıza dair elimizde birkaç şahit kaldı.

Almanya... İkinci dünya savaşında yanmış, yıkılmış, harap olmuş ama orada üç beş yüz yıllık eski evleri görmek mümkün.
Savaşta yıkılanların yerine rölöve planlarına göre aynısını yapmışlar.
Şu zamane Müslümanları ne kadar garip... Müslümanız diyorlar ama Müslüman evlerinde oturmuyorlar.

Serçeysen serçe yuvası yapacaksın, kargaysan karga, bülbülsen bülbül.
Çalıkuşunun kırlangıç yuvası yaptığı görülmüş mü?

Eski konaklar, eski köşkler, eski evler...

 Cumbalar, hayatlar, sofalar, kafesler...
Bahçelerde kuyular, sokağın ucunda Kırkçeşme suyu, bazı evlerin kendi memba suları, bir masura iki masura...

Saçakların altında "Yâ Hafîz" levhaları... Malta taşıyla kaplı giriş, yukarıya çıkan merdivenin basamakları gıcırdar.

Eski Müslüman evlerinin duvarlarına, döşeme tahtalarına okunan Kur'anların, kılınan namazların, çekilen tesbihlerin hatıraları sinmiştir.

Eski mahallelerin camilerinde hoparlör yoktu. Müezzin minareye çıkar şerefeden ezan okurdu.
Eski mahallelerde tekkeler vardı. Perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde namazdan sonra zikrullah yapılırdı.

Eski evler yıkıldı, yerlerini beton apartmanlar dikildi. Sefertası gibi üst üste kat kat. Mahremiyet bitti. Zaten onlar yuva değil mal. Malda fazla mahremiyet gerekmez.
Mahalle bakkalları, mahalle kahvesi, sokaktan geçen atlı, arabalı, küfeli satıcılar. Hepsi gitti.
Eski küçük bahçeler yok edildi.

Hanımelleri, yaseminler, tırmanan küçük güller. Onlar ne kadar güzel kokardı. Kuyular... Hepsi bitti.
Köşkler müteahhide verildi. On iki daire yapacak, dördünü bize verecek.
Müteahhit apartmanı tuzlu deniz kumuyla yapmış ucuz olsun diye.

Olsun olsun olsun...

Beyazıt'ta, Cağaloğlu'nda, Harbiye'de oturanlar, yazın Erenköy'e, Fenerbahçe'ye, Adalar'a sayfiyeye giderlerdi. Oralar hep köşk, bağlı bahçeli eski ev doluydu.
Trenden Erenköy'de inersin, istasyonda bekleyen faytonlardan birine atlar, Ramiz beyin köşküne gidersin.

Öyle bahçeler vardı ki, manolya ağaçlarının kokusu insana mutlu bir baygınlık verirdi. Ya iğde ağaçları...

Sokaklarda, vapurlarda, trenlerde, tramvaylarda beyefendiler, hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar görülürdü. Halkın çoğu efendim derdi. Aha oha yuha demek çok ayıptı.
Eskilerin bazısı alaturka saat kullanırdı.

Dışarıda Avrupâî kıyafetle dolaşan o zatı herhangi biri sanmayın sakın, Hazret eski Halvetî şeyhlerindendir.

Eski evler varken eski ricalin çoğu sağdı.

Eski evler bugünküler kadar şatafatlı değildi ama onların ruhları vardı.
Eski evler yıkıldı, eski insanlar öldü, yerleri boş kaldı. Siz beton apartmanlara var mı diyorsunuz, hayır onlar yokluğun sembolleridir. Şiddetli bir harekette bir varmış bir yokmuş...


Mehmet Şevket Eygi

KÖLESİ DAMADI OLDU  

Posted by Tespih Taneleri... in



Merv şehrinde Nuh adında bir adam vardı. Bu adam şehrin reisi ve kadısı/hakimi idi. Geçim düzeyi yüksek olup zengin bir kimse idi. Kendisinin oldukça güzel ve olgun bir kızı vardı. Şehrin ileri gelenleri, onu istemişlerdi; fakat hiçbirisine evet diyememiş, kızını kiminle evlendireceğine karar verememişti.
Kendi kendine, “Şayet kızımı filan kişiye versem filan kişi kızacak, filana versem filan darılacak” diye düşünüyordu.
Bu hakimin Mübarek isminde Hintli, takva sahibi bir kölesi/hizmetçisi vardı. Bir gün hizmetçisine,
 “Benim filan yerde, meyveleri güzel bir bağım var; senin oraya gidip onu korumanı istiyorum” dedi. Hizmetçi de bahçeye giderek bekçilik yapmaya başladı. Aradan bir ay geçmişti ki efendisi bahçeye gitti. Zaten ara sıra gider ve meyvelerin nasıl olduğuna bakardı.

Bir gelişinde ona “Ey Mübarek, bana bir üzüm salkımı getir” dedi.
Mübarek, hemen bir üzüm salkımını koparıp getirdi ve efendisine uzattı; efendisi üzümü çok ekşi buldu. Ondan başka bir salkım koparıp getirmesini istedi; ancak o da ekşi çıktı. Bunun üzerine efendisi “Bağda bu kadar güzel ve tatlı üzüm varken neden bana doğru dürüst, tatlı bir üzüm getirmiyorsun?” diye sordu.

Mübarek “Efendim! Ben hangisinin tatlı, hangisinin ekşi olduğunu bilmiyorum!” diye cevap verdi. Efendisi “Hayret! Tam bir aydır buradasın da hangisinin tatlı, hangisinin ekşi olduğunu bilmiyorsun musun?” diye çıkıştı. Mübarek “Efendim, tadına bakmadığım için tatlı mı, yoksa ekşi mi olduğunu bilemiyorum!” dedi
.
Mübarek onları yemekle değil korumakla vazifeli olduğunu biliyordu. Efendisi “Peki, neden hiç yemedin?” diye sorduğunda; Mübarek “Zira siz, sadece bana bağınızdaki meyveleri korumamı emrettiniz, yememi değil! Bu sebeple size ihanet edemezdim!” dedi.

Bunları duyan kadı çok şaşırdı. Ayrıca onun bu haline hayran kaldı. Çünkü böyle bir hadiseyle ilk defa karşılaşmıştı. Hizmetçisine dönerek “Allah (c.c), sendeki emaneti korusun!” diye dua etti. Kadı, kölenin çok akıllı birisi olduğunu anladı ve ona şöyle dedi: “Ey genç! Senin bu halin çok hoşuma gitti; senin kölem olman hasebiyle bana itaat etmen gerekir!”
Hizmetçi “Önce Allah’a (c.c) sonra size itaatim sonsuzdur!” diye karşılık verdi. Kadı “O halde iyi dinle! Benim oldukça güzel bir kızım var. Malı, makamı yüksek pek çok kimse onu istiyor; fakat ben hangisiyle evlendireceğimi bilemiyorum. Bu hususta bana bir yol göster” dedi.

Genç hizmetçi şöyle dedi: “Efendim! Cahiliye dönemindeki kafirler evlenme şartları arasında asalet, nesep/soy, ev ve para ararlardı. Yahudiler ve Hristiyanlar güzellik ve zarafeti tercih ederlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v) devrinde ise din ve takva üstünlüğü aranırdı. Zamanımızda ise insanların tercihi mal ve mülk olmuştur. İşte bu dört şıktan dilediğini seç!”

Bunun üzerine kadı “Ben din, takva ve emanet sahibi olanı tercih ediyorum ve seni kızımla evlendirmek istiyorum. Çünkü sende dine bağlılık, iyi hal, emanet ve güvenilirlik gördüm. Senin iffeti ve emaneti korumaya ne kadar sahip çıkabileceğini imtihan ettim” dedi.

Hizmetçi “Efendim, ben basit bir Hintli köleyim; siz beni paranızla satın aldınız! Nasıl olur da beni kızınızla evlendirebilirsiniz? Hem kızınız benden razı olur mu?” diye sordu. Ancak kadı kararlı idi, şöyle dedi: “O zaman kalk eve gidelim, bakalım sonuç ne olur?”

Eve varınca hanımına, “Hanım, beni iyi dinle! Bu genç hizmetçimiz dindar ve takva sahibi birisidir. Ben onun halini ve istikametini çok beğendim. Onu kızımızla evlendirmek istiyorum, bu konuda sen ne dersin?” diye sordu.

Hanımı “Söz sizindir; fakat ben kızımızın yanına gidip bu konuda bilgi vereyim, daha sonra sana cevabını getiririm” dedi. Kadın kızının yanına varıp babasının teklifini anlattı. Kız “Anneciğim, siz bana ne emrettiyseniz ben onu yaptım; sizin sözünüzden çıkmamaya gayret ettim. Bu konuda da size karşı gelmem; bilakis hoş karşılarım” dedi.

Kızının böyle söylemesinden sonra kadı onların nikahlarını kıyarak evlendirdi; ayrıca onlara birçok mal verdi. Mübarek’in bir çocuğu oldu, adını Abdullah koydu.
İşte bu çocuk, İslam aleminde Abdullah b. Mübarek (rh.a) diye bilinen; ilim, zühd ve takva sahibi, büyük hadis ravisi, meşhur alimdir. Dünya devam ettikçe insanlar ondan ilim ve hadis nakledeceklerdir.


Siraceddin ÖNLÜER

Ahh Vefaa !  

Posted by Tespih Taneleri... in





Vefa nedir, bilir misin?

Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır.

Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır.

Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.


 ( Hz. Mevlana...)

Benim Güzel Ağacım...  

Posted by Tespih Taneleri... in


İnsan yalnız olmaya görsün, çevresinde gördüğü her şeye bir anlam yüklemeye başlıyor. Yalnız olmak demek etrafımızda kimsenin olmaması anlamına gelmiyor; nice insan tanıyorum etraflarında bir tabur insan var ama hiçbirini kendilerine yakın hissetmedikleri için yalnızlığa hüküm giydiklerini kabul ediyorlar.

İnsanın duygusal yakınlık kurabilmesi çok önemli elbette. Çevresiyle duygusal yakınlık kurabildiği anda eşyaya ve insana bakışı değişebilir çünkü insanın. Etrafında gördüğü nesnelerde, Rabbimizin hangi Esma’sını görebileceğinin arayışında olan bir insan için artık toprak toprak olmaktan, ağaç ağaç olmaktan çıkar.

Çevremizdeki insanlara bile o bakış açısıyla baktığımızda, inanın, hayat bizim için çok daha yaşanılası bir hale geliyor. İnsan bu bakışı kendine düstur edindiği zaman hayata bakışı değişiyor. Her zaman gördüğünüz ağaçlar, çiçekler, meyveler veya bir çocuğun gülümsemesi… Hepsi o kadar değerleniyor ki…
    
Mahallemizde





Senden başka ağaç olsaydı

Seni bu kadar sevmezdim

Fakat eğer sen

Bizimle kaydırak oynamasını bilseydin

Seni daha çok severdim

Güzel ağacım!

Sen kuruduğun zaman

Biz de inşallah

Başka mahalleye taşınmış oluruz’’

Orhan Veli

Bunları bana düşündüren bu zarif şiir oldu işte… Uzun bir yolculuğu belki de çekilebilir kılan en güzel kazanımlarımdan birisi, yollarda gördüğüm ağaçlara, çiçeklere

‘Rabbim seni ne kadar güzel yaratmış, sende O’nun Cemil esması ne kadar güzel tezahür etmiş, bunun kıymetini bilmelisin’ demek oldu.

Kısa zaman önce okuduğum bir kitapta şöyle bir cümle geçiyordu: ‘Yurt dışında olan ağaçlar ve çiçekler nedense bizim ülkemizdeki kadar güzel olmuyor’muş… Yazar bizim ülkemizdeki ağaçların ya da çiçeklerin daha güzel olmasını şuna bağlıyor :

 ‘Bizim ülkemizdeki insanlar, ağaçlara çiçeklere bakarken Rablerini görüyorlar ve onları bu kadar güzel yarattığı için Rablerine şükrediyorlar. Bizim ağaçlarımız, çiçeklerimiz normal ağaçlardan farklı besleniyorlar, onlar bizim Rabbimize daha çok şükretmemize vesile oluyorlar…’     

Kur’an geldi söz bitti..

Şiirden bahsedip de onun en meşhur olduğu dönemden Cahiliye döneminden bahsetmemek olmaz. O dönem şiirde çok önemli bir seviyeye gelmişlerdi, hatta biz onların serin çöl gecelerinde düzenledikleri şiir müsabakalarını biliyoruz. İşin garip tarafı bu insanlar kitabeler uzunluğundaki bu şiirleri ezberlerinden okurlarmış…
Ama peki Kur’an-ı Kerim geldikten sonra?
O dönemin en önemli şairleri bile Kur’an-ı Kerim geldikten sonra şiir yazamamışlar… O’nda var olan o ahengi o düzeni hangisi yakalayabilirdi ki zaten? Müslüman olmayanların bile geceleri gizlice Kur’an-ı Kerim okunan evlerin önüne giderek O’nu dinlediğini, o ahenge kendini kaptırdıklarını biliyoruz… Hatta kendi kendilerine söz veriyorlar yarın gece dinlemeye gitmeyeceğim diye ama ertesi gece hava karardığında kendilerini yine Kur’an-ı Kerim dinlerken buluyorlar…

Benim hayata bakışım şiirle böyle değişti…  Umarım herkes bir gün etrafında olup biten olaylara farklı bir gözle bakmayı başarır ve hayatın şiire bakan penceresinde dinlenmenin keyfine varır…
  

Ayşegül Türk

Çöp Kamyonu Kanunu  

Posted by Tespih Taneleri... in

Kadın taksiye binmiş ve hava alanına gitmek istediğini söylemişti.
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı.
Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı.
Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu.
Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı.

Kadın bütün bu olanların şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.
Sordu: “Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti.”

Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek: “Çöp Kamyonu Kanunu” dedi.
Kadın: “Çöp Kamyonu Kanunu?” diye sordu, anlamamıştı.

Şoför açıkladı:

"Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir.
Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar.
 Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar.
Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz.
Kişisel almayın.
 Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin.
Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın."

Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."

Hayat, "%10 " onunla ne yaptığınız, "%90 "onu nasıl alıp karşıladığınızdır…


“Yarının Gelmesini Düşünme”  

Posted by Tespih Taneleri... in



Rabb’ine dön.

Bütün kalbinle O’na koş. Gelecek günü, geçmişin yanına bırak. Yarının gelmesini düşünme. İşlerini bugünde bitir. Yarın, sabah olduğunda, bu hayata veda etmiş olabilirsin.
İman sahibi, dünyalık adamlar arasında bir garip kişidir.

Zâhid olan, âhirette bir zavallı gibidir; çünkü onun arzusu âhiretin güzelliği değildir, efendisidir.

İrfan sahibi ise, Zât-ı İlâhîden gayri her şeyi bir yana atar.


Bazı iman sahipleri dünyada bir zindan hayatı yaşar. Rızkı dar değildir. Çocukları mal içinde yüzer; etrafında dolaşır gülüşürler. Ama kendi iç âlemi hüzün içindedir. Dışından onlar gibi güler. İçi ise kederle doludur.

O insan dünyayı kalbi ile bilir, ne olduğunu anlar. Bu yüzden ona yol verir. Dünyanın tümüne birden yol vermez, sıra ile yapar. Birinci defa yol verir; bekler, bazı güçlüklerini yenebiliyorsa ikinci kısmını da bırakır. Buna da güçlü olduğunu anlayınca üçüncüsüne geçer ve bir daha kalbine koymamak üzere yol verir. Bütün varlığını öz âleme çevirir. Bu hâlinde samimidir. Samimiyeti sayesinde, Hak Teâlâ’nın nuru bir anda varlığını sarar. Dünya ona:

“Beni niye bıraktın?” diye sorar.
“Bu gayet basit, senden daha iyisini buldum da, ondan…” deyince dünya bir daha sorar:
“Beni niçin bıraktın?” O da tekrar şöyle der:
“Sen sonradan yaratıldın; fânisin, ömrün ölçülüdür. Sana bir suret verilmiş. Dışın süslü, ama için bozuk. İç âlemin bir başka. Onu anlıyorum. Seni terk etmemin yegâne sebebi budur.”

Bu anlayışla o irfan sahibi, marifetin aslını bulur, hür olur. Dünyada gezdiği hâlde kalbini dünyadan alır; bir garip kişi olarak gezer.

Zaman olur âhireti de bırakır, her şeyi bırakır. Artık dünya o zâta hizmet eder. Dünyayı, bütün tebaası ile hizmet eder görür, sevinir. Bu hizmetten daha fazla hizmet istemez. İyi işler tutmak için dünyadan faydalanır. Kafiyen ziynet eşyalarına gönül kaptırmaz.
Hiç kimsenin yanına süslü olarak gitmez. Sebebi ise kimsenin dikkatini üzerine çekmemektir. Bu arada tek gayesi, Yaratan’ın gözüne girmektir.

Büyük zâtlar bir şahsı severlerse ona hediyeler yağdırırlar, o bunu bilirdi. Ama esas maksadı hediye değil bizzat efendisi idi. Efendisinin sevgisini kazanmak, onun yegâne sevdiğidir. Efendisi onu sevince her şey onun olur. Kendi varlığı için seçer, her şey olur. Kendi varlığı için seçer, başkalarına vermez…

O iman sahibi bunları iyi öğrenmiştir.

Rabb’ine dön.

Bütün kalbinle O’na koş. Gelecek günü, geçmişin yanına bırak.

 Yarının gelmesini düşünme.

İşlerini bugünde bitir. Yarın, sabah olduğunda, bu hayata veda etmiş olabilirsin. Ey zengin, zenginliğin seni aldatmasın. Yarın, bütün malın telef olabilir; sen bir pula muhtaç fakir kişi olabilirsin.
Her şeyi bırak, hâlen bağlı olduğun şeylerin Hâlık’ı ile ol. O’na benzeyen yoktur. Kendini boş şeylerle avutmaya çalışma. Seni O’ndan gayrisi sevindiremez. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur:

 “İman sahibi, Yaratan’ına kavuşuncaya kadar rahat yüzü göremez.”

(Fethu’r Rabbani / Abdülkadir Geylani)

Kadın Modernleşince Kıyamet Koptu!  

Posted by Tespih Taneleri... in

taşlı bayan ayakkabıları


Kadın cennetle yaratılan bir varlık.

Yaratılmasına sebep olan Hz. Âdem aleyhisselama eş oldu. Onunla yeryüzüne indirildi. Affa mazhar oldu. En büyük rütbe olan, annelik vasfını kazandı.
Zaman oldu peygamber olan eşinin dinini inkâr edip mâsiyette (günah işlemekte) Nuh aleyhisselamın hanımı oldu.

 Zaman oldu peygamberleri reddeden Firavun'un eşi olup İslam'ın cennet kadınlarının hanımefendisi diye beyan ettiği Asiye oldu.

İmran'ın, kızını Allah'a adayan hanımı oldu. Allah'ın mucizesiyle babasız dünyaya gelen Meryem oldu. Musa'nın annesi olma şerefine nail oldu.

Hz. Muhammed (S.A.V)'in annesi Emine, hanımları Hatice ve Ayşe oldu.

Nice kadınlar, nice mertebelere eriştiler. İslâm üstünlüğü cinsiyetle değil takvada belirlenmiştir. Müslümanların kadınları:

Giyim kuşamda tesettürleriyle; Topluma evlatlar yetiştirmekle; Şuurlu Müslüman erkeklere hanımefendilik görevini yerine getirmekle en üstün vazifeyi şu içinde bulunduğumuz asra kadar olabildiğince kusursuzca yerine getirmişlerdir.

Ancak son bir iki asırdır Batılıların cerahatli "modern hayat" hastalığı Müslüman kadınları da pençesine aldı.
"Modern hayat" denilen anlayış Müslüman kadınların genleriyle öyle bir oynadı ki, eskinin güzide hanımlarını projektörle aramaya başladık.
Artık sokakta Müslim-gayr-i Müslim kadınları ayırt edemez olduk. Müslüman kadınlar (istisnaları hariç) evi dışındaki hayata mahkûm oldular. Artık çocuk yapmıyorlar. Yapanlar da doğurdukları çocukların iş hayatlarını etkilememesi için yavrularını kreşlere atıyorlar.
Beyine hizmet etmekten yüksünüyorlar ama patronlarına çay taşımaktan, onların emirlerine amade olmaktan zevk alıyorlar.

Dini ve kadına ait bilgiler yerine, diplomaya tapınırcasına ömürlerini hasrediyorlar. Mukaddesatına düşkün olmak yerine magazin haberlerinde ve dizilerde seyrettikleri gibi olma hayallerine kapılıyorlar.
İslami faaliyetleri bile magazinleştirip, doğum günleri, akşam oturmaları, mağaza mağaza gezmeleri, alış-veriş hastalıklarına öncelik veriyorlar.

Şimdi düşünüyorum: Acaba 21'inci asrın Türkiye'sinde doğan kızlarımız ülkemizde yukarıda beyan ettiğimiz hangi kadın şekliyle yaşayacak?
Tesettürüne bürünmüş, İslam'ın nuru ile nurlanmış, ruhlara hayat veren nefesiyle Hz. Meryem gibi mi?
Ya da biraz daha lüks yaşantı sürmek ve kendisini yabancı erkeklerin hizmetine ve gözlerine sunmuş kadın olarak mı yaşayacak?
Merak ediyorum doğrusu.


Mevlüt ÖZCAN

ESTAĞFİRULLAH !  

Posted by Tespih Taneleri... in




ESTAĞFİRULLAH!

 Dilimle söylediğim tüm, kötü sözlere...

 ESTAĞFİRULLAH!

 Gözümle gördüğüm, çirkin şeylere...

 ESTAĞFİRULLAH!
  
Ayağımla gittiğim, haram yerlere...

 ESTAĞFİRULLAH!
   
Kulağımla duyduğum, faydasız ve boş sözlere...

 ESTAĞFİRULLAH!
 
Bilerek yada bilmeyerek, işlediğim bütün, günahlarıma....

 Estagfirullâhel'azîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh.

Tevbe Anahtarı...  

Posted by Tespih Taneleri... in ,





 Sıkılıyorsan istiğfâr oku!

 Evliyâ zatlardan Fahreddîn-i Acemî hazretlerine, “rahmetullahi teâlâ aleyh” bir gün birkaç kişi geldi ve herbiri bir sıkıntısını arzedip, çâresini sordular.

 Birincisi;

 - Ey efendim, ben çok sıkılıyorum, ne yapmamı tavsiye edersiniz?
 diye sordu.
 Büyük Velî cevâbında;
 - Öyleyse çok tövbe istiğfâr et! O zaman hiç sıkılmazsın, buyurdu.

 İkincisi arzetti:

 - Hastayım efendim, ne yapayım?
 - Çok tövbe istiğfâr eyle!

 Üçüncüsü sordu:

 - Ben de maddî sıkıntı içindeyim. Ne tavsiye edersiniz efendim?
- Tövbe istiğfâr eyle!
- Hanımla geçinemiyoruz efendim.
- Tövbe istiğfâr eyle!

 - Çocuğumuz olmuyor efendim.
 - Tövbe istiğfâr eyle!

 Hayretle birbirlerine bakıp;

 - Efendim, hepimize de istiğfâr etmemizi tavsiye ettiniz, hikmetini anlayamadık,
 dediler.

 Buyurdu ki:

 İstiğfâr öyle bir anahtardır ki açılmıyan kapılar, onunla açılır. Zîra Allahü Teâlâ;

 “Tövbe ederseniz imdâdınıza yetişirim!” buyuruyor Kur’ânı Kerîmde.


Zahmetsiz Rahmet Yok!  

Posted by Tespih Taneleri... in






 Fazla gülmeyi terk edene heybet verilir.

 Fazla konuşmayı terk edene hikmet verilir.

 Fazla yemeği terk edene ibadetin lezzeti verilir.

 Mizahı terk edene zerafet verilir.

 Dünya sevgisini terk edene ahiret sevgisi verilir
.
 Başkalarının kusurlarıyla uğraşmayı terk edene,

 Kendi kusurlarını ıslah etme imkanı verilir.


 Hz. Ömer (r.a)

Ümit iste !  

Posted by Tespih Taneleri... in ,




Hz. Enes (radiyallâhu anh) anlatiyor:

 "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanina girmisti. Hemen sordu:

 "Kendini nasil buluyorsun?"

 "Ey Allah'in Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarimdan korkuyorum"
 diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da su açiklamayi yapti:

 "Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birlesti mi Allah o kulun ümid ettigi seyi mutlak verir ve korktugu seyden de onu emin kilar."


 Tirmizî, Cenâiz 11, (983); Ibnu Mâce, Zühd 31, (4261).

Hayret Ediyorum!  

Posted by Tespih Taneleri... in



Ne dehşet verici şeydir ki;16 sene okula git,

 Dünya'ya niçin geldiğine dair bir harf öğrenme.!!

Bebeginiz Aglayarak mi Uyaniyor?  

Posted by Tespih Taneleri... in ,





“Küçük bebekler korkarak uyandığı zaman, okunması gereken dua nedir?”

 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) torunları için şöyle dua ediyordu.

 أُعِيذُكُمَا بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ“

 Uizukuma Bi Kelimatillahi’t-Tammeti Min Kulli Şeytanin ve Hâmmetin ve Min Kulli Aynin Lâmmeh.”

 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hasan ve Hüseyin (Radiyallahu Anhuma)’yı:

 “Sizi, her şeytan ve haşereden, her kötü gözden Allah’ın noksansız kelimelerine sığındırırım”  diyerek dua ederdi.

Buhari 4/119

Yaaanii !  

Posted by Tespih Taneleri... in




Eğer Allah , hayatımıza hiçbir engelle karsılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık.

 Güç istedim Ve Allah , beni güçlü yapmak için karsıma Zorluklar çıkardı.

 Bilgelik istedim...
 Ve Allah bana çözmek için Sorunlar verdi.

 Zenginlik istedim...
 Ve Allah çalışmak iç in bana Beyin ve güçlü kaslar verdi.

 Cesaret istedim...
 Ve Allah üstesinden gelmem için bana Tehlike verdi.

 Sevgi istedim...
 Ve Allah yardım etmem için Sorunlu insanlar verdi.

 İyilik istedim...
 Ve Allah bana fırsatlar verdi.

 İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim... İhtiyacım olan herseyi elde ettim...

İtiraf Ediyorum!  

Posted by Tespih Taneleri... in





İtiraf Ediyorum!

 Ben İki Yüzlüyüm.

 Bir Yanım ; Sıcak ,Sevimli ,Candan ,Neşeli..

 Diğer Yanım ; Soğuk ,Suratsız ,İlgisiz ,Neşesiz!

 Hangi Yüzümü Göreceğiniz Size Bağlıdır.

 Hangisini Görüyorsanız Onu ' Haketmişsiniz ' Demektir!...

Dikenler  

Posted by Tespih Taneleri... in ,




 Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil.

O dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı.

Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı.

Sen kendi tabiatından hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin.

Çirkin huyunun da başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun.

Sen şu dikeni gül fidanı haline getir.

Gül fidanı ile onu aşıla.

Böylece sendeki dikenler gül fidanı haline gelsin.

Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan,

Ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök.

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi

Eyvah! Dünya Hastalığı Salgını!  

Posted by Tespih Taneleri... in



Eskiden sıkça rastlardım, arabaların arka camından dışarı bakıp etrafa gülücükler dağıtan, el sallayan çocuklara; ve onları her gördüğümde, kendi küçüklüğümü hatırlardım.
Bizim zamanımızda böyle geniş arabalar, jipler yoktu. Küçücüktü arabamız, arka koltuğa zar zor sığardık.

Çocukluk aklı işte!
Annemin onca kızmasına rağmen yanımızdan geçen arabaların içindeki yolculara, şirinlik yapardım.‘Beni tanırlar mı?’ korkusu yoktu!
‘Acaba yanlış anlarlar mı?’ kaygısı, aklımın ucundan bile geçmiyordu ki!
Zihnim, tanımıyordu kuralları; bilmiyordu insanlardan gelebilecek zararları.
Anladım ki bedeni büyüdükçe, cesareti ve kapasitesi küçülüyor insanın.
Şimdilerde kendime şaşıyor, çoğu şeyden ürküyorum.
Bazen evden dışarı adımımı bile atasım gelmiyor.
Of! Off! Galiba bu aralar dünya hastalığına yakalandım.
Son günlerde dekorasyon dergilerine merak sardım.
Her hafta başında gazete bayisinden onlarca dergi satın alıyor sonra eve gelip paltomu çıkarttığım gibi onları karıştırmaya başlıyorum.
Sayfaları her çevirişimde içim gidiyor, kalbim güm güm atıyor. İstiyorum ki benim evim de dergilerdeki gibi dayalı döşeli olsun. Modern, klasik, barok…
Herkesin zevkine göre farklı dekorasyon çeşitleri var, bu dergilerde.
Geçenlerde ‘klasik’ bir salon takımı beğendim tıpkı saraylardaki gibi!
İçimden geçirdim; şöyle başköşesine oturuversem, fena olmaz mı yani!
Sonra diğer sayfayı çevirdiğimde öyle bir mutfak gördüm ki az kalsın oturduğum yerden düşüyordum!

Ne yalan söyleyeyim!
O an geniş ve ferah bir mutfağa sahip olmak istedim.
Duvara koltuğu dayayayım… Gündüzleri oturma odasını kirletmeden orada oturayım...
Hatta yemeği mutfakta yemek son derece pratik olabilir!
Biliyor musunuz?
Bugüne değin hiç geniş bir evim olmadı benim.
Çünkü mal mülk derdim yoktu, hayatta sağlık, huzur ve afiyetten başka bir şey dilemezdim. Dünyanın en albenili eşyasını getirseler, kafamı çevirmezdim.
Eskiden ne kadar küçüktü arzularım, heveslerim.
Başkasının sahip olduğuna bakmaz, elimde avucumda olanla avunur, mutlu olurdum.
Şimdilerdeyse hayallerim aldı başını gidiyor, arkasından kovalamaya gücüm yetmiyor, nefesim kesildi.

Yeter artık soluklanmalıyım!
O da yetmez, sorgulamalıyım!Eskiye dönmeli, kendime gelmeliyim.
Evet, son dönemlerde, kendimde bazı farklılıklar görüyor ve üzülüyorum.
Mesela maddiyata daha fazla önem veriyor, insanları dış görüntülerine göre değerlendiriyorum.
Ayrıca boğazıma çok düşkün olmaya başladım, saat başı abur cubur atıştırıyorum.
Haa bir de! Ağzım bir açıldı mı kapatamıyorum, gerekli gereksiz konuşuyorum.
Bana bir haller oldu, ruh sağlığım bozuldu, bunu adım gibi biliyorum!
Durumum vahim! Ruhum can çekişiyor.
Dünya esaretinin beni hasta ettiği yetmiyormuş gibi bu hastalık, her geçen gün benliğimi kuşatıyor. Alanım daralıyor.
Dikkatli olmalıyım! Dünya hastalığı çok yamandır, sinsice etraftaki insanlara bulaşır.
Derdime deva bulmam lazım. Bana acil şifa reçetesi gerekiyor.

Melda Bekcan

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz