Adam marketten pür neşe çıkıp, adımlarını hızlandırıyor, bir an önce evinde olmak için. Aklına gelen bir imge neşesini kaçırıp onu duraksatıyor, ellerindeki poşetler ağırlaştıkça ağırlaşıyor.
Sık sık yaşadığı akşamlardan biri mi olacak tedirginliğiyle içi pır pır ediyor. Biri kız biri oğlan iki çocuğunun kapıda kendini karşılayacaklarının hayali, keyfini yeniden yerine getiriyor.
Kadın poşettekileri teker teker çıkarıp yerlerine yerleştirir yerleştirmez, salonda çocuklarıyla oynayan kocasına sesleniyor: "Bir kere de marketten eksik bir şey almadan çıksan. Bu sefer de maydanoz almayı unutmuşsun," diye çıkışan sesi evin içinde çın çın ötüyor.
Adam, "maydanozlar pek taze olmadığından almadım," diyor ruhundaki yorgunluğu ele veren ses tonuyla. "İstersen gidip alayım," "Gerek yok," diye sinirli sinirli ağzının kenarıyla konuşuyor kadın, hızını alamayıp ekliyor duyulur duyulmaz, "neyimiz tamam ki salatamız tam olsun."
Adamın tüm iştahı kaçıyor, bitip tükenmiş yaşama iştahı gibi. Lokmalar ağzında büyüdükçe büyüyor. Kadının, "maşallah muhabbetine de doyum olmuyor" sözünü ne yapsa da duymasa. Kaçıp gitse, çok uzaklara gitse. Aya kadar gitse hatta. Yıldızlarda mekan tutsa.
Tabağındaki etten bir parça kesip çatalını oğlunun ağzına götürüyor. Bir lokma da kızına veriyor. Bir lokma da... Karısına. Felç inmiş gibi kolu halsizleşiyor. Eşinin kendisine de kendi yemeğinden ikram etmesini bekliyor içten içe. Şeytanın telkiniyle çatışıp ona galip geliyor.
Bir parça eti kesip karısının tabağına bırakıyor. Kadının maraz çıkarmada üstüne yok. Tabağına konmuş eti evirip çeviriyor. "Yağlı et yiyemediğimi bir türlü öğrenemedin." İki sene önce de bir iş seyahatinde karısına hediye getirdiği çanta için benzer bir söz işittiğini hatırlıyor: "Bu tür çantaları kullanmadığımı bilmiyor muydun da bunu aldın?"
Adam gömüldükçe gömülüyor içine. Yok olup kayıplara karışsa. Adamın gözünde o an ölüm hayata racih görünüyor.
"Ee, günün nasıl geçti?" diye soruyor kadın. Adam karısının yeni bir hamlenin peşinde olduğunu seziyor. Gerçekten gününü merak etseydi keşke. Yaşadıklarını anlatsaydı, bir hikâye anlatır gibi. Biraz o konuşsaydı, biraz karısı. Ortak bir dilleri, birlikte anlattıkları bir hikâyeleri olsaydı.
"İyi."
"Anlat bakalım. Bugün kiminle çatıştın işyerinde?"
Dilini eşek arısı soksaydı da, altı ay önce işyerinde müdürüyle yaşadığı o sorunu, hani sonradan kendisinin de hatalı olduğunu düşündüğü o gerilimi eşine anlatmasaydı. Karısı ona destek olup merhamet ve şefkatiyle sarıp sarmalayacağına, "kesin yanlış bir şey yapmışsındır da müdürün öyle davranmıştır sana," demişti.
Adam geçen yılları, yaşadıklarını şöyle bir tartıp kendinden şüphe duymaya başlıyor:
"Yoksa ben gerçekten de kötü bir insan mıyım?"
Öğlenleyin annesiyle yaptığı telefon görüşmesinin bahsini başına silah dayasalar açmamalı.
"Yine annenle mi konuştun, beni gündüz bir kere aramazsın haftanın üç günü annenle konuşursun. Senin beni sevdiğine asla inanmıyorum," diyeceğine adı gibi emin.
Kadın, "öğleden sonra annen aradı, çocuklarla konuştu uzun uzun, zoraki benimle de birkaç kelam etti," deyip susuyor. Muhtemelen annesi, kendisiyle konuştuğunu karısına söylemiş, kaç kere de tembih etmişti halbuki, karıma konuştuğumuzu söyleme diye.
Annesi yaşlı, unutuveriyor tembihlediğini. Karısının ağzından laf almaya çalıştığından öyle emin ki.
"Seni de aramış annen."
"Evet aradı."
"Ne konuştunuz?"
"Oradan buradan."
"Beni de çekiştirmişsinizdir muhakkak."
Adam oflayarak derin bir iç çekiyor.
"Bakıyorum da varlığım rahatsız ediyor seni. Bu evde fazlayım zaten.."
Adam, çatalını hışımla salatadaki domateslere saplıyor. Karısını karşısına alıp kim bilir kaç kez anlatmışlığı var, onu rahatsız olduğu şeyin karısının sürekli memnuniyetsizlik kokan cümleleri olduğunu, doymak bilmez övülme beklentisine karşın, takdir etmeyi bilmemesini.
Karısı o konuşmalarda bile işi kavgaya götürmüştü. Kavga etmeden konuşmak neden mümkün değil ki?
"Beni neden hayatının dışında tutuyorsun? Annenle konuşmanı bile saklıyorsun."
Yıllar içinde adamı kalın, sert bir kabuk bağlamıştı. Ve artık o kabuğa çekilip, başını dışarıya çıkarmaya korkan bir kaplumbağaya dönüşmüştü. Ne zaman kalın kabuğundan başını uzatacak olsa sert bir darbeyle karşılaşıyor çünkü.
Karısıyla hayatına dair en ufak bir ayrıntıyı paylaşsa, kadın sünger gibi emiyor onu, vakti zamanı gelince, foşş, üzerine boşaltıyor.
Mesela, yine bir gün ablasıyla yaşadığı bir sorunu anlatmıştı karısına. Kadın bunu hafızasının "unutulmayacaklar" kısmına yazdı hemen, başkaca birçok şey gibi. Kadın, adamı, sonradan aleyhine delil olarak sunmak için kullanacağı bilgileri toplamak için dinliyor adeta.
Bir tartışma sırasında, "ne biçim ailesiniz ya hu, ablanla bile anlaşamıyorsunuz," diye içini boşaltmıştı kadın.
"Salata nasıl olmuş?" diye soruyor kadın. "Eline sağlık, güzel olmuş." Kadın huzursuz ruhunu kocasına akıtmaya kararlı.
Kendine biçilen hayattan memnun değil ki, kocasından memnun olsun. İnsan içinde neyi taşırsa dışarıya da onu sızdırır. Kadının içinde sadece memnuniyetsizliğin karartısı var.
Kadının tek bildiği eleştirmek, kusur bulmak. Daha da acısı, kendi mutsuz ve huzursuzsa, başkaları da mutsuz ve huzursuz olmalı. "Maydanozu almayı unutmasaydın daha güzel olacaktı ama böyle idare ediver artık." Adam, "maydanozu almayı unutmadım, taze olmadığı için bilhassa almadım dedim ya," diye bir kere daha söylemesinin hiçbir hükmü olmadığını biliyor; maydanozu alsaydı, "ne biçim maydanoz almışsın, baksana çer çöp gibi," diyeceğini de. Çünkü kusur bulmayı kendine iş edinen insanların kendini haklı gösterecek başka bir şey söyleyeceğini bilecek kadar hayat tecrübesine sahip adam.
Sessizlik büyüyüp şişmiş bir balona dönüşüyor. Adamın tek sığınağı oldu yıllar içinde sessizlik. Bu yüzdendir ki, yıllar geçtikçe karısıyla küs kalmayı uzattıkça uzatıyor, çünkü küslük bir açıdan işine geliyor; bir tek küs kalınca evinde rahat ettiğini, karısının sözel tacizlerinden kendini koruyabildiğini öğreniyor. Bunun sağlıklı bir çözüm olmadığının da farkında: Küs olmak soba borusunun içinde biriken kurum gibi içini kirletiyor.
Kurguladığım bu hikâyedeki kadın ve erkek karakterleri rahatlıkla yer değiştirip okunabilir. Ayrıca burada yazdıklarım en uçta bir örnek teşkil ediyor. Her sorunlu evlilikte yaşananlar bu denli olmayabilir elbette. Ama eşinin kendini yalıttığından şikayet eden kadın ya da erkeğin takkeyi önüne koyup özeleştiri yaparak, bu yalıtıma katkıları üzerinde düşünmelerinde fayda var.
İki insanın sağlıklı bir ilişki ne inşa etmesi ne kadar zor değil mi? Rahmet zahmettedir ama.
Mustafa Ulusoy
This entry was posted
on Pazar, Mart 18, 2012
at 10:56
and is filed under
Hayatin icinden...
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.