Konya’nın büyük velîlerinden... İsmi Muhammed bin İshâk, künyesi Ebü’l-Meâlî, lâkâbı Sadreddîn’dir. (1210-1274) Küçük yaşta babası İshâk Efendi vefât etti.
Hz.Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn-i Konevî’nin terbiyesi ve yetişmesi ile devamlı meşgul olabilmek için dul annesi ile evlendi. Çok iyi bir tahsîl gördü. Kelâm ve tasavvuf ilimlerine âit birçok kıymetli eserler yazdı.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî’ye nefsi terbiye yollarını öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla geçirirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu...
Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır:
“Rüyâmda hocam Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsnâsı ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim.
O da; “Çok doğru, pek güzel!” deyince, ona; “Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz. Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?” dedim. Mübârek ellerini öptüm ve; “Efendim! Bütün mahlûkâtı, her şeyi unutup Allah’ü Teâlâyı dâimî olarak hatırımda tutabilmem için bu fakîre duâ ve himmetlerinizi istirhâm ediyorum.” diye yalvardım. O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım.”
Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük mânevî derecelere yükseldiğini, mânevî âlemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allah'ü Teâlâyı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehât isimli eserinde bildirdi.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri hocası Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin vefâtından sonra evliyânın büyüklerinden Evhadüddîn-i Kirmânî hazretlerinin sohbetlerine kavuştu. Ondan da yüksek mânevî bilgiler tahsîl etti. Sonra hac dönüşü Konya’ya gelip yerleşti. Orada güzel halleri ve kerâmetleriyle çok meşhûr oldu.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri Konya’da binlerce talebeye ders verdi. Hz.Mevlânâ, Sa’îdeddîn-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi. Zamânının en büyük âlimlerindendi. Kelâm ilmindeki yeri eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu. Muhyiddîn-i Arabî’nin “Vahdet-i vücûd” hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dîne ve akla uygun olarak îzâh etti.
Sadreddîn-i Konevî’nin hayâtı, zühd ve takvâ içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünyâ malına aslâ meyletmezdi.
Sultan Alâeddîn zamânında HâceCihân adında Konya’da çok zengin biri vardı. Malının hesâbı bilinmezdi. Bu zenginin oğlu sara hastalığına tutuldu, çâre için başvurmadığı tabîb kalmadı. Lâkin hiçbir çâre bulamadı. HâceCihân’ın yolu bir gün Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına uğradı. Derdini ona açıp; “Şu dünyâda bir oğlum vardı. O da sara hastalığına tutuldu. Ne olur bu çâresize bir derman olun.” dedi. Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî hazretleri Eûzü besmele okuyup;
“Bismillahillezî lâ yedurru maasmihî şey’ün fil erdı velâ fis semâî ve hüvessemîul alîm. Eûzü bi kelimâtillah-it-tâmmâti küllihâ min nefsihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min hemezât-iş şeyâtîn.”
yazdı ve duâlar etti. Hâce Cihân eve gittiğinde oğlunun sara illetinden tamâmen kurtulmuş olduğunu gördü.
Hz.Şems-i Tebrizî Konya’ya gelince, Hz.Mevlânâ onunla sohbet edip, hiç dışarı çıkmaz oldu. Konya’nın diğer âlimleri buna üzülüp, hep birden şehri terk ederek Denizli’ye gittiler. Bunu duyan Selçuklu Sultânı Alâeddîn çok üzüldü. Bir Cumâ günü Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden ricâda bulunup;
“Ben âlimler arasındaki şeylere karışamam. Bu iş, pâdişâhların karışacağı bir iş değildir. Ancak Cumâ namazında âlimlerin bulunmaması şânımıza noksanlık verir. Lütfen bunları bulup getirin!” dedi.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri hemen katırına binerek yola çıktı. Bir anda kendisini Denizli’de buldu. Orada âlimleri bulup;
“Cumâ namazı vakti geçmeden Konya’ya dönmemiz lâzımdır. Sultânın kalbini kırmayınız; pâdişâhlar, Allah’ü Teâlânın emrini îfâya memur kişilerdir. Onlara karşı gelmek, onları üzmek hiç uygun değildir. Sonra Allah’ü Teâlânın gazâbına uğrarsınız.” buyurdu.
Daha buna benzer birçok iknâ edici sözler söyledi. Yanında evliyâdan Ahî Evren de vardı. Âlimler iknâ oldular. Ancak dediler ki: “Biz teklifinizi kabûl edip gelecek bile olsak, Cumâ vakti Konya’da bulunmamız imkânsızdır.” Sadreddîn-i Konevî de; “Siz kabûl edin, Allah’ü Teâlâ müslümanları sevindirenleri mahcûb etmez.” buyurdu. Âlimler teklifi kabûl edip, yola çıktılar. Birkaç günlük yolu bir anda kat edip, Cumâ vaktinden evvel Konya’ya vardılar. Sultan Alâeddîn buna çok memnun oldu. Sadreddîn-i Konevî hazretlerine olan sevgi ve muhabbeti daha da arttı.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: “Rüyâmda Fahr-i Kâinât Efendimiz(sav)’i gördüm. Yanlarında Eshâb-ı kirâm olduğu halde medreseyi teşrif etmişlerdi. Sofanın ortasına oturdular. Bu sırada Mevlânâ da oraya gelip, uygun bir yere oturdu. Peygamber Efendimiz Mevlânâ’ya çok iltifât ettiler ve Hz.Ebû Bekr’e dönerek;
“Yâ Ebâ Bekr! Ben, Celâleddîn ile, diğer peygamberlerin arasında öğünürüm. Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur.” buyurdular. Mevlânâ’yı sağ tarafına oturttular. Peygamber efendimiz bu rüyâ ile Mevlânâ’nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular. Bu durumu diğer talebelere anlattım ki, onun hatırını gözetip ilminin yüksekliğini anlasınlar.”
Ömrünü Allahü teâlânın kullarına hizmet etmekle, ilim ve edep öğretmekle geçiren Sadreddîn-i Konevî hazretleri duâlarında:
“Yâ Rabbî! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden başkasıyla meşgûl olmaktan temizle. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle doldur. Bizi başkalarına ve şeytana oyuncak yapma. Bize nûr bahşet. Duâlarımızı çabucak, kendi istediğin şekilde kabûl buyur. Sen işitensin. Sen bize yakınsın. Sen duâlara icâbet edensin.” buyururdu.
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin kabrini ziyâret edenler, onun feyzlerinden istifâde ederler. Onu vesîle ederek yapılan duâlar, bi-iznillah kabûl olur. Sıkıntıda kalanlar ondan yardım isteseler, Allahü teâlânın izniyle rûhâniyetleri imdâda yetişir.
1899 senesinde Cennetmekân Sultan II.Abdülhamîd Hân, şahsî parasıyla, Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin câmiini ve türbesini îmâr ve ihyâ edip canlandırdı.
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin Nüsûs, Hukûk, En-Nefehât-ül-İlâhiyye, Mefâtîh-ül-Gayb, Fâtiha Tefsîri, Şerhu Ehâdîs-i Erbaîn gibi eserleri vardır.
Bir defâsında Mevlânâ hazretleri Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına gitmişti. Karşılıklı durmuşlar, hiç konuşmuyorlardı. Bu sırada Sadreddîn Konevî’nin hizmetini gören dervişlerden olan Hacı Mâruf Kâşifî içeri girdi. Bu hizmetçi defâlarca yaya olarak hacca gitmişti.
Pekçok velînin sohbetinde bulunmuştu. İçeri girince, Mevlânâ hazretlerine; “Fakr nedir?” diye bir suâl sordu. Fakat hiç cevap vermedi.
Bunun üzerine tekrar; “Fakr nedir?” diye sordu. Yine cevap vermedi. Tekrar tekrar sorunca, Mevlânâ hazretleri kalkıp gitti.
Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî huzursuz olup;
“Ey pîr-i ham! Neden vakitsiz suâl sorarsın? Sordun cevap verdiler. Tekrar neden sordun?” deyince, derviş;
“Ne cevap verdiler?” dedi. “Fakrın târifini yaptı. O; “Allah’ü Teâlâyı tanıyınca, dil tutulur!” hadîs-i şerîfi gereğince cevab verdi.”
Mevlânâ Hazretleri, Sadreddîn Konevî’den,
Önce göç etmiş idi, bu dünyâ âleminden.
Cenâze namazını, vasiyet gereğince,
Sadreddîn-i Konevî, kıldırmak isteyince,
Birden bire ağlayıp, kendinden geçti, fakat,
Bu hâlinden hiçbir şey, anlamadı cemâat.
Kendine geldiğinde, kıldırdı namazını,
Sonra suâl ettiler, ona, ağlamasını.
Buyurdu: “Namaz için, geçtiğimde ileri,
Gördüm saf saf dizilen, binlerce melekleri.
Peygamber efendimiz, îmâm olmuş onlara,
Cenâze namazını, kılarlardı o ara.”
Sadreddîn Konevî’ydi, ona hoca ve üstad,
Mevlânâ’dan sonra da, o etti Hakk’a vuslat.
Onu vesîle edip, duâ etse bir kişi,
Allah’ın izni ile, hâsıl olur her işi.
Sadreddîn-i Konevî hürmetine İlâhî,
Cümle sıkıntılardan berî kıl bizi!
This entry was posted
on Cuma, Mart 09, 2012
at 09:42
and is filed under
Allah dostlari
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.