Neyse bakin bakalim eskiden Ramazan nasil gecerdi?
Sahsen okudukca daha cok ozendim, neseli neseli, ibadetten tad ala ala, hep cemaatle birlikte... Ruhun maneviyata doydugu, yureklerin serinledigi, ic huzurun had safhada oldugu, kiymeti bilinesi gunler... Meleklerin kanatlari altinda kilinan teravihler ve goge acilan yaprak misali eller...Ayni zamanda mehtap sefasinda tefekkur...
Ramazan günlerinde birbirlerine rastlayanların, birbirlerine sordukları soru aynıydı.
- Ramazanla nasılsın?
Bu soruya çeşit çeşit cevap verilirdi. Kimisi günlük olayları anlatırdı. Mesela fessiz sokağa çıkmış da gülenleri görünce aklı başına gelmiş, gerisin geriye, eve dönmüş. Namaza durmuş da bitirdikten sonra abdestsiz olduğunu hatırlamış. Yahut camide mukabele dinlerken uyumuş da lastiklerini çalmışlar.:)) Kimisi, mütevekkil bir tavırla "İki gözüm Rabbim derdi, sabrını veriyor, zaten duyulmaz ki, bir gelir, bir gider mübarek!" Bu cevap, çok defa yaz ramazanlarına, uzun günlere ait bir cevaptı.
İftar deyip geçmeyin; o iftar sofrasında, hem de iftariye olarak neler yoktu? İnsan onlarla doyardı da yemekler artınca şaşmaz hükmünü verirdi:
- Mübarek, bereket ayı vesselam.
İftariyeden sonra çorba, et, sebze, börek, sütlaç, yahut muhallebi, iki tatlının arasını ayırmak için araya giren pilav, derken baklava, yahut bir hamur tatlısı, yahut da kaymaklı güllaç. Bu verdiğim liste, her konakta, her konak yavrusu evdeki liste. Öylesine iftarlar olurdu ki yemeklerin ardı arkası bir türlü kesilmezdi. İnsan, Hocanın dediği gibi Yarabbi derdi, ya midemi geniştir, ya Nail'imi yetiştir. :)) Sanki on bir ayın bir sultanı, on bir aylık yiyeceği, tatlısıyla, tuzlusuyla, etlisiyle, sütlüsüyle, çeşit çeşit, bir araya getirir de bir bir, fakat birden sunardı insana.
Teravihten çıkıldıktan sonra herkese, meşrebince bir seyran vardı. Kimisi mahya seyrederdi. Gerçekten de bu, zevkine doyum olmaz bir seyirdi.
Usta mahyacılar, ramazanın on beş gecesi, iki minarenin arasını kandillerden yazılarla bezerlerdi. İlk günlerde "Merhaba", "Hoş geldin", derken ayetler, hadisler. On beşinden sonra resim başlardı. Gül, karanfil lale... Yirmi yedinci gece ve bazı camilerde bayram gecesi, minareye kaftan giydirilirdi.
Osmanli Macunu
Yani külahından şerefesine kadar dizi dizi kandilden duvağa bürünürdü minare. Mahya seyretmeyenler, yahut seyrine doyanlar. Karagöz'e, orta oyununa, meddaha, o zaman modern sayılan kuklaya giderlerdi. Bu alemler sahura kadar sürer, sahur vakti evlere gidilir, hazır sofraya oturulurdu...
Seyr-i Mehtap
Bu arada Eyüp Sultanda iftar, herhangi bir dergaha gidiş, yahut Hırka-i Saadet ziyareti. Nihayet arife gelir çatardı. Mahyacı, o gece ya "El-firak" yazardı, ya "El-veda" yahut da bir top arabası resmi yapardı, namludan çıkmış mermiyi de kırmızı kandille gösterirdi, ay da biterdi. :((
Abdülbaki Gölpınarlı
Her bitis ayri bir huzundur ya hu!
Ne guzelmis degil mi?
Ne guzel dolu dolu gecermis boyle...