Eğer siz, eğer ebedî hakikatlere gönül vermiş, kimsenin küsüp darılmasına bakmadan ebediyete yürüyorsanız, dünyevi parıltıların arkasında menfaat kovalayan insanlara aldırmayacaksınız!..
Siz “Hakk’ın hatırı âlidir, başka hatırlara bakılmaz” diyor, parti farkı gözetmeksizin siyasî yanlışları, grup farkı gözetmeksizin sosyal hataları nazara veriyorsanız, “İsabet buyurdunuz efendim” denmesine ve her şartta sadece kendi hatırlarının sayılmasına alışmış “toplum mühendisleri”ne aldırmayacaksınız!..
Siz her doğruyu söyleme hakkına sahip olmadığınızın şuur ölçüsünde “doğruya doğru, eğriye eğri” diyor, her sözü, her hareketi mihenge (kalb ve beynin, duygu ile mantığın örtüşme noktası) vuruyorsanız, eğrilerini doğru gibi göstermek isteyenlere boş vereceksiniz!..
Sizin hakaret yerine tespit, dedikodu yerine teşhis, teşhir yerine teşrih (ameliyat) yapıyor, olaylara her türlü spekülâtif amacın dışında yaklaşıyor, çalışıyor, çırpınıyor, koşturuyorsanız; ortaya hizmet koyuyor, hesap soruyorsanız, kendi çevrenize bile aldırmayacaksınız!..
Aldırmayın gitsin!
Şartlar ne olursa olsun inandığınız yolda, inanç ve düşüncelerinizi yaşaya yaşaya yürüyün!
Zaman zaman dost bildikleriniz kesse de yolunuzu, zemin mayın tarlasına dönse de, inse de sırtınıza binlerce hançer, “Sen de mi Brütüs!” diye sormak için bile vakit harcamayın; yolunuza devam edin! Bilin ki, Brütüsler her yerde vardır, ama siz öldüğünüz yerde dirilmeyi öğrenirseniz, hiçbir şey yapamayacaklardır.
Gözyaşlarınız şerha şerha aksa da yüreğinize, ceddiniz gibi “ya sabır” çekip “bu da geçer ya hu” diyerek tırmanmayı sürdüreceksiniz! Yeri ve zamanı geldiğinde, Barla’daki ulu çınarın tepesinden haykırır gibi haykıracaksınız: “Yaşasın sıdk, ölsün yeis!.. Zalimler için yaşasın Cehennem!”
Unutmayın ki, bu yola nam için, şan için, unvan için çıkılmaz, sadece Allah’ın rızasını tahsil için çıkılır. Maksat insanlara kendini alkışlatmak değil, Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Bu durumda bütün beşeriyet aleyhinize dönse, ne gam! Attığınız her adım kutsî, aldığınız her nefes mübarek, girdiğiniz her mücadele gâzâ ve her yara gazilik rütbesidir...
Varsın anlamasın aklı başkasının cebinde gezenler, anlamasınlar saman alevlerini güneş zannedenler, anlamasınlar intikam sevdalıları, anlamasınlar her geçici parıltıyı ebediyetin ışığı sanıp hakikate sırt çeviren pervaneler; anlamayan anlamasın, fark etmeyen etmesin! Nasılsa Allah, gizli-açık bütün sırları ve niyetleri biliyor. Önemli olan O’nun bilmesidir.
Düşünün ki, hiç ümmeti olmayan peygamberler gelip geçmiş dünyadan; ama peygamberlik şerefinden ve sevabından bir şey kaybetmemişler. Demek ki, hizmette önemli olan sonuç almak değil, sadece elden geleni yapmaktır: Elinizden geleni yapmışsanız yerinmeyin, anlaşılmadığınız için de fazla üzülmeyin...
İnsanlar kendileri gibi düşünmenizi, kendileri gibi yazmanızı, sadece hoşlarına gidecek, nefislerini okşayacak şeyler yapmanızı bekliyorlar. Allah’ın emri başka, insanların beklentisi başka. Zaman zaman ikisinin arasında kalır insan: Böyle durumlarda eğer Allah’ın emrine uymayı seçiyorsanız, korkacak hiçbir şey yok demektir. Âkif gibi haykırabilirsiniz artık:
“Cehennem olsa gelen bağrımızda söndürürüz,
“Bu yol ki, Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!”
Haylidir, Allah’ın rızasını esas alıp yürüyen ebedî âbidelerden mahrumuz. Kapitalizm, faşizm, sosyalizm derken, yerli yabancı “izm”lerin açmazlarında emellerimiz boğuluyor.
Öyle dar ufuklara tıkandık ki, bazen soluk alamıyoruz. Yine de Allah’ın Kudret ve hikmetinden yeni ufuklar arıyoruz. Elimizden geleni de yapıyorsak, artık ne gam!
“Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” der, verilen hayatı en güzel şekliyle yaşamaya çalışırız.
Dikenlerden korkup gülü aramaktan vazgeçmeyen bahar yüreklilerle, karanlığa sövmek yerine bir mum yakmayı yeğleyen aydınlık ruhlara selam olsun!
Yavuz Bahadıroğlu
This entry was posted
on Cumartesi, Şubat 04, 2012
at 06:30
and is filed under
Hayatin icinden...
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.