Kulluk Bilinci Üzerine  

Posted by Tespih Taneleri... in



Geçtiğimiz Cuma günü, Aksaray'da hem üniversitelilere, hem de halka "Osmanlı ailesi"ni, Enderun'u ve Harem'i anlattım…
Özellikle Harem, yıllardır istismar edildiği için, anlattıklarım herkese çok ilginç geldi… Pazar günü de Konya'da, "Osmanlı İnsanı" üzerine muhabbet ettik…
 "Osmanlı insanı", yani öfkesi bile zikir kokan insan… Kızdığında "Lahavle" çeken, hayretini "Allah Allah", Fesübhanallah", "Lailahe İllallah", "Tövbe estağfurullah" diye ifade eden, haksızlığa uğradığında, "Hasbünallâh" diyerek Allah'ı kendine "vekil" yapan, korunmayı sadece Allah'tan bekleyen, olumsuzluklar karşısında "Hafazanallah" diyerek, yalnızca Allah'ın muhafazasına sığınan insan…
Filmlerde anlatılanlarla gerçekler arasındaki uçurum bir kez daha ortaya çıktı…

Konuşmama (daha önce bu sütunda yayınladığım), Kanuni'nin, Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemali Efendi'ye sorduğu fetva ile girdim:
"Dırahtı ger, sarmış olsa karınca,
"Günah var mı, karıncayı kırınca?.."


Yani, ağaçları saran karınca sürüsünü öldürsem, ahirette sorumlu olur muyum?

Zembilli'nin cevabı şöyle:


"Yarın Hakk'ın divanına varınca,
"Süleyman'dan hakkın alır karınca…"


Kısaca, zarar veren mahlukatı öldürmek haram değildir, ama Mahşer günü her şeyin hesabı sorulacaktır. Osmanlı insanı bu gerçeği, "Sevapta hesap, günahta azap var" şeklinde özetlemiştir.
Kısacası, "Osmanlı insanı" demek, karıncaların bile yaşama hakkına saygı gösteren insan demektir. "Karıncaezmez" tabiri de bu hassasiyetten doğmuştur. Çünkü "Osmanlı insanı"nın hayatı, dünya ile sınırlı bir hayat değildir. Dünyanın verebilecekleriyle yetinmez, gönülleri ebediyete dönük yaşarlardı…

Örnekleri Hazret-i Ömer'di. Peygamber-i Âlişan'ı öldürmek üzere evinden çıkan, o sırada kızkardeşiyle eniştesine zarar verecek kadar gözü kararmış, bastığı yeri titreten Ömer'le, Efendimiz'den tebliği alıp Müslüman olduktan sonra, karınca ezmemeye çalışarak evine dönen halim-selim Hazret-i Ömer arasındaki farkı yakalamaya çalışırlardı.
Çünkü o fark, "küfür"le "iman", "vahşet"le "medeniyet" arasındaki farktı… Osmanlılar imanları sayesinde medenileşmiş insanlardı. Hayat felsefesinin birinci maddesi, "Kendine ve gayriye (başka insanlara, hayvanlara ve bitkilere) zarar vermemek" şeklindeydi.

Bu köşede sık sık adı geçen meşhur Fransız yazar Brayer'in tespitlerini yabana atmamak lâzım:
"Türk halkının hâl ve tavırlarında büyük bir asalet, yüzlerinde tatlı bir sükûnet ve nezaket vardır. Konuştukları dil hoş ve ahenklidir… Sohbet edenlerin ifadeleri veciz, telaffuzları tertemizdir. Tebessümlerine incelik, el hareketlerine zarafet ve sadelik hâkimdir…
 "Pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riayet ederler. Birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek suretiyle selâmlaşırlar."
Bir başka Fransız seyyah (gezgin) Du Loir ise şunları yazıyor: "Hıristiyan memleketlerinde pek yaygın olan küfürbazlık, öfke ve intikam hissi Türklerde yoktur…

"Sokaklarında da evlerinde de hiçbir küfür sözü işitilmez. Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı ise, Osmanlıların yalnız ağızlarında değil, lisanlarında da küfür kelimelerinin bulunmayışıdır." Çünkü Osmanlı insanı, "Kıble Yürekli" insandır. "Kıble yürekli insan" olmak, Kur'an'daki "insan modeli"ni hayata geçirmek anlamına geliyor. Bu modelin önceliği "kulluk bilinci"dir… "Kulluk bilinci", karınca öldürmenin hükmünü bile sorgulatır.




Yavuz Bahadıroğlu

This entry was posted on Salı, Ocak 01, 2013 at 11:25 and is filed under . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

2 yorum

bu şahane yazı için çok teşekkür ederiz
ALLAHA EMANET OLUN
HAYIRLI SABAHLAR

1 Ocak 2013 12:48

Ben tesekkur ederim efendim siz de Allah'a emanet olunuz...

4 Ocak 2013 12:23

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz