Merhaba arkadaslar, dun hic aklimda yokken kendimi Aziz Mahmud Hudai Hazretlerinin yaninda buldum. Eskiden benim her cuma gunum burda gecerdi. Simdi iste boyle mubarek cagirdikca nasip olunca ummadigim anda bir bakiyorum ki ordayim. Elhamdulillah gonuller bir nacizane. Oraya hic gittiniz mi bilmiyorum ama muthis manevi havasi vardir. Bir bu, bir de Eyup Sultan Hazretleri Istanbul'un kandilleri gibidirler. Istanbul'da olupta istifade etmemek hakkaten buyuk kayip bence.
Aziz Mahmud Hudai'yi ziyaret ettikten sonra camisinde cemaatle ikindiyi kildik. Bol bol dualar ettik. Rabbim kabul buyursun insallah. Oyle guzel, oyle tatli, oyle huzurlu ki orasi sizinde yasamanizi cok isterim.
Kucucuk kucucuk odaciklari vardir, cekilirim bir kosesine kah huzurdan ferahlarim ucacak gibi olurum, kah huzunlenir saatlerce aglarim, gidince sanki ben benlikten cikiyorum, sanki farkli bir boyutta sadece Allahu teala ve sevdikleri ile birlikteyim, gozum baska hic bir sey gormuyor. Keske hayatimizin her aninda boyle hissedebilsek, ihlasli bir sekilde yasayabilsek...
Sevenleri icinde duasi var mubaregin paylasayim sizin icin;
''Sagligimizda bizi, vefatimizdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve turbemizin onunden gectiginde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde bogulmasin, ahir omurlerinde fakirlik cekmesin, imanlarini kurtarmadikca olmesin.''
Duaya bakin ya amin diyelim yurekler cossun. Rabbim umdugumuzu buldursun...
Aziz Mahmud Hüdayi (Aziz Mahmud Hüdayi Kimdir? - Aziz Mahmud Hüdayi Hakkında)
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. "Hüdâyî" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, "seyyid"dir. Bunu ilâhîlerinin birinde:
Ceddim ü pîrim sultan
Sensin yâ Resûlallâh
diyerek kendisi de ifâde eder.
Koçhisar'da doğmuş, çocukluğu Sivrihisar'da geçmiştir.
O, bir asra yakın ömür sürmüş ve sekiz pâdişâh devrini idrâk etmiş bir gönül sultanıdır. Asrında, gerek eserleri, gerekse sohbet, irşâd, vaaz ve nasîhatleri ile ümmet için bir feyiz kaynağı olmuştur.
İlim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında parlak bir hüviyete sahip bulunan Hüdâyî Hazretleri, mâneviyat rehberleri arasında müstesnâ bir mevkii hâizdir. O, kuruluş yıllarında Şeyh Edebali Hazretleri'nin yapmış olduğu kıymetli irşâd, hizmet ve faâliyeti, aynı aşk, vecd ve heyecanla yürütebilen nâdir bir mânevî şahsiyettir. Allâh rızâsı istikâmetinde ihlâs, samîmiyyet ve gayret üzere hareket eden Hüdâyî Hazretleri, sahip olduğu zâhirî ve bâtınî liyâkat sebebiyle de hem pâdişâhların hem de bütün teb'anın sevdiği bir Hakk dostu olarak tebârüz etmiştir.
Osmanlı'nın yükselişten yavaş yavaş duraklamaya doğru seyir takip eden bir devrinde yaşayan Hüdâyî Hazretleri, bir yandan sultanlarını âdil, gayretli ve mâneviyat bakımından zinde olmaları için büyük himmetler sarfetmiş, bir yandan da birtakım kargaşadan bunalan devlet ricâlinin ve halkın gönül yaralarını âdetâ hâzık bir hekim gibi sarmasını bilmiştir. Bundan dolayı hemen herkes, onun sohbet, irşâd ve hizmet sofrasına koşarak ferahlamış; dergâhı, bir seâdet ve gönül mekânı olmuştur.
Gerçekten onun devri, seâdetle felâketin birbirini takip ettiği çileli bir zamana rastlamaktadır. Zîrâ siyâsî bakımdan gittikçe artan ve ictimâî bünyeyi de son derece sarsan çalkantılar, bu devirde görülmeye başlamıştır. Askerdeki disiplin ve nizamın sarsılıp bozulmasının fecî bir surette II. Genç Osman'ı katletme derecesine ulaştığı ve IV. Murâd'ın tahtının önünde sadrazamı Hâfızlarının tahta bile bulaşmış olduğu düşünülürse, o günlerin siyâsî ahvâli daha iyi anlaşılır.
İşte böyle çalkantılı bir devirde İslâm tasavvufunun tesellî edici nefhasıyla Hakk'ın ve hakîkatin sesine çağıran Hüdâyî Hazretleri, dergâhına diğerlerine nazaran çok farklı bir hüviyet kazandırmıştır. Öyle ki, devlet idâresinde azl ve nefyedilen kimselerin ve cemiyette zuhûr eden anarşinin önünden kaçanların yegâne sığındıkları yer, onun dergâh-ı şerîfi olmuştur. Nitekim Halil Paşa, Dilâver Paşa ve Ali Paşa gibi zevât, başları her dara düştükçe bu dergâha sığınmışlardır. Bu yönüyle Hüdâyî Hazretleri'nin dergâh-ı şerîfi, kimsenin zarar ve ziyânının erişemeyeceği, günümüz tâbiriyle bir nevî dokunulmazlığı olan emîn bir mekân hüviyetine bürünmüştür. Denilebilir ki, o zamanlar Osmanlı mülkünde bu mekândan başka hiçbir dergâh, bu kadar nâil-i hürmet ve ihtirâm değildi.
Burada Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin böyle bir makama hâiz oluşu ve sahip bulunduğu müstesnâ liyâkati elde edişinin nasıl tahakkuk ettiği üzerinde hâssaten ve dikkatle durmak gerekir. Zîrâ onu bu kemâle ulaştıran metod, aynı yolda yürüyenlere müstesnâ bir nümûne-i imtisâldir.
Bir siirinide aktarayim;
Tâbi-i şeytân olup fitne vü şirret neden?
Hakk'ı koyup bâtıla meyl ü muhabbet neden?
Râh-ı salâha gidüp sulh u sülûk ehli ol
Nefse uyup herkese hiddet ü şiddet neden?
This entry was posted
on Pazar, Mart 14, 2010
at 07:35
and is filed under
Allah dostlari
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.