Yoğunluktan dolayı hayli gecikmiş öğlen yemeğimizi üniversitenin kampusunda yiyoruz. Dakikalar akşam namazına doğru kanat çırparken biz ikindi namazını kılıp da gelmişiz.
Akademik hayatın dışında davet faaliyetlerinde de aktif bir dostla beraberiz. Biz, yemeğe eşlik eden tatlı bir sohbetin kıyılarında delişmen cümlelerle gezinirken yanımızdan üniversitenin çok saygın hocası olan bir siyasal bilimler profesörü, alanında uluslararası kabûl gören hocamız geçiyor.
Davet ediyoruz, lütfedip bizimle oturuyor. Hayli yaşlanmış. Espriler yapıyor, gülüyor, bizi neşelendiriyor...Derken dostum davetçi kimliğine münasip bir ricada bulunuyor:
"Üstadım, bize nasihat eder misin!""Bize nasihat eder misin!" ricası hocanın kulaklarına ulaştığı ân tebessüm eden yüzü süzülerek pişmanlığı çağrıştıran bir tona bürünüyor. Ciddileşiyor. Bir müddet suskun kalmayı tercih ediyor. Belki de içe yönelik, mâziye doğru bize saniyeler gibi gelen ona ise yaşanmış koca hayatın bir muhasebesi kıvamında geçmişin derinliklerinden hikmet süzen bir yolculuk yapıyor.
"Hayat bana iki şey öğretti" dedi, gâyet ciddi bir edayla ama ağır ağır.. "Önce ne kadar güçsüz olduğumu. Fazla ayakta durduğumda oturamıyorum, oturduğumda ağrılarım başlıyor. Fazla oturduğumda da kalkamıyorum, kalktığımda yine ağrılarım başlıyor.
Modern tıb âciz, ağrılarıma derman bulamıyor doktorlar.""İkinci olarak da maddi varlığımın kötü koku ürettiğini öğrendim. İnsan bir gün yıkanmasa bedeni kötü kokmaya başlıyor, belki de maddi aslını yansıtıyor. Kokmamak için yıkanmak vb. özel uğraşlar gerekiyor. Sebileyden, burundan, ciltten çıkan şeyler hep pis kokuyor. İnsan kötü koku üretiyor.."
"Aslında bu iki şeyin öğrettiği, bir tek hakikat; ben hiçbir şey değilim, bunu öğrendim. Oysa hizmet ettiğim üniversetelerde her türlü görev üzerime yıkılır, ben de, ben olmazsam üniversite çöker sanırdım. Gururlanırdım. Durmadan, dinlenmeden çalışır dururdum. Üzgünüm, çok yanılmışım."Sözün burasında lafa girerek; "Eğer bu bilinç başından beri sizde olsaydı hayatınız farklı olur muydu?" diyorum.
Bu bilgiye sahip olan insanların hayatlarında fazla bir değişiklik görmüyoruz da, ondan soruyorum. Bilmekle onu hissetmek, sahih bilgiye sahip olmakla sahih amel sahibi olmak arasındaki farkı biliyorum da, onun için soruyorum.
İnandığı ve bildiği gibi değil yaşadığı gibi inananların yanılgısına hep tanığız da ona hüzünleniyorum.
Hoca, hiçbir şey olmamaktan kastının bu hayatın sadece ve sadece bir "imtihan" olduğunu bütün hücrelerinde hissetmek olduğunu belirtiyor. Soruma da imtihan bilincim bugünkü gibi benliğimde canlı olsaydı, genç iken âhirete yakınlığımı bugünkü kadar güçlü hissetseydim daha kaliteli ameller peşinde koşar, malâyanî şeylere iltifat etmezdim, bunun için üzgünüm, diyerek cevap veriyor.
Yüz hatları, ses tonajı ve riyasız duruşu, bize, benim yanılgıma düşmeyin mesajını iletmeye çabalıyor, bunu hissediyorum. İlk insandan beri edinilmiş bu tecrübeyi her insanın yeniden deneme yanılma yoluyla tekrar tekrar edinmesi insanın büyük ironisi olsa gerek!
Kaç milyar insan geldi geçti bu hayattan. Peygamberleri, salihleri saymazsak yüz milyarlarca insan hep aynı hatayı tekrarlayıp geçti/geçiyor bu âlemden.Birçok şey olduğunu sanarken hiçbir şey olmadığı gerçeğine bu dünyada uyanmak da az kişiye nasip oluyor. Kahir ekseriyet ise bu gerçeğe ancak öldükten sonra uyanıyor...
Serdar Demirel
This entry was posted
on Perşembe, Mayıs 31, 2012
at 05:45
and is filed under
Hayatin icinden...
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.