Mini minnacık bir su damlasıydı…
… Fazla vakti yoktu...
… Fazla vakti yoktu...
Güneş de birazdan çıkacak, bulutların arasından yüzünü gösterecekti. Damlacığın dünyada fazla vakti yoktu. Hayatın içine karışıp gidecekti ya da hayalini süsleyen idealini izleyecekti. Damlanın bir ideali vardı, onu takip edecekti.
Evet, bir damlanın hayali olur da, duâsı olmaz mı? Damla, bir su damlası değildi şimdi. Nasıl ki; ideali olan bir insan, sıradan bir insan değil, bir dâvâ adamıysa artık, bu su damlası da bir dâvâ eriydi. Ve boş yere akıp gitmeyecekti, erimeyecekti. Kendine yakışanı yapacaktı.
Günün en erken saatinde hayalini süsleyen duâlara durdu su damlası:
“Yâ Rabbi!” diyordu,
“Beni sellere katma, tufanlara çevirme! Rahmetini eriştir üzerime… Buharlaştırma, güneşin altında kurutma, bu yaprakta beni bırakma. Gökler ötesine al, yüce katına çıkar, arşından bir emir yetişsin: ‘Bu damla, bir deniz olsun.’ diye. Rahmet yüklü bir buluta bindir de, yağmur olup ineyim yeryüzüne. Bir göle karışayım, oradan nice damlacık kardeşlerimle beraber yol bulup bir çeşmeden akayım. Mü’min bir ağzın, bir bardaktan içerken dudağına değip, yapışayım içine, karışayım kanına, gözlerinde yaşayayım. Kâinatı, kalbinin gözbebeğinden seyredeyim o mü’minin. Ben bir küçük damlayım ama Sen büyüksün yâ Rab! Hayalimi süsleyen duâlarımı kabul eyle yâ Rab!”
Ve her duâ gibi, bu damlanın duâsı da yüce katına erişti yaratanın, kabul buldu.
Bir değil, milyon işlemden geçti. Bir bulutun içinden yağmur olup süzüldü. Rahmet olup düştü duâsını ettiği bir gölün üstüne. Oradan bir çeşmeye ulaştı, oradan da bir bardağa..
“Beni sellere katma, tufanlara çevirme! Rahmetini eriştir üzerime… Buharlaştırma, güneşin altında kurutma, bu yaprakta beni bırakma. Gökler ötesine al, yüce katına çıkar, arşından bir emir yetişsin: ‘Bu damla, bir deniz olsun.’ diye. Rahmet yüklü bir buluta bindir de, yağmur olup ineyim yeryüzüne. Bir göle karışayım, oradan nice damlacık kardeşlerimle beraber yol bulup bir çeşmeden akayım. Mü’min bir ağzın, bir bardaktan içerken dudağına değip, yapışayım içine, karışayım kanına, gözlerinde yaşayayım. Kâinatı, kalbinin gözbebeğinden seyredeyim o mü’minin. Ben bir küçük damlayım ama Sen büyüksün yâ Rab! Hayalimi süsleyen duâlarımı kabul eyle yâ Rab!”
Ve her duâ gibi, bu damlanın duâsı da yüce katına erişti yaratanın, kabul buldu.
Bir değil, milyon işlemden geçti. Bir bulutun içinden yağmur olup süzüldü. Rahmet olup düştü duâsını ettiği bir gölün üstüne. Oradan bir çeşmeye ulaştı, oradan da bir bardağa..
Ve derken mü’min bir dudağa... Hem de abdest almış, sabah namazına durmak için suyla arınmış, aklanmış bir mü’min yüreğe. Tazecik abdestinin hemen ardından, bir yudum suyu da, sünnettir diye içmeye hazırlanmış olan bir mü’min yüreğin dudaklarına değdi damla.
İlk duyduğu söz, “Allah…” oldu.
Titredi birden bütün zerreler. Damlayı ‘Bismillah’ çekip içen adam da, damla da titredi. Besmeleli dudağa ne de yakışmıştı bu damla… Allah’ın adıyla girdiği bu lâtif bedende, şikâyet yoktu, şükür vardı. Ve o sabah ilk defa mü’min bir bedende namaza durdu damlacık.
Kulak kesildi, okunan Kur’ân’ı dinledi.
O güzel sadâyı duydu, işitti ilk defa. Hem de bu kadar yakından. Şimdi bu bedende misafirdi. Hayalini süsleyen duâlarına ulaştığı için, o da ‘âmin’ diyordu. Bu duâyı Allah’tan başka hiç kimse bilemez ve duyamazdı. En sonunda, bir mü’min yüreğin gözlerinden süzülüp giden ve duâ sonrası eline düşen bir gözyaşı oluyordu damla…
Damlanın yolculuğu bitmedi, bitmeyecek... O bir damla değil, bir denizdi. Duâsı kabul olmuştu. Bunca yaşadığı bize meçhûldü damlanın ama Yaratanına mâlumdu. Artık damla da biliyordu; bir mü’minin niyetinin amelinden hayırlı olduğunu.
Şimdi bize bir ders veriyor su damlası:
Damlanın yolculuğu bitmedi, bitmeyecek... O bir damla değil, bir denizdi. Duâsı kabul olmuştu. Bunca yaşadığı bize meçhûldü damlanın ama Yaratanına mâlumdu. Artık damla da biliyordu; bir mü’minin niyetinin amelinden hayırlı olduğunu.
Şimdi bize bir ders veriyor su damlası:
“Ey insanoğlu!” diyor. “Sen de bir su damlası değil miydin? Aslına baksan, sudan, kandan ve çamurdan yoğrulmuş bir varlık değil miydin?
Seni unutmayan beni unutur mu hiç?
Beni yaratan ve yaşatan seni unutur mu hiç? Ben bir ağacın, son yaprağının ucundaki bir damlaydım, sen kâinat ağacının başında, bir meyvesin ve o meyvenin ucundaki bir damlasın. Duâlarına tutunup, ideallerine yaslanıp göklere çıkmak varken, rahmet olup oradan tekrar yere inmek varken, buhar olup uçmak niye?
Kurumak, kaybolmak niye? Kalabalıklara karışıp hayatın mânâsını yitirmek niye?
Ben yaprağın ucunda bir damla, sen bir insanoğlu...
Ey Allah’ın kulu! Ben unutmadım aslımı, Yaratanımı; sen de unutma!
Ey Allah’ın kulu! Ben unutmadım aslımı, Yaratanımı; sen de unutma!
Selim Gündüzalp
This entry was posted
on Çarşamba, Mayıs 23, 2012
at 10:46
and is filed under
Hayatin icinden...
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.