Osmanlı tekkelerinin, dergâhlarının, hatta evlerinin olmazsa olmazlarından biri, “Ebep yahu!” yazılı levhalardı.
Duvarları bu ve benzeri levhalar süslerdi:
“Terk et yahu!”, “affet yahu!”, “Sabret yahu!”
Osmanlılar, her şeyden önce, “edepli” olmayı önemserlerdi. Yürürken, konuşurken, otururken, kapalı bir mekâna girerken, mekândan çıkarken, selam verirken, hal hatır sorarken, “edeb”i elden bırakmazlardı.
Ayakları yere vurmak, selâmsız mekâna girmek, büyüklerin yanında sere serpe oturmak, bağırarak konuşmak, büyüklerin sözünü kesmek “edepsizlik” sayılırdı.
“Edep yahu!” serzenişi, ağır suçlamalardan biri sayılırdı… Edepsizlik anlamına gelen davranışlara sapanlar böyle uyarılırdı.
Bu yüzden “Edep yahu” levhasını duvara asarlar, çocuklarına önce “edeb”i öğretirler, “Edepsizlikten, edepsizlerden, hayâsızlıktan, hayâsızlardan Ümmet-i Muhammed’i koru Allah’ım” diye dua ederlerdi.
Bu yüzden eski Osmanlı resimlerinde, tablolarında, minyatürlerinde edep dışı bir duruş, bir oturuş göremezsiniz.
Şimdiki durumlar farklı: Şimdiki gençler karşılarında kim olursa olsun, saygı göstermiyorlar…
Yaşlı-başlı insanların yanında bacaklarını uzatıp oturuyorlar…
Konferansta bile çiklet çiğniyorlar: Hem de öyle sessizce değil, şaklata şaklata!
Bilge biri kürsüde konuşurken, telefonla oynuyorlar.
Ve karşılarında kim olursa olsun, bacak bacak üstüne atıyorlar.
Belki yaşım gereğidir, ama gencecik bir kızın annesi, babası, dedesi, ninesi karşısında bacak bacak üstüne oturması, bana hiç “sempatik” gelmiyor.
Hatta “antipatik” geliyor.
“Nasıl rahat ediyorsa öyle otursun” diyemiyorum. Kalabalık içinde bizi rahatlatan her şeyi yapamayız: “Edep” var, “hürmet” var, “hayâ” var, “ayıp” var, “günah” var, “tuhaf” var…
Ayrıca gençlerin yaşlılar karşısında bacak bacak üstüne atıp oturmaları çok saygısızca ve umursamaz gözüküyor.
Geleneklerimizde de yok: Ecdadımız minderlerin üstüne bağdaş kurarak otururdu. Hangi şart altında olursa olsun, bacaklarını asla uzatmazlardı…
Bacakları uzatmak ya da bacak bacak üstüne atmak, bize Batı’dan geçti.
Ortam müsait olursa, bacak bacak üstüne atmayı ben de severim. Çünkü bacaklarım dinlenir.
Ama büyüklerim karşısında asla bacak bacak üstüne atmam…
Topluluk ya da kamera karşısında da öyle..
Benimki sanırım babadan kalma bir alışkanlık:
Ben babamı kendisinden yaşlıların olduğu mekânda, hatta benim karşımda bile bacak bacak üstüne attığını hiç görmedim. Beni de büyüklerim görmemiştir.
“Bu o kadar önemli mi?” diye soracak olursanız, önemli, çünkü ucunda “edep” var. Edep, ruhun İslâmla bütünleşerek yücelmesidir…
“Kimse görmese bile Allah görüyor” anlayışının hayata hâkim kılınmasıdır, aynı zamanda…
Bu yüzden çok önemlidir.
Son zamanlarda yaygınlaşan bir problem daha var:
Telefonla oynamak. Bunu sadece gençler değil, herkes yapıyor. “Twitter modası” herkesi fena halde sardı. Yaşlısının, gencinin elinden telefon düşmüyor. Ne yediklerine kadar yazıyorlar. Hepsini bir araya getirseniz, incir çekirdeğini doldurmaz. Bari yalnız kaldığınızda yazın. Hayır, ille de dakikası dakikasına yazacaklar. Sanki tarihe not düşüyorlar.
Bazı hallerde, “Edep yahu!” diye bağırmamak için kendimi zor tutuyorum.
Bazı hallerde, “Edep yahu!” diye bağırmamak için kendimi zor tutuyorum.
Yavuz Bahadıroğlu
This entry was posted
on Pazar, Şubat 03, 2013
at 06:28
and is filed under
Hayatin icinden...,
Hazine-i ilim,
yasanmis hatiralar
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.