Emniyet Müdürü ve Hızır Aleyhisselâm
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretlerinin anlattıkları şu menkıbeye kulak veriniz:
Abbâsî halifesi Hârun Reşîd'in devrinde bir emniyet müdürü vardı..
Dindâr ve ehl-i takvâ bir insandı. Hep adâletle hükmederdi.
Hiç kimseye zulmetmezdi.
Zulmü sevmeyen bir insandı. Bütün işlerinde âdil olduğu için devlet adamları onu severdi. Halkın da ona büyük bir sevgi ve saygısı vardı.
Herkesin işini gördüğü ve insanlara zorluk çıkarmadığı için bütün mü'minlerin duası onunlaydı.
Öyle ki Hızır Aleyhisselâm ile her gün görüşüp sohbet ederlerdi.
Bu âdil, iyi niyetli, herkesin sevdiği ve takvâlı zabıta âmiri kendini daha çok ibâdete verebilmek ve rabbine biraz daha yaklaşmak düşüncesiyle, bir gün işinden istifâ etti.
Zahit oldu.
Sofu oldu.
Âbid oldu.
Uzlete çekildi.
İnsanlardan ayrı yaşamaya ve kimseyle görüşmemeye başladı. Gündüzleri oruçlu geceleri de sabahlara kadar nafile namaz ve ibadetlerle meşgûl olmaya başladı.
Fakat vazifesinden istifa ettikten sonra Hızır Aleyhisselâm kendisiyle hiç görüşmez oldu.
Eskiden her gün ziyâretine gelen ve yanından ayrılmayan Hızır Aleyhisselâm semtine uğramaz oldu.
Bu duruma zabıta âmiri çok üzüldü.
Günlerce gözüne uyku girmedi.
“Ben Rabbime daha çok ibâdet edebilmek ve Hızır Aleyhisselâm ile daha çok ilgilenmek ve sohbet edebilmek için işimden ayrıldım. Hızır Aleyhisselâm ise hiç beni sormuyor, aramıyor, yanıma gelmiyor” diyerek göz yaşları döktü. Bir gece sabahlara kadar ağladı.
Tövbe etti.
Yalvardı, yakardı.
Hızır Aleyhisselâm’ı bir daha görmek ve hiç olmazsa rüyasına girmesi için dua etti.
Bir gece Hızır Aleyhisselâm’ı rüyasında gördü. Ve Hızır Aleyhisselâm’a sitem etti:
-“Ey vefalı dost! Ey iyi arkadaş! Ben seninle devamlı olarak sohbet etmek maksadıyla dünyâ makamlarından istifa ettim. Uzlete çekilip, yalnız başına ibâdet etmeye başladım. Böylece sana kavuşurum sandım. Halbuki tam tersine seninle artık hiç görüşemedim. Beni mübârek cemâlinize ve tatlı sohbetinize hasret bıraktınız. Acaba bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusûr mu işledim? Hatamı söyleyin tövbe edeyim, özür dileyeyim. Bu şekilde daha ne kadar hasretinizle yanacağım? Ayrılığınıza dayanamıyorum. Yine eskisi gibi dost olalım. Yine ziyaretime gelin. Sohbetinizle bana ilim ve irfan veriniz. Size ve bilgilerinize muhtacım...” gibi sözlerle yanıp yakılarak ağladı.
Zabıta âmirinin bu acınacak durumuna dayanamayan Hızır Aleyhisselâm:
-Ey aziz dostum! Benim sana görünüp sohbet etmemin sebebi yaptığın ibâdetler, hayır hasenât ile değildi. Senin o mühim vazifeni yapıp Müslümanların işlerini hak ve adâlet ile idâre ettiğin için gelip seninle sohbet ediyordum. Halbuki sen bu kıymetli vazifeyi bırakıp, Müslümanlara hizmeti terk ettin. Hatta Müslümanları adâletli olmayan biriyle başbaşa bıraktın. Sadece kendi menfaatin için bir köşeye çekildin.
Kendi menfaatini Müslümanlara tercih ettin. Şimdi o yerine geçen şahıs Müslümanlara zulüm ve gayr-i meşrû işler ile acı ve eziyet vermektedir. Şu anda Müslümanlar sıkıntı ve üzüntü içindeler. Bunlara hep sen sebep oldun.
Elbette senin şahsî menfaatinin, Müslümanların umûmî menfaatleri yanında bir kıymeti yoktur. Çünkü uzlete Müslümanların işine koşamaz. Herkes Allâh rızası için ve içten gelerek Müslümanların huzur ve rahatı için çalışamaz. Bunun için artık senin yanına gelmiyorum .” dedi.
Zabıta âmiri bunları Hızır Aleyhisselâm’dan dinledikçe içinde fırtınalar kopuyordu. Gözleri nemlendi. Göz yaşları sel oldu, taştı. Göz yaşları yanaklarını, sakalını ve hatta yeri ıslattı.
Hızır Aleyhisselâm’a:
-“Çok doğru... Çok doğru...” dedi çekilip, abdest almayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir etmeyi herkes yapabilir. Ve bunlar her Müslüman'ın görevidir.
Fakat makam ile Müslümanlara hizmet etmeyi herkes yapamaz. Herkes âdil olamaz.
Sabah olunca zabıta âmiri koşarak Halife Harun Reşid’in huzuruna çıkarak eski vazifesini yeniden istedi.
Halife anlayışla karşılayıp onu tekrar eski vazifesine tayin etti. Zabıta âmiri bundan sonra büyük bir aşk, heyecan ve sevgi ile işine bağlandı.
Kendisini tamamen Müslümanların hizmetine adadı.
İnsan nefsini zelil, hakir ve düşük bilmeli ve kendisini de bütün Müslümanlardan aşağı görüp bütün müminleri kendisinden üstün bilmelidir. Asla kibirlenmemeli. Asla herhangi bir meziyeti ile övünmemeli. Asla üstünlük taslamamalıdır.
İnsan nefsini zelil, hakir ve düşük bilmeli ve kendisini de bütün Müslümanlardan aşağı görüp bütün müminleri kendisinden üstün bilmelidir. Asla kibirlenmemeli. Asla herhangi bir meziyeti ile övünmemeli. Asla üstünlük taslamamalıdır.
Ömer Faruk Hilmi
This entry was posted
on Cuma, Kasım 30, 2012
at 09:43
and is filed under
Hikmet Damlalari
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.