Ne zaman bir şarkıcı, sanatçı, akademisyen ya da iş adamının cenazesine rastlasanız şu cümleleri işitirsiniz:
"Ölüm ona hiç yakışmadı, daha çok erkendi, ölümü ona asla yakıştıramıyoruz, bize şaka yaptı, şimdi bizi bir yerlerden seyrediyor..."
Her cenazede, bu insanların ölüm duygusundan kaçmaya çalıştıklarını ve kendilerini bu şekilde avuttuklarını görürsünüz.
Aslında bal gibi de ölümün insanın karşısında duran dimdik bir gerçek olduğunu görüyor ve dünyanın yalan bir şey olduğunu fark ediyorlar. Fakat bunu bir türlü itiraf edemiyorlar.
"Ölüm ona hiç yakışmadı" cümlesini her işittiğimde şu soruları sorarım:
"Peki, ölümü kimlere yakıştırıyorsunuz? Ölümü yoksul ve kimsesizlerin bedeninde görmeyi mi arzu ediyorsunuz?"
Emin olun eğer yaşamın uzatılması ve ölümün ertelenmesi para ile mümkün olsaydı bütün dünyada sadece yoksullar ölürdü.
Ama yüce Rabbim dünyada imtihan gereği insanların kimisini para ile kimisini yoksullukla kimisini sağlıkla kimisini hastalıkla sınarken, ölüm gerçeği karşısında herkesi eşitliyor. Dünyevi olarak hangi imkânlara sahip olursanız olun ölümü tadacaksınız...
Fiili olarak bu dünyada mutlak anlamda eşitlik ve adalet ölüm gerçeği ile ortaya çıkar ve siz buna şahit olursunuz.
Ahiret toprağından kopartılmış olan insan bu dünyada aldatıcı hevesler ve lezzetler peşinde koşarken gerçek yurduna olan hasretinin farkında değild
ir. Ama hayatın içinde imtihanlar vardır ve böyle zamanlarda gerçeğe daha fazla yaklaşır. Dar zamanlarında zülüm karşısında ölümcül hasatlıklarında doğal afetlerde, ya da yaşlılıkta kendini ölüme daha yakın hisseder. Çünkü imtihan durumlarında dünya ile olan irtibat zayıflar ve kişi Allaha yaklaşır.
Ölümü sadece yoksullara yakıştıranlar bilmelidirler ki, dünyaya gözlerimizi kapatıp ahirete uyandığımızda insanlar bizim şaka yapmadığımızı ruhlarının derinliklerinde hissederler fakat bunu ifade edemezler.
Çünkü konumu ne olursa olsun Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişinde de yazdığı gibi
"Her canlı ölümü tadacaktır" Yani, eğer musallada bir tabut boylu boyunca uzanmışsa, biliniz ki, içindeki kişi her insan gibi ahirete intikal etmiştir.
Ve bu bir şaka değildir.
Fatma Tuncer
Mehmet Şevket Eygi
Gülay Atasoy
Eski evler mal değil yuvaydı.
Yeni mal binaların içinde ve arasında mallar gibi kaldık.
Çok şükür eski camileri, türbeleri, medreseleri, sebilleri yıkamadılar da, bir İslam şehrinde yaşadığımıza dair elimizde birkaç şahit kaldı.
Almanya... İkinci dünya savaşında yanmış, yıkılmış, harap olmuş ama orada üç beş yüz yıllık eski evleri görmek mümkün.
Şu zamane Müslümanları ne kadar garip... Müslümanız diyorlar ama Müslüman evlerinde oturmuyorlar.
Serçeysen serçe yuvası yapacaksın, kargaysan karga, bülbülsen bülbül.
Çalıkuşunun kırlangıç yuvası yaptığı görülmüş mü?
Eski konaklar, eski köşkler, eski evler...
Bahçelerde kuyular, sokağın ucunda Kırkçeşme suyu, bazı evlerin kendi memba suları, bir masura iki masura...
Saçakların altında "Yâ Hafîz" levhaları... Malta taşıyla kaplı giriş, yukarıya çıkan merdivenin basamakları gıcırdar.
Eski Müslüman evlerinin duvarlarına, döşeme tahtalarına okunan Kur'anların, kılınan namazların, çekilen tesbihlerin hatıraları sinmiştir.
Eski mahallelerin camilerinde hoparlör yoktu. Müezzin minareye çıkar şerefeden ezan okurdu.
Eski mahallelerde tekkeler vardı. Perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde namazdan sonra zikrullah yapılırdı.
Eski evler yıkıldı, yerlerini beton apartmanlar dikildi. Sefertası gibi üst üste kat kat. Mahremiyet bitti. Zaten onlar yuva değil mal. Malda fazla mahremiyet gerekmez.
Mahalle bakkalları, mahalle kahvesi, sokaktan geçen atlı, arabalı, küfeli satıcılar. Hepsi gitti.
Eski küçük bahçeler yok edildi.
Köşkler müteahhide verildi. On iki daire yapacak, dördünü bize verecek.
Müteahhit apartmanı tuzlu deniz kumuyla yapmış ucuz olsun diye.
Beyazıt'ta, Cağaloğlu'nda, Harbiye'de oturanlar, yazın Erenköy'e, Fenerbahçe'ye, Adalar'a sayfiyeye giderlerdi. Oralar hep köşk, bağlı bahçeli eski ev doluydu.
Trenden Erenköy'de inersin, istasyonda bekleyen faytonlardan birine atlar, Ramiz beyin köşküne gidersin.
Öyle bahçeler vardı ki, manolya ağaçlarının kokusu insana mutlu bir baygınlık verirdi. Ya iğde ağaçları...
Sokaklarda, vapurlarda, trenlerde, tramvaylarda beyefendiler, hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar görülürdü. Halkın çoğu efendim derdi. Aha oha yuha demek çok ayıptı.
Eskilerin bazısı alaturka saat kullanırdı.
Dışarıda Avrupâî kıyafetle dolaşan o zatı herhangi biri sanmayın sakın, Hazret eski Halvetî şeyhlerindendir.
Eski evler varken eski ricalin çoğu sağdı.
Eski evler bugünküler kadar şatafatlı değildi ama onların ruhları vardı.
Eski evler yıkıldı, eski insanlar öldü, yerleri boş kaldı. Siz beton apartmanlara var mı diyorsunuz, hayır onlar yokluğun sembolleridir. Şiddetli bir harekette bir varmış bir yokmuş...
Mehmet Şevket Eygi
Merv şehrinde Nuh adında bir adam vardı. Bu adam şehrin reisi ve kadısı/hakimi idi. Geçim düzeyi yüksek olup zengin bir kimse idi. Kendisinin oldukça güzel ve olgun bir kızı vardı. Şehrin ileri gelenleri, onu istemişlerdi; fakat hiçbirisine evet diyememiş, kızını kiminle evlendireceğine karar verememişti.
Siraceddin ÖNLÜER
Vefa nedir, bilir misin?
Vefâ arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır.
Vefâ; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır.
Vefâ; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.
( Hz. Mevlana...)
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim
Fakat eğer sen
Bizimle kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim
Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz’’
Orhan Veli
Şiirden bahsedip de onun en meşhur olduğu dönemden Cahiliye döneminden bahsetmemek olmaz. O dönem şiirde çok önemli bir seviyeye gelmişlerdi, hatta biz onların serin çöl gecelerinde düzenledikleri şiir müsabakalarını biliyoruz. İşin garip tarafı bu insanlar kitabeler uzunluğundaki bu şiirleri ezberlerinden okurlarmış…
Ayşegül Türk
Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı.
Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı.
Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu.
Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı.
Kadın bütün bu olanların şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı.
Sordu: “Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti.”
Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek: “Çöp Kamyonu Kanunu” dedi.
Kadın: “Çöp Kamyonu Kanunu?” diye sordu, anlamamıştı.
Şoför açıkladı:
Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar.
Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.
Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla "size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun."
Hayat, "%10 " onunla ne yaptığınız, "%90 "onu nasıl alıp karşıladığınızdır…
Bazı iman sahipleri dünyada bir zindan hayatı yaşar. Rızkı dar değildir. Çocukları mal içinde yüzer; etrafında dolaşır gülüşürler. Ama kendi iç âlemi hüzün içindedir. Dışından onlar gibi güler. İçi ise kederle doludur.
O insan dünyayı kalbi ile bilir, ne olduğunu anlar. Bu yüzden ona yol verir. Dünyanın tümüne birden yol vermez, sıra ile yapar. Birinci defa yol verir; bekler, bazı güçlüklerini yenebiliyorsa ikinci kısmını da bırakır. Buna da güçlü olduğunu anlayınca üçüncüsüne geçer ve bir daha kalbine koymamak üzere yol verir. Bütün varlığını öz âleme çevirir. Bu hâlinde samimidir. Samimiyeti sayesinde, Hak Teâlâ’nın nuru bir anda varlığını sarar. Dünya ona:
“Bu gayet basit, senden daha iyisini buldum da, ondan…” deyince dünya bir daha sorar:
“Beni niçin bıraktın?” O da tekrar şöyle der:
“Sen sonradan yaratıldın; fânisin, ömrün ölçülüdür. Sana bir suret verilmiş. Dışın süslü, ama için bozuk. İç âlemin bir başka. Onu anlıyorum. Seni terk etmemin yegâne sebebi budur.”
Kadın cennetle yaratılan bir varlık.
Yaratılmasına sebep olan Hz. Âdem aleyhisselama eş oldu. Onunla yeryüzüne indirildi. Affa mazhar oldu. En büyük rütbe olan, annelik vasfını kazandı.
Zaman oldu peygamber olan eşinin dinini inkâr edip mâsiyette (günah işlemekte) Nuh aleyhisselamın hanımı oldu.
Zaman oldu peygamberleri reddeden Firavun'un eşi olup İslam'ın cennet kadınlarının hanımefendisi diye beyan ettiği Asiye oldu.
İmran'ın, kızını Allah'a adayan hanımı oldu. Allah'ın mucizesiyle babasız dünyaya gelen Meryem oldu. Musa'nın annesi olma şerefine nail oldu.
Hz. Muhammed (S.A.V)'in annesi Emine, hanımları Hatice ve Ayşe oldu.
Nice kadınlar, nice mertebelere eriştiler. İslâm üstünlüğü cinsiyetle değil takvada belirlenmiştir. Müslümanların kadınları:
Giyim kuşamda tesettürleriyle; Topluma evlatlar yetiştirmekle; Şuurlu Müslüman erkeklere hanımefendilik görevini yerine getirmekle en üstün vazifeyi şu içinde bulunduğumuz asra kadar olabildiğince kusursuzca yerine getirmişlerdir.
Ancak son bir iki asırdır Batılıların cerahatli "modern hayat" hastalığı Müslüman kadınları da pençesine aldı.
"Modern hayat" denilen anlayış Müslüman kadınların genleriyle öyle bir oynadı ki, eskinin güzide hanımlarını projektörle aramaya başladık.
Artık sokakta Müslim-gayr-i Müslim kadınları ayırt edemez olduk. Müslüman kadınlar (istisnaları hariç) evi dışındaki hayata mahkûm oldular. Artık çocuk yapmıyorlar. Yapanlar da doğurdukları çocukların iş hayatlarını etkilememesi için yavrularını kreşlere atıyorlar.
Beyine hizmet etmekten yüksünüyorlar ama patronlarına çay taşımaktan, onların emirlerine amade olmaktan zevk alıyorlar.
Dini ve kadına ait bilgiler yerine, diplomaya tapınırcasına ömürlerini hasrediyorlar. Mukaddesatına düşkün olmak yerine magazin haberlerinde ve dizilerde seyrettikleri gibi olma hayallerine kapılıyorlar.
İslami faaliyetleri bile magazinleştirip, doğum günleri, akşam oturmaları, mağaza mağaza gezmeleri, alış-veriş hastalıklarına öncelik veriyorlar.
Şimdi düşünüyorum: Acaba 21'inci asrın Türkiye'sinde doğan kızlarımız ülkemizde yukarıda beyan ettiğimiz hangi kadın şekliyle yaşayacak?
Tesettürüne bürünmüş, İslam'ın nuru ile nurlanmış, ruhlara hayat veren nefesiyle Hz. Meryem gibi mi?
Ya da biraz daha lüks yaşantı sürmek ve kendisini yabancı erkeklerin hizmetine ve gözlerine sunmuş kadın olarak mı yaşayacak?
Merak ediyorum doğrusu.
Mevlüt ÖZCAN
ESTAĞFİRULLAH!
Dilimle söylediğim tüm, kötü sözlere...
ESTAĞFİRULLAH!
Gözümle gördüğüm, çirkin şeylere...
ESTAĞFİRULLAH!
Ayağımla gittiğim, haram yerlere...
ESTAĞFİRULLAH!
Kulağımla duyduğum, faydasız ve boş sözlere...
ESTAĞFİRULLAH!
Bilerek yada bilmeyerek, işlediğim bütün, günahlarıma....
Estagfirullâhel'azîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh.
Sıkılıyorsan istiğfâr oku!
Evliyâ zatlardan Fahreddîn-i Acemî hazretlerine, “rahmetullahi teâlâ aleyh” bir gün birkaç kişi geldi ve herbiri bir sıkıntısını arzedip, çâresini sordular.
Birincisi;
- Ey efendim, ben çok sıkılıyorum, ne yapmamı tavsiye edersiniz?
diye sordu.
Büyük Velî cevâbında;
- Öyleyse çok tövbe istiğfâr et! O zaman hiç sıkılmazsın, buyurdu.
İkincisi arzetti:
- Hastayım efendim, ne yapayım?
- Çok tövbe istiğfâr eyle!
Üçüncüsü sordu:
- Ben de maddî sıkıntı içindeyim. Ne tavsiye edersiniz efendim?
- Tövbe istiğfâr eyle!
- Hanımla geçinemiyoruz efendim.
- Tövbe istiğfâr eyle!
- Çocuğumuz olmuyor efendim.
- Tövbe istiğfâr eyle!
Hayretle birbirlerine bakıp;
- Efendim, hepimize de istiğfâr etmemizi tavsiye ettiniz, hikmetini anlayamadık,
dediler.
Buyurdu ki:
İstiğfâr öyle bir anahtardır ki açılmıyan kapılar, onunla açılır. Zîra Allahü Teâlâ;
“Tövbe ederseniz imdâdınıza yetişirim!” buyuruyor Kur’ânı Kerîmde.
Fazla gülmeyi terk edene heybet verilir.
Fazla konuşmayı terk edene hikmet verilir.
Fazla yemeği terk edene ibadetin lezzeti verilir.
Mizahı terk edene zerafet verilir.
Dünya sevgisini terk edene ahiret sevgisi verilir
.
Başkalarının kusurlarıyla uğraşmayı terk edene,
Kendi kusurlarını ıslah etme imkanı verilir.
Hz. Ömer (r.a)
Hz. Enes (radiyallâhu anh) anlatiyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanina girmisti. Hemen sordu:
"Kendini nasil buluyorsun?"
"Ey Allah'in Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarimdan korkuyorum"
diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da su açiklamayi yapti:
"Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birlesti mi Allah o kulun ümid ettigi seyi mutlak verir ve korktugu seyden de onu emin kilar."
Tirmizî, Cenâiz 11, (983); Ibnu Mâce, Zühd 31, (4261).
“Küçük bebekler korkarak uyandığı zaman, okunması gereken dua nedir?”
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) torunları için şöyle dua ediyordu.
أُعِيذُكُمَا بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ“
Uizukuma Bi Kelimatillahi’t-Tammeti Min Kulli Şeytanin ve Hâmmetin ve Min Kulli Aynin Lâmmeh.”
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hasan ve Hüseyin (Radiyallahu Anhuma)’yı:
“Sizi, her şeytan ve haşereden, her kötü gözden Allah’ın noksansız kelimelerine sığındırırım” diyerek dua ederdi.
Buhari 4/119
Eğer Allah , hayatımıza hiçbir engelle karsılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık.
Güç istedim Ve Allah , beni güçlü yapmak için karsıma Zorluklar çıkardı.
Bilgelik istedim...
Ve Allah bana çözmek için Sorunlar verdi.
Zenginlik istedim...
Ve Allah çalışmak iç in bana Beyin ve güçlü kaslar verdi.
Cesaret istedim...
Ve Allah üstesinden gelmem için bana Tehlike verdi.
Sevgi istedim...
Ve Allah yardım etmem için Sorunlu insanlar verdi.
İyilik istedim...
Ve Allah bana fırsatlar verdi.
İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim... İhtiyacım olan herseyi elde ettim...
Ben İki Yüzlüyüm.
Bir Yanım ; Sıcak ,Sevimli ,Candan ,Neşeli..
Diğer Yanım ; Soğuk ,Suratsız ,İlgisiz ,Neşesiz!
Hangi Yüzümü Göreceğiniz Size Bağlıdır.
Hangisini Görüyorsanız Onu ' Haketmişsiniz ' Demektir!...
Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil.
O dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı.
Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı.
Sen kendi tabiatından hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin.
Çirkin huyunun da başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun.
Sen şu dikeni gül fidanı haline getir.
Gül fidanı ile onu aşıla.
Böylece sendeki dikenler gül fidanı haline gelsin.
Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan,
Ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök.
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi
Eskiden sıkça rastlardım, arabaların arka camından dışarı bakıp etrafa gülücükler dağıtan, el sallayan çocuklara; ve onları her gördüğümde, kendi küçüklüğümü hatırlardım.
Bizim zamanımızda böyle geniş arabalar, jipler yoktu. Küçücüktü arabamız, arka koltuğa zar zor sığardık.
Çocukluk aklı işte!
Annemin onca kızmasına rağmen yanımızdan geçen arabaların içindeki yolculara, şirinlik yapardım.‘Beni tanırlar mı?’ korkusu yoktu!
‘Acaba yanlış anlarlar mı?’ kaygısı, aklımın ucundan bile geçmiyordu ki!
Zihnim, tanımıyordu kuralları; bilmiyordu insanlardan gelebilecek zararları.
Anladım ki bedeni büyüdükçe, cesareti ve kapasitesi küçülüyor insanın.
Şimdilerde kendime şaşıyor, çoğu şeyden ürküyorum.
Bazen evden dışarı adımımı bile atasım gelmiyor.
Of! Off! Galiba bu aralar dünya hastalığına yakalandım.
Son günlerde dekorasyon dergilerine merak sardım.
Her hafta başında gazete bayisinden onlarca dergi satın alıyor sonra eve gelip paltomu çıkarttığım gibi onları karıştırmaya başlıyorum.
Sayfaları her çevirişimde içim gidiyor, kalbim güm güm atıyor. İstiyorum ki benim evim de dergilerdeki gibi dayalı döşeli olsun. Modern, klasik, barok…
Herkesin zevkine göre farklı dekorasyon çeşitleri var, bu dergilerde.
Geçenlerde ‘klasik’ bir salon takımı beğendim tıpkı saraylardaki gibi!
İçimden geçirdim; şöyle başköşesine oturuversem, fena olmaz mı yani!
Sonra diğer sayfayı çevirdiğimde öyle bir mutfak gördüm ki az kalsın oturduğum yerden düşüyordum!
Ne yalan söyleyeyim!
O an geniş ve ferah bir mutfağa sahip olmak istedim.
Duvara koltuğu dayayayım… Gündüzleri oturma odasını kirletmeden orada oturayım...
Hatta yemeği mutfakta yemek son derece pratik olabilir!
Biliyor musunuz?
Bugüne değin hiç geniş bir evim olmadı benim.
Çünkü mal mülk derdim yoktu, hayatta sağlık, huzur ve afiyetten başka bir şey dilemezdim. Dünyanın en albenili eşyasını getirseler, kafamı çevirmezdim.
Eskiden ne kadar küçüktü arzularım, heveslerim.
Başkasının sahip olduğuna bakmaz, elimde avucumda olanla avunur, mutlu olurdum.
Şimdilerdeyse hayallerim aldı başını gidiyor, arkasından kovalamaya gücüm yetmiyor, nefesim kesildi.
Yeter artık soluklanmalıyım!
O da yetmez, sorgulamalıyım!Eskiye dönmeli, kendime gelmeliyim.
Evet, son dönemlerde, kendimde bazı farklılıklar görüyor ve üzülüyorum.
Mesela maddiyata daha fazla önem veriyor, insanları dış görüntülerine göre değerlendiriyorum.
Ayrıca boğazıma çok düşkün olmaya başladım, saat başı abur cubur atıştırıyorum.
Haa bir de! Ağzım bir açıldı mı kapatamıyorum, gerekli gereksiz konuşuyorum.
Bana bir haller oldu, ruh sağlığım bozuldu, bunu adım gibi biliyorum!
Durumum vahim! Ruhum can çekişiyor.
Dünya esaretinin beni hasta ettiği yetmiyormuş gibi bu hastalık, her geçen gün benliğimi kuşatıyor. Alanım daralıyor.
Dikkatli olmalıyım! Dünya hastalığı çok yamandır, sinsice etraftaki insanlara bulaşır.
Derdime deva bulmam lazım. Bana acil şifa reçetesi gerekiyor.
Melda Bekcan
HAKKIMDA
- Tespih Taneleri...
- O'nun (CC) adı ile dokunmalı Kelam'a, kaleme. Bunun için 'Bismillah' diye başlarız söze. Rahman'dan hepimize, Rahim'den yalnız bize gelenle yazarız. O'nun lütfu keremiyle, yalnız O'nu razı etmek üzere yazarız. Ruhumuz ve bedenimizle çeker Besmele'yi, dalarız özlere...
İLETİŞİM ADRESİ
Sevgili Dostlarim
Son Yorumlar
Facebook Grubum
Kategorilerim
- Hayatin icinden...
- Hikmet Damlalari
- Hazine-i ilim
- Icimden Geldigi Gibi...
- Siirler
- yasanmis hatiralar
- Ruha dokunanlar
- Tane Tane Istanbul
- Pasta ve Börek Tariflerim
- Duyurular
- Yemek Tariflerim
- Kitap Tavsiyeleri
- Allah dostlari
- Tebessum Ettirenler
- Ezgi ve İlahiler
- Mimlerim ve Ödüllerim
- Hayatın içinden
- Hayatın içinden...
- Tane tane İstanbul
Blog Arsivi
-
▼
2012
(194)
-
▼
Haziran
(20)
- Ölümü Yoksullara Yakıştıranlar
- Sahte Dindarlar
- Evliliğin İki Düşmanı ‘Kin’ ve ‘İnat’
- Eski Evler, Eski İnsanlar...
- KÖLESİ DAMADI OLDU
- Ahh Vefaa !
- Benim Güzel Ağacım...
- Çöp Kamyonu Kanunu
- “Yarının Gelmesini Düşünme”
- Kadın Modernleşince Kıyamet Koptu!
- ESTAĞFİRULLAH !
- Tevbe Anahtarı...
- Zahmetsiz Rahmet Yok!
- Ümit iste !
- Hayret Ediyorum!
- Bebeginiz Aglayarak mi Uyaniyor?
- Yaaanii !
- İtiraf Ediyorum!
- Dikenler
- Eyvah! Dünya Hastalığı Salgını!
-
▼
Haziran
(20)