Beşerî münasebetlerde üslup ve iletişim dili; üzerinde önemle durulması gereken çok ciddî bir konudur. Zarif üslup ve nâzik bir dil ile sorunların çözümü, hatta üstün başarı mümkün iken, kaba ve sert üslupla çözümsüzlük derinleşir, zıtlaşma ve kutuplaşma hâsıl olur.
İnsanları kazanmak, onları hayra yöneltmek yani gönüller fethetmek ancak tatlı dil ve güzel sözlerle mümkündür. Önder konumundaki büyüklerimizin hayatları boyunca verdikleri fazilet mücadelesinde izledikleri metod; zarâfet ve nezâketten başka bir şey değildir.
Buna örnek olmak üzere, alınacak ibret dersleriyle dolu bir hadiseyi, Osmanlıca bir eser olan Nevâdir-i Süheylî den sadeleştirerek nakletmek istiyorum.
Umarım beğenir, tefekkür edersiniz. Şöyle ki:
"Vaktiyle sarayın penceresinden bakınca, karşı evin hanımının câzibeli görünüşüne takılan hükümdar sorar:
-Bu ev ve hanım kimin?
-Hizmetçiniz Firuz'un." derler. Bunun üzerine Hükümdar, şeytanın vesvesesi ile aklına gelen tuzağı kurar, çağırdığı Firuz'un eline bir borç senedi tutuşturur: "Bunu al ve falan köye git, borçluyu bul, parayı tahsil etmeden gelme!" der.
Mâsum Firuz, Hükümdarın emrini yerine getirmek için acele hazırlanır, yola çıkar. Ama senedi evde unuttuğunu nice sonra fark eder. Onu evden uzaklaştırdığını gören Hükümdar da, hemen gidip Firuz'un kapısını çalar. İçeriden "Kim o?" demeye fırsat vermeden girip köşedeki sedire oturuverir. Evin hanımı:
-Kimdir bu münasebetsiz ki, izin isteme nezâketi dahi göstermeden girip sedire oturma cür'etinde bulunuyor." Der.
Hükümdar kendinden emîn bir eda ile cevap verir:
-Ben kocan Firuz'un efendisiyim, yani Hükümdar."
Hanım hiç aldırış etmeden sertliğini devam ettirir, ikaz eder:
-Efendiler hizmetçilerinin sofralarına göz dikmez. Onun yokluğunu fırsat bilip nâmus düşmanlığına yönelmezler. Şunu bilin ki, bir feryatla bütün mahalle buraya yığılır ve linç edilirsin."
Hükümdar bu kurşun gibi çıkışlarla irkilirken, Firuz'un unuttuğu senedi almak için eve geri dönüp, kapıdan içeri girmek üzere olduğunu görünce, yan balkondan atlayıp bahçeden kaçar.
Ne var ki bu durumu sezen Firuz, kurulan tuzağı hemen anlar ve ilk çıkışını hanımına yapar:
-Eşyanı topla ve babanın evine dön. Bana bu evi yıkmak düşüyor artık." Der. Kadın şaşkın itiraz eder:
-Niçin böyle yapıyorsun?Evi yıkacaksın ben nerede kalırım?
Firuz da:-Senin için artık endişe kalmadı.Çünkü Hükümdar sana sarayında güzel odalar ayıracaktır. Bundan böyle çok daha güzel yerlerde yaşayacaksın." Deyince, kadın fazla diretemez, baba evine gider. Ama işin iç yüzünü ailesine açıkça anlatamadığından, erkek kardeşi gelip, Firuz'dan gönderme sebebini sorar. Ancak Firuz da hadiseyi açıklamaktan çekinerek, tatminkâr bir izah yapamayınca mecburen, durumu Saray kadısına intikal ettirir.
Kadının erkek kardeşi,Mahkemede şikâyetini şöyle anlatır:
-Biz bu Firuz'a bir bahçe emanet etmiştik. Şimdi ise çiçekleri koparıp yeşilliği harap ettikten sonra bize iade ediyor."
Sözün burasında Firuz kendini savunur: "Hayır bahçeyi ben harap etmedim." Der. Kadı sorar:"Öyle ise, neden iâde ediyorsun?"Firuz'un cevabı çok mânâlıdır.Zira mahkemeyi Hükümdar da izlemektedir.
-Ben gördüm ki; bahçede bir aslan gezmiş, izleri vardı. Düşündüm, bu aslanla bir gün yine karşılaşacağım. Ben onu öldürmek isterken, o daha kuvvetli olduğunda beni parçalayacak!.. İyisi mi, öyle kötü bir hale uğramamak için, bahçeyi sahibine iade ediyorum. Benden sonra aslan mı gezer, kuduz köpek mi, artık beni alâkadar etmez."
Mahkemeyi merakla izleyen Hükümdar, burada söz alır, der ki:
-Firuz beni iyi dinle:Bahçene âdî bir aslan girdiği doğrudur. Ancak bir zarar vermemiş, bundan sonra da zarar verecek değildir. Zaten öyle temiz ve asîl bir bahçen var ki, değil vahşi aslan, bir kuduz köpek de girse zarar veremez. Bundan emîn ol ve bahçene sahip çık. Çünkü temiz ve asiller terk edilmek değil, sahip çıkılmaya lâyıktır.
Bu açıklama ile rahat bir nefes alan Firuz, kararını açıklar:
-Evet, asiller ve doğrular terk edilmemeli; bilakis sahip çıkılmalıdır. Ben de bahçeme sahip çıkıyor, iade etmekten vaz geçiyorum."
Böylece en mahrem, riskli ve ciddî bir dâvâ, mahkemede nezaket diliyle, teşbihlerle güzel bir neticeye bağlanıyor. Her kes buradan gereken dersi çıkarmalıdır.
HÜDÂYA EMANET OLUNUZ.
Şevket Tandoğan
This entry was posted
on Cumartesi, Eylül 01, 2012
at 10:21
and is filed under
Hayatin icinden...
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.