Bir tanıdığım, on altı yaşındaki kızını arkadaşıyla birlikte İngiltere’ye tatile göndereceğini söylediğinde, gayri ihtiyari “Hayatının en kritik döneminde bu çocuğu bilmediğiniz yabancı bir ülkeye nasıl göndereceksiniz?” diye sormuştum.
O da küçümser bir yüz ifadesiyle yüzüme bakmış ve “artık hangi çağda yaşıyoruz, kadınların da erkekler gibi kişisel özgürlüğü ve ekonomik bağımsızlığını kazanma vakti çoktan geçti bile…” demişti.
İslami bir gelenekten gelen bir annenin bu ifadeleri, ne acıdır ki, yıllardan beri materyalist ve seküler batının yalanlarının toplumumuzun bir kesiminde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Küresel kapitalizm, kadını özgürleşme söylemi üzerinden vuruyor ve yalancı mutluluklar vaat ederek bu konuda tesirli de oluyor. Onlar “Sen eziliyorsun, ayaklarının üzerinde durmalı, koca parası yememelisin, cinselliğini özgürce yaşamalısın, eğlenmelisin, gezip tozmalısın…” diyerek, kör ideolojilerini kadının zaafları üzerinden yaymaya çalışıyorlar. Elbette kadının tarihi seyrine baktığımızda, ezildiğini, horlandığını, adamdan sayılmadığını alınıp satılan bir meta gibi görüldüğünü biliyoruz.
Ancak İslam ile birlikte kadın, kocasının malı ve toplumun metaı olmadığını aksine yalnız Allah’a (c.c) kul olduğunun bilincine varmış ve haklarına sahip çıkmıştır.
Günümüzde ise her şey ters yüz olmuş durumda. Artık kadının çocuğuna annelik yapması, eşine hürmet etmesi ve evinin düzenini kurup kollaması onun özgürlüğünün önünde bir engel olarak görülüyor. Bu yalancı vaatlerin büyüsüne kapılan kadın, evinden ve çocuğundan uzaklaşıyor ve anneliğinden utanç duyar hale geliyor. Sorumluluklarını kölelik olarak algılayan kadın, her geçen gün kendinden bir şeyler kaybediyor. Kaybettiğiniz eşyaları yerine koymanız mümkündür. Ama kendinizden bir şeyleri kaybetmişseniz bunu yerine koymak ve onarmak sanıldığı kadar kolay değildir.
Çünkü kaybettikleriniz arttıkça siz bir hayvan çiftliğe doğru yol alırsınız fakat farkında olmazsınız… Bu nedenle hepimiz ait olduğumuz kimliğin gereklerini hakkıyla yerine getirmeliyiz…
Bir çocuğun bakımı ve eğitimi toplumsal bir sorumluluktur. Kadının bu sorumluluğu, onun sosyal kültürel siyasal ve iktisadi alandaki özgürlüğünü kısıtlayan bir faktör değil aksine yüce bir hizmettir.
Çocuğunu hayata hazırlayan eşine şefkatle muamele eden bir kadın mutfağının kölesi çocuğunun ve eşinin esiri de değildir. Ancak bütün bunlara rağmen kadınlarımıza ait sorumluluklar sanki onun özgürlüğünü ortadan kaldıran bir faktörmüş gibi sunulmakta ve şöyle denilmekte:
– Çocuğuna bakmakla sorumlu değilsin,
– İstediğin gibi, İçinden ne geliyorsa, nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşamalısın,
– İçgüdülerin ve şehvetin peşinde, geceyi gündüze katıp gezip tozmandan ve eğlencenden vazgeçmemeli ve arzuladığın gibi yaşamalısın.
– Bir daha mı geleceksin sanki dünyaya…!
Birçok genç ve yetişkin kadın artık geri dönülmez bir şekilde ailesinden ve sorumluluklarından uzaklaştırılmaya ve yuvadan koparılmaya çalışılıyor. Bu tabloyu zihnimde canlandırdığımda, bir “Hayvan Çiftliği”ni görür gibi oluyorum. Burada bu hayatın hengâmesi içinde insanların yerini bazen hayvanlar alır. Gün boyu aslında başkaları için koşturur, her şeyi uluorta yaşar, hiçbir kural kaide tanımadan yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar.
Tek gayeleri vardır o da umdukları gibi yaşamak. “Hayvan Çiftliği”nde görünürde hiçbir sınır yoktur. Ama sahibinin istek ve arzularını yerine getirdiği sürece. Sadece hayatta kalabilmek için mücadele eder duruma gelir bunun için canları pahasına bazen her türlü tavizi de vermek zorunda kalırlar.
İşte bunun gibi insanlar da dünya ile sınırlı her türlü istek ve arzuları için “Kendinden” ve öz benliğini oluşturan bütün erdem ve faziletlerden yoksunlaşarak vahşi bir rekabet ve tüketim çılgınlığı içine giriyorlar. Ne yazık ki, yakılıp yıkılan anarşi ortamlarında kendilerine bir pay kapmaya çalışırken “ İnsanlık “elden gitmeye başlamıştır.
Bozguncu, değersiz bir vahşet toplumu oluşarak İnsanımızın sahip olduğu kökleri ve gelecek uygarlığını tehdit eder hale gelmiştir..
İşte bu yüzden 21. yy kişi ve toplum manzaraları beni korku ve ümitsizliğe sevk ediyor.
Bütün bunları düşündüğümde Allah’ın koyduğu sınırların, insan olmamız ve insan kalmamız için ne kadar gerekli olduğunu görüyor ve inanıyorum. Fakat, küresel kapitalizmin kadına biçtiği rolden İslam kadınlarımızı koruyacak bir modele acilen ihtiyaç duymaktayız. Her ne kadar bu model gözümüzün önünde duruyor olsa dahi biz onu görmekten hala aciziz.
Fatma Tuncer