Kadın yuvasından kopartılıp sosyal hayata girmeye âdeta mecbur edilirken, bedeni hem cinsel, hem ticarî nesne olarak pazara sürülüyor.
İslâm âlimi Fezarî’nin kızı Esma, kızını evlendirirken ona şu öğütleri verir:
“Kızım, bulunduğun yuvadan çıkıyor, bilmediğin bir yuvaya ve tanımadığın bir arkadaşa gidiyorsun. Sen o arkadaşına yer ol ki, o sana gök olsun; seni himayesine alsın. Sen, ona döşek ol ki, o sana direk olsun. Sen ona cariye ol ki, o sana sultan olsun…”
Kadın, cemalin aynasıdır. Ruhu, yüzü, endamı ilâhî cemale işarettir. Okunası, bilinesi, âyet kılınası bir güzellik mazharıdır. İçi, Vedûd ve Rahîm’i haykırır. Duygusallığı ve şefkati onu lâtif cins yapan şeylerdir. Yükselişi Rahîm’e, Cemîl’edir. Kulluğu, aynasında yansıyan kısmeti hissetmektir.Kadın, kadındır. Zayıflığı zayıflık değil, güç kaynağıdır. Nazikliği, ezilmeye değil sevilmeye adaydır. Hazinesi örtülü ve gizlidir; umuma sergilendiğinde değerini yitirir.
Kadın yer gibidir, toprak gibidir. Mütevazi, edilgen, sessiz; ama doğurgan, verimli. Bire bin veren münbit toprak gibidir kadın; duyguları birer tohum gibi sümbüllendiren, kullukta yükselmeye vesile olan verimli toprak gibi…
Erkek celâlin aynasıdır. Dışı ilâhî celâli gösterir. Şefkatle terbiye edilmişse içi Rahmân’ı dile getirir. Gök gibidir erkek. Yere bakan, onu kuşatan gök gibi. Yere âşık göğün yağmur olup merhametle yağması gibi, erkek varoluşunu bütünleyen kadına şefkatle yaklaşır.
Erkek erkektir. Gücü üstünlük değil görev vesilesidir. Üstünse eğer, bu kendinden değil, ilâhî takdir iledir. Keyfince kullanabileceği bir şey değildir güç. Heybeti, haşinliği ezmek değil, adaleti gözetmek içindir.
Çocuk annesinden Rabbinin cemal ve rahimiyetini; babasından celâl ve rahmaniyetini ders alır. Annenin şefkati, Rabbin rahimiyetinin ve sonsuz şefkatinin bir yansıması; babanın şefkat ve terbiye ediciliği ise rahmaniyetin yansımasıdır.
Birbirini tamamlayan bu özellikler anne-babanın kendi yaratılış özelliklerini koruyabildikleri ölçüde çocuğa yansır ve çocuk da Yaratıcısını o ölçüde sağlıklı tanır. Anne ve baba birer kanat olup çocuklarının marifetullahta yükselmesine vesile olurlar.
Bilmeliyiz ki, özgüvenimiz ilâhî ve nebevî ölçülere güvenimiz ölçüsünde tezahür eder ve dışarıdan gelen tenkitlere karşı o ölçüde sağlam durabiliriz. Çok değil birkaç zaman öncesine kadar kadının “insan” olmadığına hükmeden, hatta “cadı avı”yla cinsiyet ayrımcılığını zirveye taşıyan; suçluluk duygusuyla mı bilinmez, modern dönemde “adalet eşitliktir” zihniyetiyle cinsler arasındaki dengeyi bir kez daha bozan Batı’nın çürük, ama cazibeli tanımlarına karşı dikkatli olmak zorundayız.
Kadın bedeni hem cinsel, hem de ticarî bir nesne olarak pazara sürülüyor. Diğer taraftan, erkek rollerini çalmaya özendirilen kadınlar, ne yazık ki, bu iktidar savaşında kendi fıtrî kimliklerini kaybeden taraf olmaya devam ediyor.
Murat Çiftkaya Kadın ve erkeği, sonsuza uzanan hayat yolculuğunu ve marifetullah ve kulluğun merkezi olan aileyi esas alarak tanımlar. Bugün, kadın ve erkeğin tanımı ve rolleri konusunda Kur’ân ahlâkı dışarıdan ve içeriden saldırıya maruz kalıyorsa, yapılması gereken savunmacı ve özür dileyici bir üslûp olmamalı.
Erkek celâlin aynasıdır. Dışı ilâhî celâli gösterir. Şefkatle terbiye edilmişse içi Rahmân’ı dile getirir. Gök gibidir erkek. Yere bakan, onu kuşatan gök gibi. Yere âşık göğün yağmur olup merhametle yağması gibi, erkek varoluşunu bütünleyen kadına şefkatle yaklaşır.
Erkek erkektir. Gücü üstünlük değil görev vesilesidir. Üstünse eğer, bu kendinden değil, ilâhî takdir iledir. Keyfince kullanabileceği bir şey değildir güç. Heybeti, haşinliği ezmek değil, adaleti gözetmek içindir.
Yer ve göğün aşkla birleşmesinden sayısız meyveler ve çiçekler filizlenir. Kadın ve erkek birleşmesinin meyveleri ise çocuklardır. Kadın anne, erkek baba olur. Anne-baba o ana kadar varoluşu ve Varedeni tanımaya yönelmiş iken, artık yavrularının varoluşu ve Yaratıcısını tanımasındaki ilk ve en önemli öğretmenleri olurlar.
İlk yaşlarda öğrenilen tutum ve bilgiler, taşa kazınan yazılar gibidir. Bu eğitim, çoğunlukla hal ve hareketlerle, tavır ve tutumlarla gerçekleşir.
Birbirini tamamlayan bu özellikler anne-babanın kendi yaratılış özelliklerini koruyabildikleri ölçüde çocuğa yansır ve çocuk da Yaratıcısını o ölçüde sağlıklı tanır. Anne ve baba birer kanat olup çocuklarının marifetullahta yükselmesine vesile olurlar.
Bilmeliyiz ki, özgüvenimiz ilâhî ve nebevî ölçülere güvenimiz ölçüsünde tezahür eder ve dışarıdan gelen tenkitlere karşı o ölçüde sağlam durabiliriz. Çok değil birkaç zaman öncesine kadar kadının “insan” olmadığına hükmeden, hatta “cadı avı”yla cinsiyet ayrımcılığını zirveye taşıyan; suçluluk duygusuyla mı bilinmez, modern dönemde “adalet eşitliktir” zihniyetiyle cinsler arasındaki dengeyi bir kez daha bozan Batı’nın çürük, ama cazibeli tanımlarına karşı dikkatli olmak zorundayız.
Günümüzde, sadece Batı’da değil İslâm toplumlarında da serbestiyet, özgürlük, vs. gibi sloganlarla kadın yuvasından kopartılıp sosyal hayata girmeye âdeta mecbur ediliyor.
Kadın bedeni hem cinsel, hem de ticarî bir nesne olarak pazara sürülüyor. Diğer taraftan, erkek rollerini çalmaya özendirilen kadınlar, ne yazık ki, bu iktidar savaşında kendi fıtrî kimliklerini kaybeden taraf olmaya devam ediyor.
Deneme-yanılma ve el yordamıyla ilerleyen ve o yüzden de bir aşırı uçtan diğer aşırı uça gelip-giden Batı tecrübesi, belki bir zaman sonra, kadını erkekleştirirken ve erkeği kadınlaştırırken hata yaptığını anlayacak. Ama iş işten geçmiş olacak.
Peki ezelî hakikatlerden haberdar olanlar aynı hataya düşerse, daha yazık olmaz mı?
This entry was posted
on Pazartesi, Aralık 12, 2011
at 17:35
and is filed under
Hayatin icinden...
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.