İşte ona İstanbul derler...  

Posted by Tespih Taneleri... in

                   

                                                               Şu beyaz güvercinlerin semasında uçuştuğu ilahi şehri görüyor musun? 
İşte ona İstanbul derler..

Necip Fazıl Kısakürek.                                    

Yaşanmışlıklar...  

Posted by Tespih Taneleri... in , ,





Eyüp Sultan semtindeki mezar taşlarının ve türbelerin uzerlerinde ne yazar hep merak etmisimdir.Bu minvalde kültür, tefekkür ve medeniyet tarihimize iz bırakmış değerlerimize ait birbirinden önemli kim bilir ne ayrıntılar gizlidir. Alman şair ve edebiyatçısı Heinrich Heine bir yazısında “Her mezar taşının altında bir dünya tarihi yatar” der. Gerçekten de mezarlıklardaki binlerce mezar taşı bir vakitler yaşamış ve tarihe mal olmuş kişilerin hatırasını yaşatır. Elbette her ölü tarihte nam salmış bir kişi değildir. Fakat o kişi hayatta olduğu yıllarda bir tarih yaşamıştır ve tarihin bir parçası olmuştur. Bazen bir mezar taşı fazla bir şey anlatmayabilir. Fakat on tanesi bir araya geldiği zaman size çok şey söyleyebilir ve önemli bir bilgiye ulaşabilirsiniz. Mezar taşlarının yanı sıra görkemli birer abide olan türbeler de önemli bir yekûn tutmaktadır. Bu görkemli türbeler, doğal olarak içinde yatan kişi veya kişilerin tarih içindeki varlıklarını, hayat hikâyelerini daha ayrıntılı bir şekilde yansıtmaktadır.

Herkesin merak ettigi bir konu degildir bu lakin benim gibi merak edenler vardir mutlaka..Gecmisin tozu uzerimizden hic gitsin istemedigimden bir yanim hep eskilerde kaldigindan unutmak unutturmak istemedigimden de olabilir. Cunku cok basarili, yigit, cengaver ornek almamiz gereken sahsiyetler geldi gecti bu topraklardan mutlaka tanimamiz gereken... Insan tarihini hakki ile bilirse gelecegine sahip cikabilir.





  
Çılgın projelerin mimarı Sokullu Mehmed Paşa

Eyüp Sultan’dan geçerken bir Sinan harikası olan Sokullu’nun türbesine de uğrar mısınız? Kanuni Sultan Süleyman Han’ın son dönemlerinde sadaret makamına getirilen Sokullu Mehmet Paşa’nın büyük bir devlet adamı olduğunda bütün yerli ve yabancı  kaynaklar müttefiktir.


II. Selim ve III. Murat da dâhil olmak üzere, üç padişaha on üç yıl sadrazamlık yaptı Sokullu. Yarım asırdan fazla devlet hizmetinde bulunan, onlarca savaşı sevk ve idare eden, dünyanın birçok ülkesi ile başarılı antlaşmalara imza atan, ileri görüşlü, ince ruhlu ve yardımsever bir kişiliğe sahip olan Sokullu Mehmet Paşa, cami, medrese, hamam, çeşme gibi birçok hayır eseri yaptırmıştı.

60 yıllık devlet hizmeti sırasında hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi yolunu açma, Süveyş Kanalı’nı açma, İzmit Körfezi-Sapanca Gölü-Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz’e alternatif bir boğaz açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı.

1579 yılının Ramazan ayının ortalarında bir suikast sonucu şehid edildi. Paşa’nın bunca ikbal ve ihtişamına rağmen terekesinden ancak cenazesinin teçhiz ve tekfinine yetecek kadar bir parası çıkmıştı. Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümü ile Osmanlı Devletinin “yükselme dönemi” olarak adlandırılan devri de sona ermişti.

Türbesi, Eyüp Sultan’da, Camii Kebir caddesi üzerinde, Siyavuş Paşa Türbesi karşısındadır. Türbe Mimar Sinan eseridir ve 1568 tarihlidir. Çok köşeli, köşeleri ince sütunlu ve kubbeli bir yapıdır. Sivri kemerli, pencereler alçı kafeslidir. Türbe içerisinde Sokullu Mehmet Paşa’nın ahşap sandukasından başka beş ahşap sanduka daha bulunmaktadır. Ayrıca türbe içerisinde Sokullu’nun yakınlarına ait on tane mermer lahit daha bulunmaktadır. Estergon’u fetheden Sokulluzade Lala Mehmet Paşa’nın kabri de türbenin avlusunda yer almaktadır.
  




28 yıl şeyhülislâmlık yapan Ebussuud Efendi

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli olduğu bir dönemde otuz yıla yakın şeyhülislâmlık yapmış büyük bir İslam âlimi idi. İslam Hukuku’nun tatbikatında büyük hizmetler görmüş, tefsir, fıkıh ve diğer ilimlere olan derin vukufiyeti onu haklı olarak Osmanlı âlimlerinin en meşhurları arasında zirveye taşımıştı. Türkçe, Farsça ve Arapça 20'den fazla eseri var olan Ebussuud Efendi, Arapça yazdığı tefsiri ve fetvaları meşhurdur.


Mustafa İmadi’nin oğluyla uzay bilimci Ali Kuşçu’nun kızının evliliğinden dünyaya geldi. Babası Sultan II. Bayezit Han’ın çok hürmet gösterdiği Şeyh Muhyiddin Mustafa Efendi idi. Babasından aldığı ilk bilgilerin dışında devrinin bütün bilginleri ile temas etmiş ve onlardan ilim tahsil etmişti. Büyük İslam bilgini meşhur İbni Kemal, Ebussuud Efendi’deki deha parıltısını keşfeden ilk insandır. Bu yüzden onu genç yaşta, İshakpaşa medreselerine müderris yaptı.

17 sene muhtelif müderrisliklerde bulunduktan sonra Bursa ve İstanbul kadılığına tayin edildi. Ardından Rumeli kazaskerliğine yükseltildi. Ekim 1545 tarihinde de Şeyhülislamlık makamına getirilerek 13. Osmanlı şeyhülislamı oldu. Kanuni ile Macaristan seferine katıldı. Budin Fethi sonrasında ilk hutbeyi okudu. 1570’de Kıbrıs adasının fethi için fetvayı veren o idi. Süleymaniye Camii’nin temeline ilk taşı yine o koydu. Kanuni Sultan Süleyman zamanında 22 sene, II. Selim Han zamanında 6 sene olmak üzere toplam 28 yıl şeyhülislamlık makamında bulundu. Hayrat olarak İstanbul’da bir hamam, Üsküp’te de bir camisi bulunmaktadır.

İstanbul’umuzun meşhur caddelerinden birine “Ebussuud” adı verilmiştir. 23 Ağustos 1574’te vefat etti. Vefatında Mekke ve Medine şehirlerinde gıyabi cenaze namazı kılınmıştır. Ebussuud Efendi bir sahabe aşığıdır ve Eyüp Sultan civarına defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Nitekim kabri Eyüp Sultan meydanında, Sokullu Türbesi’nin yanı başında, bizzat kendisi tarafından ihdas edilen Dar-ül Hadis’in bahçesi, ismi ile müsemma Ebussuud haziresindedir. Bu hazirede Ebussuud Efendinin yakınlarından birçok kimse de bulunmaktadır. Eyüp sultan’ı (r.a.) ziyarete gelenler, onun nurlu mezarının önünden geçerler.




218 senelik kesintisiz hizmetin adı Mihrişah Valide Sultan

Hayırseverliği ile tanınan, ardında onlarca hayır eseri bırakan Mihrişah Valide Sultan, III. Mustafa'nın eşi, lll. Selim'in annesidir. Oğlu III. Selim'in yenilikçi fikirlerini her zaman desteklerdi. Son yıllarını hastalıkla geçirdi. 16 Ekim 1805 tarihinde vefat etti ve Eyüp Sultan Bostan İskelesi sokak'ta bulunan türbesine defnedildi. Bostan İskelesi Sokağının diğer bir adı da Cülus Yolu’dur.

Osmanlı hükümdarları Eyüp Sultan Hazretlerinin huzurunda kılıç kuşanma merasimini icra etmek üzere geliş gidişlerinde bu cülus yolunu kullanırlardı. Türbesinin bitişiğinde ayrıca imareti, sebili, imaretin hemen karşısında bir de sıbyan mektebi bulunmakta. Türbede Mihrişah Valide Sultan'dan başka III. Mustafa'nın kızlarından Beyhan Sultan ile birlikte Sultan II. Abdülhamid'in validesi Perestu Sultan’ın kabirleri de bulunuyor.

Mihrişah Valide Sultan’ın 1795 yılında hizmete açtığı buradaki imaret (Aşevi) 218 seneden beri aralıksız olarak bölge halkının fakir fukarasına hizmet vermekte olup, halen hizmete devam ediyor.
Zamanımızda İmarethane'den günlük 600 aileye 3 çeşit sıcak yemek veriliyor. Bu kesintisiz hizmetin sunulması bize bu imaretin nasıl bir iman kuvveti ve ihlâsla yaptırıldığını düşündürmekte aynı zamanda.

İmaret vakfiyesinde imarette pişirilerek, istihkak sahiplerine ikram edilecek yemeklerin ismi, kullanılacak malzemeleri, bir yıl zarfında ne kadar erzak veya iaşe dışı malzemelerin alınması lazım geldiği, israftan kaçınılması buna rağmen fazla ihtiyaç zuhur ederse veya 600 olarak belirlenen yemek sayısı kâfi gelmezse yeterince artırılmasına izin verildiği belirtilmiş. Yine bu vakfiyede imarethanede pişirilip, fukaraya ve ehli hizmete dağıtılması için mutfakta kullanılacak erzakın en güzelinden, en kalitelisinden olması özellikle istenmekte.

Ayrıca görevlilere verilecek ücretler ve onlarda aranan vasıflar; dindarlık, ihlâs, samimiyet, sadakat, liyakat, hakka hukuka riayet, insaf sahibi olmanın yanında aç gözlülükten uzak, hıyanetten sakınan kişiler olmaları şart koşuluyor.




Bir şair Fitnat Hanım geçti bu âlemden

Asıl adı Zübeyde. Divan şiiri tarzında yazan en başarılı hanım şairlerimizden biridir. Şaire Zübeyde Fitnat Hanım, İstanbul doğumludur. Babası I. Mahmut dönemi şeyhülislamlarından Ebu İshakzade Mehmet Esad Efendi'dir. Baba, dede, amca ve ağabeyinin de şair olmalarının etkisi ile küçük yaştan itibaren edebiyat ve şiirle ilgilendi. Özel derslerle eğitildi.

 Kaynaklar onun şiirindeki akıcılık, dilindeki sadelik ve biçimindeki kusursuzluk konusunda hemfikirdirler. Divan şiirindeki gelmiş geçmiş kadın şairler içinde nazma hâkimiyet, ifadedeki kuvvet ve pürüzsüzlük onu diğerlerinden üstün kılan meziyetidir. Şiirleri kadar nükteleri, Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet ile aralarında geçen şakalaşmalarla da bilinir.

Ancak günümüze ulaşan bu şakaların birçoğunun uydurma olduğu sanılıyor. Yayınlanmış bir divanı var. Divanındaki gazel şeklindeki nazireler 52 adettir. Bazı şiirleri XIX. yüzyılın başından itibaren batı dillerine çevrilmiş, gazellerinden ikisi bestelenmiş. 1780 tarihinde İstanbul'da vefat eden Şaire Fitnat Hanım'ın mezarı Eyüp Sultan Türbesi arkasında, şadırvan avlusu tarafında ve cüzhane binasının hemen yanındadır. Mezar taşında şu ifadeler yer almaktadır:

Hüve’l Baki
Sâbıka Şeyh’ül- İslâm Mehmed Es’ad
Efendi merhûmun kerime-i mükerremesi
Bülbül-i gülistân-ı ismet
Ve tuti-i şekeristân-ı iffet
Şaire Zübeyde Fıtnat Hanım
Sene 1194 H. 1780 M.

 




10 padişah, 28 veziriazam gördü Zaro Ağa

Eyüp Sultan Camii arkasından Kaşgari dergâhına çıkarken yolun ikiye ayrıldığı yerde sol tarafta bir mezar taşı var. Başlığı Osmanlı dönemine ait, Hamidi fesli bir mezar taşı. Üzerinde Türkçe olarak, “160 yaşında ölen Bitlisli Şemsi Ağa oğlu Zaro Ağa” yazılıdır. Bu ilginç mezar taşına ilk baktığınızda bir yanlışlık olduğunu düşünebilirsiniz.

160 sene, dile kolay!..

Günümüz Türkiye’sinde yaş ortalamasının 65–70 olduğu düşünüldüğünde “bu kadar uzun süre yaşayan adam olur mu?” diye insan düşünmeden edemiyor elbette.  Fakat biraz araştırma yaptığınızda belki 5–10 sene yanılma payı ile bu tarihin doğru olduğunu anlıyorsunuz. İsterseniz Zaro Ağa’nın kısa hayat hikâyesine bir göz atalım, ne dersiniz?

Şemsi oğlu Zaro Ağa, 1774’te Bitlis’in Mutki kazasının Meydan köyünde doğdu. Köydeki hayatına dair fazlaca bilgi yok. İstanbul’a geldiği tarih de kesin belli değil. O da baba, dede mesleği olan hamallığı tercih etmiş, gücü elverdiği ölçüde bu işini yapmaya çalışmış.

Kendisi ile yapılan söyleşilerde, 1800’lerin başlarında Selimiye kışlasının yapımında çalıştığından, 1853 yılında yapılan Ortaköy Camii inşaatında taş taşıdığından söz etmiştir. 1826’da yeniçeri ocağının kaldırılışı sırasında bu ocakta olduğunu, ancak kıyımdan Ayasofya’nın altındaki zindanlara saklanarak kurtulduğundan söz eder.

Doğduğu yıl Osmanlı  İmparatorluğu tahtında I. Abdülhamit oturmaktadır yani Zaro Ağa ömründe bir imparatorluk, on padişah, yirmisekiz veziriazam, bir cumhuriyet, iki reis-i cumhur, beş başbakan görmüş, onlarca savaşa tanık olmuş ve başından 10 evlilik geçmiştir. Zaman 28 Haziran 1934’ü gösterdiğinde, Eyüp Sultan kabristanının nicelerini bağrında barındıran medeniyetimizin sessiz tanıkları, oldukça geç kalmış bu dünya yolcusunu da arasına katar. Dünya, bir garip Zaro Ağa’ya da kalmamıştır.

“Şol kâinat sec’d eyleyüp

 Can çalap’a verilende
 
 Bu mesel içre halimiz

 Bir yüceden görülende”


Nidayi Sevim yazdı
Fotoğraflar: Nidayi Sevim



  

Seçim ve Tercih Hakkımız ve Hürriyetimiz Var  

Posted by Tespih Taneleri... in





MÜSLÜMANLARIN tercih ve seçme hürriyeti vardır. İnsanlara cüz’î iradeler verilmiştir. Her sabah yeni bir başlangıçtır.


Sık sık yol ayrımlarıyla karşılaşırız. Birinde hakka, ötekisinde bâtıla gider yazılıdır… Sabahleyin ezanlar okunur, kalkıp namaz kılan doğru bir iş yapmış olur, yatıp uyuyan yanlışı seçmiş olur.
 
Dilini tutan iyi etmiş olur; tutmayıp gevezelik, zevzeklik, gıybet, nemime, yalan, iftira eden kendi iradesiyle kötü iş yapmış olur. İffetini koruyan iyiliği seçmiştir, zina eden kötülüğü…

Dinimiz bildiriyor: Ribanın yetmiş şubesi vardır, en hafifi anasıyla zina etmek gibidir. Riba alıp veren cezasına hazır olur, ribadan kaçınan iyi etmiş olur.

Kendim ettim, kendim buldum dünyasıdır bu. Lüks ve israflı bir hayat mı sürmek istiyorsun?


İmkanın varsa buyur yap ama Cehennemle tehdit edildiğini de bil. Biatli ve itaatli bir Müslüman olmak sana kalmış. İstersen şeytanî bir hürriyet içinde serazad olabilirsin. Lakin iyi bil ki, hesabını vereceksin.

Komşuna eziyet etmemek senin elindedir. Ya onun meleği olacaksın, yahut kurdu. Tercihini yap. Yap ama cezasına da hazır ol.

Tesettür konusunda önünde iki şık var: Ya Şeriata uygun gerçek tesettür; yahut alaca bulaca, yırtmaçlı, rengarenk, düttürü Leyla, altı kaval üstü şeşhane şeytanî tesettür.

Canının istediğini yap ama hesabı unutma. Sofrada hürsün, seçim hakkın var. Ya doyduktan sonra yemezsin, yahut pisboğazlık edip tıkınır durursun. Ye ye ye, hesap vereceksin.

İslam hizmetkarı beylere ve hanımlara: Ya doğru dürüst hizmet eder ilahî rızaya nâil olursunuz; yahut İslama hizmet perdesi ardında kendinize hizmet edersiniz.


Bid’atçiye: Sünneti bırakıp bid’ate mi hizmet etmek istiyorsun? Et ama sonunda belanı bulacağından hiç şüphen olmasın. Zekat konusunda doğru yol, zekat paralarını ve mallarını onlara temlik etmek suretiyle Kur’anda zikri geçen sekiz sınıf gerçek şahsa vermektir.

Sen zekatları tüzel kişiler (dernek, cemaat, fırka, hizip, vakıf…) için mi toplamak istiyorsun? Topla ama Şeriatın buna izin vermediğini ve zamanı gelince cezanı çekeceğini bil.

Pikniğe gittin. Yedin içtin dinlendin… Giderken iki tercih vardır önünde. Birincisi: Oturduğun yeri tertemiz bırakmak. Bütün çöpleri, poşetleri, şişeleri, kağıtları, meyve kabuklarını toplamak çöpe atmak.


İkincisi: Orayı mezbelelik halinde bırakmak. Hürsün a benim canım hürsün, dilediğini yap. Vasıta kullanıyorsun. Tercih hakkın var. Ya medenî bir vatandaş, bir insan gibi kurallara uyarak usulüne uygun şekilde güzelce ve dikkatle kullanırsın. Yahut hayvan gibi, yamyam gibi, vahşiler gibi kullanırsın. Cezası âhirete kalmaz, eşek gibi araba kullanırsan belanı dünyada bulursun. Okuma yazma konusunda da hürsün ve tercih hakkın var.

Ya tezelden bin yıllık millî yazımızı öğrenirsin, yahut 1928’den önce basılmış Türkçe kitapları okuyamayacak kadar kara cahil veya yarı cahil kalırsın. Seçim sana ait a benim canım.

Sadaka belaları def’ edermiş.

Seçim hakkın var: Ya Allah rızası için sadaka verirsin, belaları uzaklaştırmaya çalışırsın, yahut cimrilik edersin, hiç beklemediğin anda başına bir taş düşer. Sağlıklı yaşamak veya hastalıklarla boğuşmak…

Bu da büyük ölçüde senin elindedir. Perhiz yapar, ihtiyacın kadar sağlıklı besinler yersen yüzde 95 sıhhatli olursun. Abur cubur aşırı şekilde bahayim gibi tıkınırsan hastalıklara davetiye çıkartmış olursun. Buyur, hangisini seçersen seç. Seçimler yapılıyor, oy vermeye gittin. Oy pusulasında bir yığın parti var. Tercihini yapar ve mührü basarsın. Dikkat et, daha sonra, ah keşke elim kırılsaydı da bunlara oy vermeseydim demek zorunda kalma.


Mehmet Şevket Eygi

Geniş Aile  

Posted by Tespih Taneleri... in



Daha önce de yazdım: 1800’lerde Osmanlı Devleti’ni gezen ve “İstanbul’da 9 yıl” isimli bir kitap yazan Fransız gezgin Brayer’in Osmanlı insanı hakkında gözlemi şu:
 
 “Osmanlılar Peygamber Hazret-i Muhammed’e hayrandır… Hayatlarını O’na göre düzenlemeye çalışırlar, sadece O’nu örnek alır ve sadece O’nu taklit ederler…” Osmanlı’yı “cihan örneği” yapan sır, bu tespitte saklı. Sorunlarımızın temelinde ise, Peygamber Efendimiz’den kopmamız yatıyor. Çocuklarımızı uzun zamandır “sünnet ekseni”nde terbiye etmiyoruz.
 
Kullandığımız metod Batılı. Batı Hıristiyanlık temelinde kendini inşa ettiği için, metodu bize uymuyor. Yürek başka tarafta kalıyor, mantık başka yerde:
 
Paramparça olup savruluyoruz! “Modern hayat”ın dayatmaları, Peygamberimizle aramıza girmiş, “Modern Müslüman” olma takıntısı, geçmişle aramızdaki tüm irtibatları koparmış:
 
En derin tahribatı ise aile yapımızda meydana getirmiş. Düne kadar Kur’an sesleri gelen evlerimizden bugün pop müzik sesi geliyor!

Bu durumda, boşanmaların artmasına hayret edene hayret etmek gerekiyor! Çünkü boşanma, Batılı aile tipinin ayrılmaz parçasıdır. Konuya “geniş aile”, “çekirdek aile” kavgasından bakabilir miyiz acaba?
 
 Bendenizin yıllardır savunduğum “geniş aile” kavramını, nihayet Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in de dillendirmesi (5 Nisan 2013 tarihli Akit’in manşetiydi), bir umut ışığı olabilir mi? Olabilir. Zira “geniş aile”, hayat tecrübesi olan büyüklerin nezaretinde yürüyen bir ailedir ki, bu aile yapısında hem yeni evli gençlerin ufak-tefek problemleri hallolur, hem de çocuklar bir tecrübe ummanı içinde kendilerini geliştirme fırsatı bulurlar.
 
Brayer, bu noktaya da temas ederek şöyle diyor: “Çocuklar yetişip adam oldukları zaman, analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları halde başka memleketlerde çok defa çocuklar, olgunluk çağına girer girmez analarıyla babalarından ayrılmakta, ekonomik menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları halde anne-babalarını sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta, zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar...”

Şimdi bizim ailelerde de durum aynı:
 
Anneler, babalar, nineler, dedeler aile dışında, kalan ömürlerini yalnız yaşamaya mahkûm… Bu da iki yönlü dram yaşanmasına sebep oluyor:
 
 Bir taraftan genç evliler ufak-tefek sorunlarını çözecek tecrübeden mahrum kalırken, diğer taraftan yaşlılar yalnızlığa itiliyor. Eskiden çocuklara birlikte göz-kulak olurlardı.
Çocuklar anne babalarından yeni dünyayı, nine ve dedelerinden yeni dünyanın tarihsel köklerini öğrenirlerdi. Tabii “kökü mazide olan âti” türünden insanlar yetişirdi. Tartışmalar ise çatışmaya dönüşmeden çözülürdü.
Ne yapmamız gerektiğini Avusturya Başbakanı Prens Metternih söylemişti, (1840’lı yıllar), ama sözünü Tanzimat yöneticilerine dinletememişti. Bence aynı temelde ailemizi yeniden yapılandırabiliriz…

Prens Metternih şöyle diyor: “Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza âdet ve maişet tarzınıza uymayan kanunları almayınız. Zira Batı’nın kanunları, hükûmetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usul ve kaidelere (İslâm) asla benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur. Garp medeniyetine esas olan şey, Hıristiyan kanunlarıdır... Siz İslâmiyet’e yapışınız...” Umarım hem bu tavsiyeleri, hem de Sayın Bakan’ın “Geniş aile” vurgusunu tekrar değerlendiririz. Zira ailelerimizi bugün sağlamlaştıramazsak, yarın yeni teröristlerle tekrar burun buruna geliriz!
Yavuz Bahadıroğlu

Tuhafıma Gidiyor  

Posted by Tespih Taneleri... in



19 yaşında bir genç kız vardı karşımda. Başından geçen bir olayı ağlayarak anlatıyordu: “Hocam, ölmek istiyorum! Yaşamaktan bıktım artık!”

-Ne oldu? Nedir problem?

Genç kız gözyaşlarını silerek anlatmaya başladı: “Dün, sınıfın içinde bir arkadaş parasını kaybetti. Arkadaş bütün sınıfa hitaben ‘Param masanın üzerinde, cüzdanın içinde duruyordu. Kim çaldı ise hakkımı helal etmiyorum.’ diyerek gözlerimin içine baktı. Kalbim duracak gibi atmaya başladı… O sırada yer yarılsa da yerin dibine girseydim daha iyiydi. Ağzım kurudu. Ellerim ter içinde kaldı birden.”

-Kalbin neden duracak gibi oldu ki? Sen mi çaldın parayı?

-Hayır hocam, Allah korusun o nasıl söz öyle!

-E, sana ne oluyor ki çalmadığın paranın suçlusu gibi davranıyorsun?

Genç kız biraz durdu. Sakinleşmek için bir nefes aldı. Anlaşılan anlatacak çok şeyi vardı: “Ben, çocukluğumdan beri kimin neyi kaybolsa, hemen içim daralır, yüzüm kızarır. Ellerim terler. Sanki beni suçlu bulacaklar diye korkarım. Bir keresinde misafirliğine gittiğimiz ev sahibi taşlı yüzüğünü kaybetti. Kendimi öyle kötü hissettim ki stresten ağladım orada.”

-Peki, küçükken hatırladığın benzer bir olay var mı?

Elini yüzüne kapattı ve ağlamaya başladı. Bekledi… Sonra anlatmaya başladı: “Küçüktüm. Okula henüz başlamamıştım bile. Karşı komşumuzun kızının bir bebeği vardı, çok güzeldi. Bazen onlara gidiyordum oyun için ama o bebekle oynamama hiç izin vermiyordu. Bir gün onların evinde oyun oynadık, tam eve gelirken bebeği koltuğun üzerinde gördüm, kimse yoktu yanımda, gizlice yanıma aldım. Kapıyı çaldım, annem açtı.


Odama geçtim, bebekle gizli gizli oynamaya başladım. Biraz sonra komşu kadın kapıyı çaldı, annem açtı. Kapı ağzında anneme ‘Yanlış anlama ama bizim kızın bebeğini evde bulamıyoruz, sizin kız yanlışlıkla almış olmasın?’ dediğini duydum. Birden içime bir korku düştü. Çocuk aklımla hemen bebeği dolabın içine sakladım. Komşu kadın gitti, annem yanıma geldi, sert bir sesle ‘Buraya gel!’ dedi. Korkarak yanına gittim.

Elinde demir bir sopa vardı. Önce ‘Sen mi aldın?’ dedi. Benim ağzım kurumuştu, konuşamadım. Ben almadım demek için başımı sağa sola çevirdim. Annem ‘Ben yalan söyleyenin gözlerinden anlarım, gözlerime bak!’ dedi. Gözlerimi açarak annemin gözlerine baktım. Bir ara annemi sanki bir ‘canavar’ gibi hissettim. Annem gözlerimden yalan söylediğimi anlayacak diye korktum. ‘Anne ben aldım. Anne ben aldım. N’olur dövme!’ diye ağlamaya başladım. Annem saçımdan tuttu, yukarı kaldırdı. ‘Nerede oyuncak, çabuk çıkar!’ dedi.

Dolabın içindeki bebeği çıkardım. Annem bebeği görünce yüzüme hızlı hızlı vurmaya başladı. Hırsını alamadı, kulağımı, burnumu, ağızımı yolmaya çalışıyordu. Deli gibi olmuştu sinirden. Sonra nefes nefese durdu, ‘Bu bebeği alacaksın, komşuya götüreceksin. Onlardan özür dileyeceksin!’ dedi ve beni karşı komşuya göndermek için kapının yanına getirdi. Ben utanarak gittim, kapıyı çaldım. Komşu kadın açtı, arkadaşım da oradaydı. Ben hiçbir şey söylemeden bebeği uzattım. Annem ‘Bizimki almış, kusura bakmayın.’ dedi.”

Genç kız çocukluğunun bu hikâyesini anlatırken, karşımdaki koltukta ezilmiş kalmıştı. Anlatacakları bitmemiş olacak ki devam etti: “Şimdi o kızla aynı üniversitedeyiz. Haftanın her günü karşılaşıyoruz. O bana çok iyi davransa da ben onun yanında kendimi hep ‘aşağılık’ görüyorum.”

Yetişkinlik yıllarındaki iç ‘kene’ duygudan biridir ‘suçluluk’ duygusu, çocukluk yıllarında insana yapıştı mı söküp atmak neredeyse imkânsızdır…

Ülkemizdeki çocukların ‘terbiye’ adına kendi anne babası tarafından böylesi zarara uğratıldığının şahidi oldukça tuhafıma gidiyor. Ayıpların örtülmesi tavsiye edilen bir kültürel bilgiye sahip olan anne babalar nasıl oluyor da çocuklarının ayıplarını yüzlerine vuruyor, onları konu komşu önünde teşhir ediyor gerçekten garibime gidiyor.

Önceki gün ilkokul birinci sınıfta kızı olan bir anne aradı. Kızının okula gitmek istemediğini söyledi, yardım istedi.

-Neden gitmek istemiyor ki kızınız okula?

-Öğretmen, kızım ödevini yapmadığı için tahtaya çıkarmış, tek ayak üstünde ders sonuna kadar bekletmiş.

Çok üzüldüm... “Gidin öğretmenle konuşun, çocuğunuzu böyle suçlu ilan eder gibi tahtaya çıkarıp küçük düşürmesin.” dedim.  “Gittik, konuştuk.” dedi.

-Ne dedi?”

-Bunu kızımın iyiliği için yapıyormuş, öyle söyledi.

Ne denir bilemiyorum ki. Öğretmenlik zarar vericilik, aşağılayıcılık, küçük düşürücülük değil ki. Eğitim için, terbiye için çocuklar yok ediliyor. Tuhafıma gidiyor...


Adem Güneş

Müslüman Ne Yapar?  

Posted by Tespih Taneleri... in





MÜSLÜMANA “Allahtan korkuyor musun?” sorusu yöneltilince ne yapar? Korkuyorum dese yalan söylemiş olacak… Çünkü Allahtan hakkıyla, gerektiği gibi korkmak ancak çok büyüklerin işidir.

Korkmuyorum dese kafir olacak… Sesini çıkartmaz, başını öne eğer ve ağlar. Müslümana sen gururlusun, kibirlisin denilince o ne yapar?Kendisini azarlayan kimseye “Doğru söylüyorsun, maalesef bende gurur ve kibir var…” diyerek kusurunu kabul ve itiraf eder ağlar.

Çünkü gurur ve kibirden kurtulmak, ancak ölmeden önce ölmek makamına erişmiş kamillere mahsustur.
Olgun bir Müslüman, kendisine kötüleyenlere ne cevap verir:?.. Büyüklerden Süleyman Daranî hazretleri gibi “Bütün dünya halkı beni kötülemekte birleşseler bile, benim kendimi kötülediğim kadar kötüleyemezler…” der.

Müslüman nasıl hayır hasenat yapar, sadaka verir?.. Zekatı açıktan verebilir ama nafile sadakaları, hayırları, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizli verir.

Müslüman nasıl nafile oruç tutar?.. Tuttuğunu kimseye söylemez. Ev halkı, birkaç yakını bilir, ötekiler bilmez. Bugün oruçluyum demektense orucunu bozar. Sonra kaza eder.


Müslüman nasıl nafile namaz kılar, teheccüde kalkar?.. Kimseye duyurmaz… Gece namaza kalkınca ışık yakmadan önce perdeleri sıkıca kapatır. Müslüman ben ihlaslıyım der mi?.. Demez… Çünkü o, kudsî hadiste Allahu Tealanın “İhlas Benim sırlarımdan biridir, onu sevdiğim kulumun kalbine koyarım…” buyurmuş olduğunu bilir ve ben ihlaslıyım demekten hayâ eder. Müslüman riyasete=başkanlığa, makam ve mevkie, vazifeye talip olur mu?... Olmaz… Vazife istenmez, teklif edilirse ehliyeti olduğu takdirde kabul eder.

Olgun Müslüman doyduktan sonra yer mi?... Yemez… Çünkü doyduktan sonra yemek israftır, israf ise haramdır. Müslüman hep ben ben ben der mi?.. İnce, kibar, nazik, görgülü Müslüman ben kelimesini (zaruret olmadıkça) kullanmaz, bendeniz, bu fakir der.


Müslüman cep telefonuyla gevezelik ve zevzeklik eder mi?.. Etmez. İslamda esas olan sükuttur=susmaktır. İyi bir Müslüman ben iyiyim der mi?.. Demez… Ben iyiyim diyen bir Müslüman iyi olmak sıfatını yitirir. İyi Müslüman kendini övmez. İyi Müslüman açıkta, sokakta, çarşıda pazarda, kaldırıma kurulmuş masada yemek yer mi? Yemez, çünkü herkesin arasında yemek içmek mürüvvete aykırıdır.

Müslüman lüks otomobiliyle öğünür mü?.. İyi, akıllı, olgun, görgülü Müslüman lüks ve israflı otomobil almaz ki, bununla öğünsün. İhtiyacı olmadığı halde gösteriş için lüks otomobil alan ve bununla öğünen beyinsizdir. Terbiyeli, hanımefendi, görgülü bir Müslüman hanım sokakta yürürken dondurma yer mi?..


Kesinlikle böyle bir kabalık ve görmemişlik yapmaz. Atalarının, devletinin, halkının bin yıldan fazla kullanmış olduğu yazı ile anadilini okuyamayan bir Müslüman nasıl bir Müslümandır?..

Cahil, okuma yazma bilmez bir Müslümandır. Olgun bir Müslüman hüsn-i hâtime konusunda ne yapar?.. O bu konuda çok korkar, Allaha “Ya Rabii canımı mü’min olarak al” diye dua eder.

Hüsn-i hâtimeye vesile olan iyi amelleri yapar, kötülüklerden kaçınır. İyi Müslüman ve biat itaat… O zamanın İmamına (gıyaben de olsa) biat ve itaat eder… Ayrıca icazetli, muhlis, râsih ulema ve fukahaya… Bir kâmil mürşide…

Müslüman futbol kulübü tutar gibi hizip, fırka, cemaat, grup, sekt, parça tutar mı?.. Kesinlikle tutmaz. Hiç olgun ve gerçek bir Müslüman holiganlık, militanlık, fanatizm sergiler mi? Müslüman tarikatını söyler mi, tarikat reklamı yapar mı, tarikatına davet eder mi?..


İyi ve olgun Müslüman tarikatı olabilir ama o kesinlikle tarikatçılık yapmaz. Olgun Müslüman hangi tarikattan olduğunu söylemez. Davet etme makamındaysa İmana, İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriata davet eder… Tarikat bir nasip meselesidir, tarikata genel davet yapılmaz. Olgun bir Müslüman, kendisine kötülük yapan din kardeşine ne yapar?.. Kur’anın tavsiyesine uyarak ona iyilik yapar.

Mehmet Şevket Eygi

Muslumanlar...  

Posted by Tespih Taneleri... in



 
Bu memleketteki bütün kötülüklerden öncelikle siz sorumlusunuz? Dinsizlerden, münafıklardan, kötülerden şikayet edip durmayınız.
Siz bu memlekette yekûn olarak çoğunluktasınız ama ağırlığınız yok. Çünkü düşmanlarınızın istediği ve planladığı şekilde birbirinden kopuk bin parçaya kendi iradenizle ayrılmışsınız.
 
Bir kafirin, bir münafığın kuyuya attığı bir taşı bin Müslüman çıkartamıyor. Efendim bu memleketi bu hale dinsizler, kafirler, İslam düşmanları getirmişmiş…
Yok canım!..
On milyonlarca Sünnî Müslüman var ama tek bir Ümmet teşkilatı yok. Müslümanların başında, kendisine biat ve itaat edilen bir İmam veya Emîr yok…
Bu on milyonlarca Müslüman o kadar aciz ki, başörtülü kızlarının ve kadınlarının en temel haklarını bile koruyamıyor. Bendeniz çok iyi biliyor ve hatırlıyorum: 1960’larda, 70’lerde bozuk düzen ve sisteme verip veriştiren birtakım radikal İslamcılar, sahte mücahidler, daha sonra ellerine fırsat geçince o kötü düzenin haram rantlarına aç köpekler gibi saldırdılar.

Sünnî Müslümanların büyük kısmı birleşmemekte ittihad etmişlerdir. Kafirler ve münafıklar Müslümanlar için kaç kuyu kazmışlarsa, Müslümanlar o kuyulara düşmüşlerdir.
Müslüman bir delikten çıkan zararlı mahluk tarafından iki kere sokulmazmış. Bizimkiler bin kere sokuluyor, bin birinci sokulmaya hazır bekliyor. Elde fırsat varken bu Müslümanlar oğullarının ehliyetli, liyakatli, istidatlı bir kısmını subay yetiştirmemek suretiyle zaten intihar etmişlerdi.
Soruyorum: Hangi Sünnî zengin, akıllı çocuğunu cami imamı olarak yetiştirmiştir? Hiç ciğerinin köşesini imam yapar mı? Doktorlukta ve mühendislikte çok para var, imamlıkta yok. Hazret-i Ömer ne demiş? Mü’minlerin emîri (devlet başkanı) olmasaydım, müezzinlik yapardım… Bizim çok bilmiş Müslüman seçkinler ve zenginler tabakası, en akıllı, en ahlaklı, en kabiliyetli, hizmete en müsait çocuklarını hiç hademe-i hayrat (din görevlisi) yapar mı?

Sonra yalanın bini bir paraya: Efendim bizi dinsizler bu hale getirmiş, zillet ve esaret kuyularına atmış… Yalan yalan yalan!.. Bizi, biz bu hale getirdik. Hâlâ hıyanet içindeyiz. Sabah namazlarında İstanbul camilerine gidiniz, birkaç cami dışında hepsi boştur. Nerede o mangalda kül bırakmayan İslamcılar? Nerede o dindar liseli ve üniversiteli gençler? Şu hal-i perişanımıza bakınız…
Bize, bizden büyük düşman olur mu? Şu hizip ve grup holiganlarına, fanatiklerine, militanlarına bakınız… Şu bozuk ve fâsık düzenin meddahlarına bakınız… Şu haram, kara, kirli, nârî rantlarla şişenlere bakınız…

Şu harbî kafir ve münafıkları dost ve velî edinenlere bakınız… Şer’î tesettürün cılkını çıkartan bezirgânlara bakınız. Allahı bir Roma putuna benzeten zındığın peşine düşenlere bakınız…
Bizi dinsizler mahv etmişmiş… Yok canım!.. Bizi dindar görünen birtakım gafiller bu hale getirmiştir.
 
Kur’an “Onlar namazı terk ettiler, şehvetlerine uydular” buyuruyor. Bu uğursuz topluluk kimlerdir acaba? Riba/faiz darülislamda da, darülharbte de, Müslümanlar arasında haramdır. Kur’an ribacılar için onlar Allaha ve Resulüne savaş ilan etmişlerdir buyurmaktadır. Bu memlekette ribaya bulaşmayan kaç Müslüman kalmıştır? Türkiyenin Müslüman çoğunluğunun bugünkü esaretinden, zilletinden, zebunluğundan, parçalanmışlığından Müslümanlar sorumludur. Ucuz bahaneleri, mesnetsiz şikayetleri bırakalım da aynalara bakalım. Aynalara tükürelim.

İslam Nizamı Vasıflı  Müslümanlarla Kurulur

İslam dini ve nizamı hayata, realiteye kaliteli=vasıflı, güçlü ve üstün Müslümanlarla geçirilebilir.
Vasıfsız Müslümanlarla geçirilemez. Vasıflı Müslüman zaferi kazanmadan, amaca varmadan ganimet toplamaz.
Vasıflı Müslüman kendi ülkesinde, kendi halkından, Müslümanlardan ganimet toplamaz.
Vasıflı Müslüman, dün kötü dediği bir nizamın haram rantlarını devşirmez. Vasıflı Müslüman gulül yapmaz.
Vasıflı Müslüman faydalı ilimlerle âlimdir.
Vasıflı Müslüman gerçek, halis muhlis âbiddir. Vasıflı Müslüman yüksek ahlak ve karaktere sahiptir.
Vasıflı Müslüman haramları işlemez, şüphelilerden kaçınır. İki vasıflı Müslüman beraber oldukları zaman farz namazları birlikte cemaatle kılar. Vasıflı Müslüman riyasete ve hizmete talib olmaz. Matlub olursa, ehliyeti olduğunu sanıyorsa kabul eder. Ehliyetli olduğunu sanmıyorsa kabul etmez.

Vasıflı Müslüman, Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) kopuksuz ve sahih bir silsile ile bağlı ve icazetli bir bir mürşid-i kamile biatli ve irtibatlı olur, öğüt dinler, o öğütleri hayata geçirir.
 
Vasıflı Müslüman hizip grup parça holiganlığı yapmaz.
Vasıflı Müslüman ruhbanları erbab haline getirmez, gizli şirke düşmez. Vasıflı Müslümanın nazarında altının gümüşün, euronun doların, malın mülkün kıymeti yoktur.
Vasıflı Müslümanda Peygamberimizin, Selef-i Sâlihînin, Ömer ibn Abdülazizlerin, Selahaddinlerin, Şeyh Şâmillerin ahlakı ve karakteri vardır.
Hâlikın=Yaratanın rızası için yaptığı hizmetlerin ücretini mahlukattan=yaratıklardan isteyen kimse vasıflı Müslüman değildir.
 Vasıflı Müslüman dinini satmaz, din sömürüsü yapmaz.
Vasıflı Müslüman ihlaslıdır, mürüvvetlidir, muhsindir. Vasıflı Müslüman hasbelbeşeriye günah işlese, hatâ etse bile asla açıkta, küstahça, meydan okurcasına işlemez, o fasık-i mütecahir değildir.
Vasıflı Müslüman israf yapmaz, geliri olsa da tevazudan, kanaatten ayrılmaz.
Vasıflı Müslümanın faziletlerini düşmanları bile kabul ve teslim eder.

Kendisi hakkında “Aaa bu ne biçim Müslüman!.. Çift hörgüçlü deveyi hamuduyla birlikte yutuyor…” denilen kişi vasıflı Müslüman değildir.
 Vasıflı Müslüman şu veya bu cemaatin veya hizbin üyesi olmaktan önce Ümmet-i Muhammed’in bir ferdidir. Nefs-i emmare derekesinde olan bir kimse dıştan alim, hizmetkar gibi görünse bile vasıflı Müslüman değildir.
 
 Edille-i erbaayı (Kur’an, Sünnet, İcmâ, Kıyas) kabul etmeyen kimse vasıflı Müslüman olamaz.
Efendimizin Sünnetini hafife alan Müslüman vasıflı değil, vasıfsızdır. Vasıflı Müslüman Hâliq’a mâsiyette mahluka itaat etmez.
 
Vasıflı Müslüman, Şeriata aykırı şekilde yemin etmez. Vasıflı Müslümanın Müslümanlığı kal ile değil hal ile anlaşılır. Vasıflı Müslümanın başına belalar ve sıkıntılar gelebilir, o bunlara sabr eder.

Bir vasıflı Müslüman bin kafire bedeldir. Bin vasıfsız Müslüman bir vasıflı Müslümana denk olamaz. Vasfın kaynakları nelerdir?..
 
Tahkikî iman, sahih itikaddır… Faydalı ilimdir… Geniş ve derin kültürdür… Hükmettir=bilgeliktir… Ahlak ve fazilettir… Şecaattir… İhlastır… Hasbîliktir… Mürüvvettir… Garazsız ivazsız hizmettir… Sabır ve namazdır… Sebat ve azimdir… Büyük ve küçük cihaddır… Emr-i mâruf ve nehy-i münkerdir… İstikamettir (doğruluk dürüstlük)…

Mehmet Şevket Eygi

EN SAGLAM DIRENIS...  

Posted by Tespih Taneleri... in ,


 
Nefsi ile dâhi başa çıkamayan,
Ona direnemeyen insan direnişten bahseder..
 En sağlam direniş: kalbi temiz tutmaktır, âzizim..

*ibn-i âkbar

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz