Bir tuhaflık hissediyordum. Ev işleriyle uğraşırken dalıp dalıp gidiyordum âdeta. Hasta değildim! Pekiyi sebebini anlayamadığım bu ağırlık da neyin nesiydi?
Birkaç gün öncesinden, bugün için; arkadaşlarla sözleşmiştik, mahallemize taşınan yeni gelinin evine hoşgeldine gidecektik. Dip komşum, "Haydi, gelmiyor musun?" diye kapıyı çaldığında, neredeyse ona: "Hayır gelemeyeceğim, kusura bakmayın." demek geldi içimden. Ama verilen söz tutulmalıydı. Yeni komşumuzun evinde de ara ara dalıp gitmekteydim... Neyse ki kısa sürdü ziyaretimiz.
İşte yeniden evdeydim. Koltuğa kendimi bırakırken, duvardaki dedemin fotoğrafı ilişti gözüme. Siyah-beyaz, yer yer bazı yerleri çatlamış bir fotoğraf. Ne heybetli adamdı dedem! Şimdi bile, fotoğraf karesinden çıkıverecekmiş gibi geliyor insana.
Söylendiğine göre, Yunanlılar, Anadolu'ya girip, önlerine gelen her köy ve kasabayı işgal ettiği yıllarda dedem, Akhisar'da Milli Mücadele'nin başını çekenlerden olmuş. Bir keresinde Halitpaşa Çiftliği'nde, sekiz arkadaşı ile toplantı yaptıkları sırada düşman askerlerinin baskınına uğramışlar. Halit Paşa ve yanındakiler toplandıkları yerden hemen ahıra yönelip atlarıyla uzaklaşmak istemişler.
Savaş yıllarını düşününce bana anlatılan bu hâdiseler içinde daha da gerilere gittim. Büyük dayımı hatırlayıverdim birden. Onu hiç görmemiş, ama yufka yürekliliğini, yardım severliğini ve vatan sevgisini hep duyagelmiştim.
Ardından Şevket dedem ve Rüştü amcam da birer birer terketmişlerdi bu âlemi. O tayfadan şu an hayatta birtek Şevket dedemin kızkardeşi Kadriye halam kalmış. 90 yaşının üzerinde bu mübarek kadın. İki büklüm haliyle elinden Kur'an-ı Kerim'i düşürmez, her fırsatta bizlere dünyanın geçiciliğini anlatır, asıl gidilmesi gereken yere hazırlık yapmamızı öğütler.
...
Düşünceler, düşünceleri; hatıralar, hatıraları kovalarken dalıp gitmişim. Etrafıma baktığımda kendi evimde olmadığımı anladım. Sonra birden tanıyıverdim burasını. Dedemin eski evi burası. Çocukluk yıllarım burada geçti. Kayısı ağacı yine avlunun ortasında salınıyordu.
Odanın ortasına mükellef bir yer sofrası kurulmuştu. Sofra üzerinde kapakları kapalı bakır sahanlar dizilmişti. Sahanların yanında siyah ve iri zeytinlerle dolu bir de tas vardı. Sofranın etrafına insanlar oturmuştu.
Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde telefonun acı acı çalmasıyla yataklarımızdan sıçradık. Telefonu açtığımda karşımda Akhisar'dan arayan annem vardı. 'Kızım!' diyordu, 'Kadriye halanın başı bekleniyor'.
Yüce Peygamberimiz'in: "İnsanlar uyumaktadır, ölünce uyanırlar." demesi gibi, Kadriye halam da, bizlere her zaman öğütlediği üzere bu geçici hayattan asıl mekâna, sevdiklerinin yanına gitmişti. İnşaallah kendisini bekleyenleri fazlaca bekletmeden, yemekler soğumadan yetişebilmiştir sofraya.
Acaba, yarın bizler de buradan ayrılırken oralarda, bizim de bekleyenlerimiz olacak mı, şehitlerin hizmet ettiği kutlu sofraların etrafında?
Not: Yukarıda anlatılan olayların hepsi yaşanan hâdiselerdir. Rüyayı müşahade eden ise; annem Fatma Uğurluel hanımdır.
Talha UĞURLUEL
Istanbul gezmekle bitmeyecek bir sehir...
Fakat esleriyle birlikte gelmek isteyenlere ayrica turlarimiz duzenlenecektir... Istek dahilinde baylara ozel turlarda duzenlenebilir.
iletisim
Eskiden çocuklar anlayamadıklarını anne babalarına, dedelerine, dayılarına-amcalarına, ablalarına-abilerine sorarlardı… Nesiller arasında, soru ve cevaplardan sıcacık köprüler kurulur, sohbet muhabbete dönüşür, sağlam iletişimin temelleri atılırdı…
Yalnız bir sorun var: Bizim yerimize Google yaşamaz hayatı; çocuklarımızı da televizyon ve internet yetiştirmez.
Silkinmemiz ve “doğru insan” yetiştirmek için adımlar atmamız lâzım.
Eskilerimiz “doğru insanın dört şeyi açık olacak” derlerdi:
1- Yüreği açık olacak (sevebilsin diye);
2. Eli açık olacak (verebilsin diye);
3- Sofrası açık olacak (yedirip içirebilsin diye);
4- Kapısı açık olacak (misafir rahatça gelebilsin diye).
Yüreğimiz kilitli, elimiz yumruk durumunda… Zaten sofra bile kurmuyor, fesfutlarda tıkınıyoruz… Komşuluk ne mümkün! Oturduğumuz “Site”lerin çevresi Bizans surları gibi surlarla çevrili, kapılarımız ise şifreli… Yeni bir hamle belki bu engelleri yıkabilir.
Eskilerimiz “doğru insan dört şeye sahip çıkacak” derlerdi…
Ve eskilerimiz “doğru insan”ın temel vasıflarını şöyle özetlerlerdi: Dost ve arkadaşlara karşı tatlı sözlü, samimi, güler yüzlü ve güvenilirdir…
Yavuz Bahadıroğlu
Bugün insanlarımız, geçici mutluluklar peşinde koşuyor ve bütün hayallerini bunun üzerine bina ediyorlar. Huzur ise hakikatten beslendiğinden, pek az kimsenin peşinde koştuğu ve elde edebileceği bir şeydir. Çünkü “huzur”un bir yüzü inanç, ibadet, teslimiyet, tevekkül, iyilik ve erdemlere bakar.
Ben de nacizane ne zamandir gereksiz fakat olmasi gereken mutluluklara Eyvallah deyip huzurun pesinde sessiz bir arayis icindeyim... Huzur olmadi mi mutlulugun bir kanadi eksik gibi. Insani icten ice yiyip bitiren, susturamadigimiz derinlerden gelen bir ses bir nefes gibi. Allah (cc) cumlemize huzurlu bir hayat nasip etsin. Hayirli Cuma'lar...
Ancak İslam ile birlikte kadın, kocasının malı ve toplumun metaı olmadığını aksine yalnız Allah’a (c.c) kul olduğunun bilincine varmış ve haklarına sahip çıkmıştır.
Bir çocuğun bakımı ve eğitimi toplumsal bir sorumluluktur. Kadının bu sorumluluğu, onun sosyal kültürel siyasal ve iktisadi alandaki özgürlüğünü kısıtlayan bir faktör değil aksine yüce bir hizmettir.
– Çocuğuna bakmakla sorumlu değilsin,
– İstediğin gibi, İçinden ne geliyorsa, nasıl yaşamak istiyorsan öyle yaşamalısın,
– İçgüdülerin ve şehvetin peşinde, geceyi gündüze katıp gezip tozmandan ve eğlencenden vazgeçmemeli ve arzuladığın gibi yaşamalısın.
– Bir daha mı geleceksin sanki dünyaya…!
Birçok genç ve yetişkin kadın artık geri dönülmez bir şekilde ailesinden ve sorumluluklarından uzaklaştırılmaya ve yuvadan koparılmaya çalışılıyor. Bu tabloyu zihnimde canlandırdığımda, bir “Hayvan Çiftliği”ni görür gibi oluyorum. Burada bu hayatın hengâmesi içinde insanların yerini bazen hayvanlar alır. Gün boyu aslında başkaları için koşturur, her şeyi uluorta yaşar, hiçbir kural kaide tanımadan yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar.
İşte bunun gibi insanlar da dünya ile sınırlı her türlü istek ve arzuları için “Kendinden” ve öz benliğini oluşturan bütün erdem ve faziletlerden yoksunlaşarak vahşi bir rekabet ve tüketim çılgınlığı içine giriyorlar. Ne yazık ki, yakılıp yıkılan anarşi ortamlarında kendilerine bir pay kapmaya çalışırken “ İnsanlık “elden gitmeye başlamıştır.
“Kim Allah’a güzel bir borç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfatı da vardır” (Hadid 11) ayeti indiğinde sahabeden Ebuddehdah, Hz. Peygambere döner ve “Allah hiçbir şeye muhtaç değilken bizden borç mu istiyor?” der.
Hz. Peygamber, “Allah bununla sizi Cennet’e koymak istiyor” buyurur. Ebuddehdah, “Ya Resulûllah şimdi ben Rabbime borç verirsem bunun için beni ve çocuklarımı Cennet’e koyacağını taahhüt mü ediyor?” diye sorar.
Efendimiz, “Evet” deyince, “Öyleyse elini bana uzat ey Allah’ın Resulü, benim iki bahçem var biri yukarıda diğeri aşağıda. Vallahi bunlardan başka da hiçbir şeyim yok, ikisini de Allah’a borç vermek istiyorum” der.
Efendimiz ise, “Onlardan birini Allah için bağışla diğerini kendin ve ailenin geçimi için bırak” buyurur. Bunun üzerine kararını verir ve “Çok sevdiğim 600 ağaçlık hurma bahçemi Rabbime borç veriyorum” der.
Hazreti Peygamber Ebuddehdah’a döner ve “Buna karşılık sana Cennet verilecektir” buyurur.
Hz. Peygamberle sahabesi arasında geçen bu olayı okuduğumda, servetlerine servet katma yarışı içinde olan bu günün Müslümanlarını düşündüm ve sordum:
Acaba kaç kişi malını hiç düşünmeden, gelecek kaygısı yaşamadan Allah için bağışlayabilir? Kaç kişi israfa varan harcamalarından kısıp yoksulu gözetebilir? Kaç kişi, servetinden Allah için bağışlayabilir? Bütün bu soruların bizi götürdüğü yeri görebilmek için “ne kadar samimi olduğumuza” bakmalıyız.
Kuşkusuz Efendimizin en yakınında yer alan sahabe, Allah’ı görür gibi inanıyordu. O yüzden onlara vermek de katlanmak da zor gelmezdi. Oysa bu gün bizler, böyle bir samimiyetten uzak bir hayat yaşamaktayız.
Elbette Allah’a ve Resulü’ne bağlılığını yaşantısı ile ifade eden, malını, canını, mülkünü, vaktini ve emeğini bu yolda sarf eden samimi Müslümanlar tarihin her safhasında olmuştur ve onların ihlâs ve samimiyetleri ile yeryüzüne rahmet yağmaktadır. Ancak bu kimseler karanlığın içinde parlayan yıldızlar kadar azdır…
Hele hele günümüzde malından vermek insanlara canlardan vermekten daha zor gelir. Çünkü kapitalist zihniyetin içinde yer alan ya da kıyısından geçen kimseler servetlerini sahipleniyor, “Her şey benim, her şeye sahip olmalıyım” anlayışı ile yaşıyorlar. Oysa dünya, bir Müslüman için, ahiret yurduna ait birikim elde etmenin dışında bir anlam ifade etmez…
Fatma Tuncer
Ve zaman şerh düşmüş ayrılığa …
Bir ayrılık ki hüznü düşer gölgeye minarelerin
Bir ayrılık ki neşvu nema bulmaz iklimler
Ayrılık ki alınyazısı aşkın...
İftirak, çığlıklardan arta kalan susuşların adı
Fi zamanlardan kalma soylu sancılar yumağı
İpek mendillerde unutulmuş kurumuş gül dalı …
Bilmem bu kaçıncı gidiş faslıdır
Dönüşü olmayan yollarda atılan kaçıncı adım, kaçıncı soluklanış
Vakit gitmeleri vuruyorsa, bırak bu sevdada eksik kalsın fasl-ı veda
Bir kertik çizik olsun ardında kalan
Boynu bükük gelincikler kana boyasın ellerimi
Ve tarihler düşsün taşlara
Ne de olsa en çok siyah yakışır beyaza..
Karanlığa bir şebnem busesi düşmüş
Seher kuşlarım vurulmuş hiç yere...
Aydınlık dokumuş nakışını zamana
Lâhuti bir sessizlik...
Ve ezanlar düşer payıma saba makamı…
Aynur Yavuz
HAKKIMDA
- Tespih Taneleri...
- O'nun (CC) adı ile dokunmalı Kelam'a, kaleme. Bunun için 'Bismillah' diye başlarız söze. Rahman'dan hepimize, Rahim'den yalnız bize gelenle yazarız. O'nun lütfu keremiyle, yalnız O'nu razı etmek üzere yazarız. Ruhumuz ve bedenimizle çeker Besmele'yi, dalarız özlere...
İLETİŞİM ADRESİ
Sevgili Dostlarim
Son Yorumlar
Facebook Grubum
Kategorilerim
- Hayatin icinden...
- Hikmet Damlalari
- Hazine-i ilim
- Icimden Geldigi Gibi...
- Siirler
- yasanmis hatiralar
- Ruha dokunanlar
- Tane Tane Istanbul
- Pasta ve Börek Tariflerim
- Duyurular
- Yemek Tariflerim
- Kitap Tavsiyeleri
- Allah dostlari
- Tebessum Ettirenler
- Ezgi ve İlahiler
- Mimlerim ve Ödüllerim
- Hayatın içinden
- Hayatın içinden...
- Tane tane İstanbul