Bir Hafızın Namazı... (Harika mutlaka okuyun)  

Posted by Tespih Taneleri... in





Tenhâ bir köşe bulup namaza durdu. O, zaten “hep musallî olanlardan”dı. Ellerini kaldırdı ve dünyayı bütün ağırlığına rağmen arkaya atıverdi. Tekbir aldı.

“Allâhu Ekber” dedi.

Allâh’ın büyüklüğü karşısında nahif olan bedeni, daldaki yaprak gibi titriyordu. Fâtiha’nın âyetleri, bir bir sıralandı gönül semâsında.

“Elhamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn” derken bütün zerrelerinin eridiğini hissetti. Yok oldu sanki… Damla deryaya gark oldu. Ve yoklukta asıl varlığı buldu.

“Rahman ve Rahîm olan”ın merhamet ummânına dalmışken bir anda silkiniverdi. Şimdi “din gününün sahibi”nin huzurunda, hesap için mahşere çıkmış gibi kıyamda idi.

Her bir kul, bizzat Rabbi tarafından hesaba çekilecekti. Kulluğun mahcûbiyetinin yanında Rabbi’nin kelâmına muhatab olmanın yakıcı sıcaklığını hissetti kalbinde…

İhsan duygusu ile namaz kılmak ne güzel!

“Cibrîl hadîsi”nde olduğu gibi… “İhsan nedir?” diye sorunca Rûhu’l-Emîn, “Allah Teâlâ’yı görür gibi ibadet etmen!” diye buyurmuştu Âlemlerin Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-… “Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O, seni hep görüyor.” diye de tamamlamıştı mübârek kelâmını…

Şimdi ise duâ makamında…

“İyyâke na’budu ve iyyâke neste’în.”

“Ancak Sana kulluk eder ve yine ancak Sen’den yardım dileriz.” diyerek Rabbi’ne niyaz ediyor.

“Bizi dosdoğru yoluna ilet, nîmet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanlarınkine değil!..”

Âdeta vücudundaki bütün uzuvlar dile gelmiş, hep birlikte koro hâlinde duâya “Âmîn” diyorlardı.

Ardından uzunca bir sûre okudu. Kıyamda durmaya doyamıyordu. Allâh’ın huzurunda bir “Elif” gibi dimdik duruyordu. Eğildi, “dâl” oldu. Boyun eğdi, nefsine teslimiyeti sevdirdi.
Allâh’ım, bu ne güzel bir kul! Ne güzel bir namaz! Yine doğruldu, “Elif” oldu. Secdede tam bir “hâ-mîm” oldu. Kıyamıyla rükûsuyla, secdesiyle şimdi tam bir Kur’ân âyetiydi. O, zaten hâfızlığını tamamladığı andan beri “yürüyen Kur’ân”dı. Onun gibi namaz kılan az idi.

Hâfız, sanki ete kemiğe bürünüp, Yûnus diye görünenlerdendi. Yûnus gibi hakikat ilminin peşinde idi. Bunu anlamak için onu tanımak, onu tanımak için de Kur’ân’ı biraz olsun anlamak gerekli…

Hâfızın nefsi, namaz süzgecinde ezildikçe ezildi, kalbine boyun eğdi. İnsan denen muammâ çözülüverdi, gönül aynasında belirdi. Bir büyük Hak dostunun söylediği gibi, “Hayat, beşik ile tabut arasında dar bir koridor”…

İşte şimdi, o dar koridorun başından sonu görünüyordu. Hâfız, namaz kılıyordu. Âdeta yer-gök bir olmuş, zaman-mekan kaybolmuştu. Secdede ne kadar kaldı, kaç kere “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” dedi, bilemiyordu.

Belki de marifet basamaklarını tırmanıyordu. Namazı, büyük bir sır ve hikmet kapısı görenler için pek çok kapı aralanır elbet gönül âleminde…
 Ve pek çok sır, namazın içinde çözülüp, Hak ile âyân olur.


Eşiğinde durdum yâ Rab!.. Nefsim, kalbim ve bütün varlığım Sen’in ellerinde. Sen şekil ver kalbime… Sûretimi de, sîretimi de Sana döndür. Kendi boyanla boya. Kalbime tecellî et cemâlinle… Aman, celâlinle değil!..

“İşte size vaad edilen cennet! Ki o, Allâh’a yönelen, emirlerine riâyet eden, göremediği hâlde Rahmân’dan korkan ve «kalb-i münîb» (Allâh’a yönelmiş bir kalp) ile gelen kimselere mahsustur.” (Kâf, 32-33)

Bir günde en az beş kere mîrâca çıkmak ne müthiş şey!

Allâh’ım, huşûlu namazı sevdir ve o huşûya erdir bizi!.. Namazda mîraçtan hediyeler doğsun kalplerimize!..

Hâfızın namazı gibi.

Hâfız, namazını bitirmeye kıyamıyordu.

“Kullukta zirve namaz, namazda zirve secde”… O, şu anda zirvedeydi. Zirveden âlemleri seyrediyordu. Rahmânî kokular duydu. Melekler, hayran hayran ona bakıyorlardı.

O bir kuldu! Omuzlarındaki ağır yükün farkındaydı. Ve namaz kılıyordu.
Allâh’ın Rasûlü, son nefesini verirken:


“-Namaz, namaz!..” diye buyurmuştu.

Namaz kılmayanlar, gözünün önüne geldi. Merhameti coştu.
 Namaz kılmamanın cezasını yüreğinde duydu.

“-Hak!” diye feryâd etti.

“-Eyvah, Ümmet-i Muhammed!..” diye ağladı, ağladı!

O’nun hürmetine kim bilir kimler affediliyordu. O secdedeyken başına kulluk tâcı taktılar. Bir de kalbine, gönlüne baktılar. Ne gördüler dersiniz? Mâsivâ adına, dünya nâmına hiçbir şey kalmamış. Tek ve yegâne olan varlık, sadece ve sadece Allah!..

Hatice Sena


Allah'im sana tum benligimle yalvariyorum boyle bir namaz suuru, bizlere, cocuklarimiza ve bizden gelecek nesillere nasip et. amin


Siz Bu Yazıyı Okurken...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Hiç merak ettiniz mi acaba, geçen yıl kaç aile yıkıldı? Ben merak ettim ve baktım…

Geçen yıl ocaklarında yemek pişen 118 bin aile şu an ortalıklarda yok… Ayrıldılar…

 Beceremediler evliliği…



“Ayrılanların çoğu acaba hangi yaştaki kişiler?” diye bir kez daha baktım istatistiklere,
içim sızladı…



Ayrılanların çoğunu gençler oluşturuyor…



Yaşları 20 ile 24 arasında değişen genç kadınların 25 bini, geçen yıl eşleri ile karşılaştıkları sorunları çözememiş ve baba evine geri dönmüşler…



Sonra merak ettim ve “Ayrılıklar evliliklerin en çok hangi yıllarına denk geliyor?” diye bir kez daha baktım, tablo gerçekten içler acısı…



Yıkılan evliliklerin 23 bini henüz bir-iki yıllık…



Mesleğim icabı problemli ailelerle çok sık karşılaşıyorum… Ve bu rakamların ne demek olduğunu çok iyi biliyorum…



Evliliğin daha ilk yıllarında ayrılan gençlerin çok olması, kendilerine rehberlik edecek birilerinin bulunmamasından kaynaklanıyor… Bunun o kadar çok şahidiyim ki sizler de perdenin arkasına baksanız şaşıp kalırsınız…



Mesela, doğalgaz faturası fazla geldiği için eşinden şüphelenip “Sen gündüzleri de banyo yapıyorsun!” diye karısını döven kocaların ayrılık sürecini acı acı takip ettim bu ülkede…



Ya da düğün günü takılan takıları gelinin ve damadın annesi birlikte saymamış diye, takılan takıların bir kısmının kendilerinden saklandığını öne sürüp “Bu aile bize yaramaz oğlum!” diyerek çocuğunun yuvasını yıkmayı becerebilen, kendi kibri yüzünden çocuğunun aşına zehir katan kayınvalideler gördüm perdelerin arkasında…



Akrebin kıskacındaki gelinler…



Şiddet ve rehbersizlik kurbanı yüz binlerce gencecik çocuk…



Aslında bir-iki yol göstermeyle aile içindeki problemleri çözülebilecekken bir aptalca kısırdöngüye girmiş problemler yaşanıyor toplumun genetik yapısında…



Bu rakamları incelerken aklıma kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Fatma Şahin geldi. Çok acıdım kendisine. Yerinde olmak istemezdim…



Böylesi bir bakanlığın sorumluluğu kendisine verilen kişi acaba gece nasıl rahat uyuyabilir, bir düğünde, dernekte nasıl oynayabilir, bir davette, kokteylde nasıl saatlerini geçirir, diye çok merak ettim… Günde yaklaşık 323 ailenin yıkıldığı bir ülkede aileden sorumlu olmak insanın gecelerini kâbusa çevirmeye yetmez mi?



Fatma Şahin, başarılı bir bakan ve bir anne duyarlılığı ile hareket ediyor; ama koca devlet bürokrasisi içinde sesi çıkmıyor…



Hani öyle çok da babayiğitçe projelere gerek yok belki; ama en azından küçük çaplı projeler bile bu deprem sallantısını önlemede işe yarar…



Mesela, “aile hakemliği” müessesesi acilen hayata geçirilmeli ülkemizde…



Eşlerin, evlilikleri ile ilgili bir sorun yaşadıklarında “tarafsız” bir hakeme müracaat etme hakları olmalı ve bu imkânı devlet “ücretsiz olarak” sunmalı…



“Aile danışmanlığı”ndan bahsetmiyorum, bin yıllarca bu Anadolu topraklarında sessizce var olan “aile hakemliği”nden bahsediyorum…



Aile danışmanlığı şu an için çok işe yarıyor, evet haklısınız; ama hem yeterli değil hem de aile hakemliği başka bir şey…



Neden başka bir şey?

Çünkü bu hizmetin ücret karşılığında olmaması gerekir… Mesela, falanca ilçenin filanca köyündeki bir kişi ailesi ile maddi problemler yüzünden sorun yaşıyorsa, rica ederim, akıl işi mi bir de aile danışmanına götürüp para vermek?



Hadi verdiler diyelim… Danışmanın karşısında bir saat oturan aile dertlerini daha tam anlatamadan seans bitince ne olacak? Çoğu kez açılmaması gereken yaralar da açıldığı için danışmanlık alan aile için yeni tartışma konuları oluşacak



Aile danışmanlığı niye yeterli değil?



Çünkü aile hakeminin belli bir yaşı, olgunluk derecesi ve kendi tecrübesi de olması gerekiyor… Hâlbuki aile danışmanında böyle bir şart yok.



Mesela, danışmanlığa gelen kişinin yaşı 30, danışmanın yaşı 25… Bir de laf arasında sorsanız “Siz kaç yıllık evlisiniz?” diye, aldığınız cevap sizi bitiriveriyor: “Ben henüz evlenmedim; ama çok iyi eğitim aldım, falanca üniversiteyi birincilikle bitirdim, filanca üniversitede master, doktora yaptım.”



İşte bu yüzden, yaşı belli olgunlukta, içinde yaşadığı toplumun kültürel değerlerini iyi bilen, çevresi tarafından itibarı olan kişileri bakanlık tespit etmeli ve onlara belli bir oranda gönüllülük ücreti de ödeyerek aile hakemliği kurumunu bir an önce kurmalı…



Fatma Şahin’in işi zor, kabul ediyorum; ama ülkemiz için her saatin bir anlamı var. Zira siz bu satırları okuyup bitirdiğiniz şu anda, ihtiyacı olduğu hakemi bulamamış olan 3 ailenin boşanma kararı verildi bile...




Pedagog Adem Güneş


Bu yaziyi sizinle paylasmak istedim cunku; acilen tedbir alinmasi gereken cok hassas bir konuya deginmis Adem Gunes. Allah razi olsun cokta guzel degerlendirmis bence giris gelisme ve sonuc... Gayet acik ve net...
Insallah bir an avvel bir seyler yapilir da, artik cocuklar anne babalarinin kaprislerinin bedelini odemek zorunda kalmazlar... Rabb'im selamete cikarsin herkesi hayirla...amin

Yaram-azdı !  

Posted by Tespih Taneleri... in





“Küçükken nasıldı?” diye sordular anneme...

"Yaramazdı!" dedi annem.

Anneme baktım ve “Haklısın!” dedim,

Küçükken "Yaram-azdı!"






Kiminleydin?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Bir vâiz, kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı.

Vâiz efendi, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suallerden bahisle:

“–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak!

Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak!

İbadetlerin ne durumda, sorulacak! Harâma, helâle dikkat ettin mi, sorulacak!...

Bunların ardından, şunlar şunlar da sorulacak!” diye uzun uzadıya birçok husus saydı.

Vâizi dinleyen Şiblî Hazretleri, yumuşak bir ifâdeyle şöyle seslendi:

“–Ey vâiz efendi! Suâllerin en mühimlerinden birini unuttun!

Allah Teâlâ kısaca şunu soracak:

“Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?”


















Yeter ki Duandan Vazgeçme!  

Posted by Tespih Taneleri... in



Sen duâ edersin ama kabul olmuyor sanırsın...

Ekmek almak için fırına gidersin. Beklerken fırıncı ile sohbet başlar.

Ve fırıncının hoşuna gidersin, hoşsohbetsin ya!

Fırıncı başkalarına istediklerini verip aceleyle gönderir.

Bu arada sen istediğini alamadığın için sıkılmaya başlarsın.

Ama bilmezsin ki;

fırıncı yeni pişmiş en güzel ekmeği sana verecek ...



Hz Mevlana

















Hic Bir Sey NAMAZ Kilmaya Engel Degil !  

Posted by Tespih Taneleri... in




Namaz kılanların sık sık karşılaştığı bazı durumlar vardır ki; bu, kişi ile namaz arasına girer. Namaza karşı duyulan iştiyaksızlık, namazda rekâtları karıştırmak, hep aynı sûreleri okumak, namazı geciktirmek, sabah namazına kalkamamak sık başımıza gelebilir. Prof. Dr. Saffet Köse, karşılaşılan bu durumlarda ne yapılması gerektiğini anlattı.


Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saffet Köse, namazla ilgili merak edilen ve akıllara takılan sorulara cevap verdi. Namazda farklı sûreler okumak ya da iş yoğunluğu ve günlerin kısa olması sebebiyle namazı son ana bırakmamak için izlenecek yolları gösterdi.



30 yaşındayım, 15 yaşından beri namaz kılıyorum ancak namaza karşı bir iştiyaksızlığım oluşmaya başladı. Namazlarımı aksatıyorum, bazen de hiç kılmıyorum. Ne yapabilirim?


Bu problem namaz bilincindeki eksiklikle ilgili gibi gözüküyor. Namaz içindeki her bir eylemin çok derinlikli anlamları vardır. Bunları keşfedip düşünerek, farkında olarak, anlayarak kılmak, namaz bilinci kazandıran, varsa onu artıran bir özelliğe sahiptir.

Mesela hadislerde anlatıldığına göre namaz, Allâh'ın huzurunda duruş, namaz kılanın Fatihâ Sûresi'yle Allâh ile konuşması, tahiyatta (et-Tahiyyâtü duasını okurken) Rasûlullah ile selamlaşması, Rabbenâ duasıyla kendisine, anne-babasına ve bütün insanlığa dua ettiği bir atmosferdir.

Bir insan için bundan daha değerli, mutluluk veren ne olabilir ki! (Yani bencede :)) Böyle bir kişiye namazda okuduğu sûre ve diğer duaların anlamlarını ve tefsirini bu konuda yazılmış kitapçıklardan ya da bir tefsirden ya da mealden öğrenmesini, eylemlerinin ne manaya geldiğini anlamak için de İmam Gazâlî'nin İhyâu Ulûmi'd-Dîn adlı eserindeki namaz bahsini okumasını, bundan sonra da mümkün olduğu ölçüde namaza başladığında dünyayı unutmasını, geride bırakmasını, Allâh'ın huzurunda olduğunun farkında bulunmasını tavsiye ederiz. (Kesinlikle okumalisiniz, kafaniza takilan bir cok problemin kendiliginden cozuldugunu goreceksiniz.)

Namaz kılarken çoğu zaman rekâtları karıştırıyorum. Bazen de hangi sûreyi okuduğumu unutabiliyorum ve namaz esnasında duraksıyorum, düşünmeye başlıyorum. Duraksamam ve düşünmem namazımda bir bozulmaya sebep olur mu?

Namazı dikkatli bir şekilde kılmak, imkânlar ölçüsünde dünyalık işleri bir kenara bırakmak esastır. Bununla birlikte namazda zihni meşgul eden bazı olaylar ortaya çıkmış olabilir. Bunlara dalmak unutma, duraksama, hatırlayamama gibi sonuçlar doğurabilir.

Namazda unutma, yanılma, dalgınlıkta bulunma, duraksama gibi sebeplerle farz olan bir eylemin geciktirilmesi ya da bir vacibin terk edilmesi ya da geciktirilmesi halinde bu durumları telafi edici ve düzeltici olarak namazın sonunda selamdan sonra sehiv secdesi meşru kılınmıştır.
Namazda kıldığı rekâtı hatırlayamayan kişi, kalbi hangisine kanaat getirmişse ona uyar ve sehiv secdesi yapar.


Namazda hep aynı sûreleri okuyorum. Farklı sûreler de okumak istiyorum ama nasıl bir yol çizeceğimi bilmiyorum?


Namazda farklı sûre ve ayetlerin okunması dikkati artıran, namazı alışkanlık icabı yapılan bir ibadet olmaktan çıkaran, namaz bilincini yükselten hususlardan birisidir.

Bunun için kararlı davranmak yeterli. Kur'ân okumasını bilen ya da ezberleri olan birisinden yardım alarak eksiklikleri tamamlamak mümkün. Bu konuda elektronik cihazlardan yardım almak, iyi okuyuculardan dinlemek mümkün. Peşinden, okuyuşunu bu konuda bilgili birisine dinletir.


İş yoğunluğum, ayrıca günlerin kısa olması sebebiyle namaz kılmayı unutabiliyorum ya da son ana sıkıştırıyorum. Ne yapabilirim?


Kişi namazını işine göre ayarlamak yerine işini namazına göre programlamalıdır, işi yerine namazını öncelemelidir. Bu hususta şu ayeti hatırlatmak maksada kâfidir diye düşünüyorum:

 "Onlar öyle adamlardır ki ne ticaretleri ne de alım-satımları Allâh'ı anmaktan, namazı hakkıyla kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyamaz."
Bu konumda bulunanlar özellikle işin yoğun olduğu öğle-ikindi-akşam namazlarını camide cemaatle kılarlarsa büyük bir huzur ve mutluluk duyacak ve sorunu çözeceklerdir.
Bunun mümkün olmadığı sıkışık zamanlarda ise ezanı beklemek ve okunur okunmaz da namazı kılmak, bunu da ilke edinmek böyle bir sıkıntıdan kurtaracaktır.

Sabah namazına uyanamıyor, saat 8-9 gibi namaz kılıyorum. Bu davranış uygun mu?


Uykuyu bölüp kalkabilmek, kulluk şuurunun bir göstergesi, nefsi ve şeytanı yenmenin bir işaretidir. Seher vaktinin eşsiz bereketinden yararlanmaktır.
Sabah namazının vakti fecr-i sâdıkla başlar güneş doğunca sona erer. Güneş doğduğu anda namazın vakti çıkmış olur.
Buna göre sabah namaza kalkmaya niyetlenerek, saat kurmak gibi gerekli tedbirleri alarak yatmak gerekir. Bunlar yapılmamışsa kişi namaza kalkamadığında günahkâr olur ve tövbe gerekir. Gerekli niyet ve tedbirlerden sonra uyanamazsa Hz. Peygamber'in bu durumda günah bulunmayacağını bildiren hadisi vardır.




Zeynep Kaçmaz

Bil ki !  

Posted by Tespih Taneleri... in







Bil ki, tevbe, şartlarına uygun yapılırsa kabul edilir.

Tevbe ettiğin zaman, kabul edilip edilmeyeceğinden şüphe etme.

Tevbenin şartlarına uygun olup olmadığından şüphe eyle..

İmam Gazâlî






Ezil ki can olasın, can veresin...  

Posted by Tespih Taneleri... in

Buğday Tarlası



Başına gelen eziyetler artıyor değil mi?..

Buğdayı başak olsun diye toprağa attılar,

Değirmende un olsun diye ezdiler,

Ekmek oldu, dişleri ile ezdiler;

Ezil ki can olasın, can veresin...


Hz. Mevlana











Bişr-i Hâfî Hazretleri'den Bir Hikmet Damlasi !  

Posted by Tespih Taneleri... in





Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur.

Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak,

Eğer şer görürse onu örtmektir.

Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır.

Ellerin şükrü, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır.

Mîdenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak;

ayakların şükrü de, iyilikten başkasına gitmemektir.

Kim böyle yaparsa hakîkaten şükredenlerden olur.”

Bişr-i Hâfî Hazretleri













Sen ilkin bir haya öğren !  

Posted by Tespih Taneleri... in





Beraber ağlamazsın, sonra, kör dersin, sağır dersin.

Bu hissizlikten insanlık hem iğrensin, hem ürpersin!

Ne ibret, yok mu, bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren?

Bırak tahsili evladım, sen ilkin bir haya öğren!

MEHMET AKİF ERSOY








Yaşamak Yorulmaktır  

Posted by Tespih Taneleri... in





İnsan bu dünyada var olduğu sürece, etrafında bir güvenlik çemberi olsun, asude bir bahçe içinde,belalardan uzak yaşasın ister. Oysa bu bahçe, dünyanın Moğollarının talanına uğrar çoğu kez. Kendimiz için çizdiğimiz güvenlik sınırları alt üst edilir. (s.15)
Dünya karşısında çaresiz ve güçsüz kalma ihtimali her zaman mevcuttur. (s.20)

Dil, aramızı bulur ya da bizi birbirimize düşman kılar. (s.24)

Hasılı, insan olmak karşıdakini duymaktır, kalbin dost karşısında infilak ve inkılaba hazır olması halidir. (s.26)

Yaşamak yorulmaktır. (s.27)

Olmak, cesaret ister. İçimizdeki boşluktan aşağıya bakabilme cesareti. Muhakkak ki başımız dönecektir. Sendelersek uçurumdan aşağı gideceğiz. Ama bakmazsak hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz orada ne olduğunu; bizi biz yapan şeyi. (s.28)

Dünyada bir evim olmadı, Allahım yedi bahçeli cennetinde bir köşk isterim. (s.33)

Bir toplumun vitrini, onun zayıf ve farklı insanlarıdır. Bir toplumun ne olduğunu bu insanlarla başa çıkma biçimine bakarak anlayabilirsiniz. (s.35)

Eğer kendimizi yok etmeyi durdurabilirsek, başkalarını da yok etmeyi durdurabiliriz. Kendimizi körlemesine onunla yok etmektense, şiddetimizi itiraf ve hatta kabul ederek başlamalıyız. Bununla farkına varmalıyız ki, yaşamaktan ve sevmekten, ölmekten korktuğumuz gibi derin bir korkuyla korkuyoruz. (s.38)

İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar. (s.43)

Nereye saklansak beyhude. Hangi kovuğa,hangi servet, hangi makama gizlensek boş:

“sonunda o kaçıp durduğunuz ölüm gelip sizi bulacaktır.” (s.44)

Herkes aşksızlıktan ağır ağır ölüyor. (s.52)

Sana ‘Vae victis!’ diye bağıracaklar. Oysa, aşkın olduğu yerde, ‘yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.’ (s.53)

Bu memleketi ben mi kurtaracağım? demekle her şeyin bir sebep-sonuç ilişkisi içinde zaten akıp gideceğini söylemiş oluruz. Oysa memleket, kendi nefislerini değil de onu kurtarmaya sevdalı birkaç iyi adamın yüzü suyu hürmetine ayaktadır zaten. . (s.55)

Kimileyin merak ediyorum: yazmayan, bestelemeyen,resmetmeyen insanlar nasıl oluyor da insanlık durumuna mündemiç olan bu melankoliden, delilik ve panik duygusundan uzak durabiliyor?. (s.70)

Modern şehir patojendir. Tımarhanede kaç kişi olduklarını soran bir yabancıya tımarhane sakininin verdiği cevap ne kadar da anlamlı gözüküyor:

“Bizi boşver. Asıl siz dışarıda kaç kişisiniz?” (s.85)

Öyle ya, kızı intihar etmiş olan baba, evladının cesedi soğumadan tv’ye demeç verebiliyorsa, bu olsa olsa bir oyundur ve hayat aslında o kadar da kötü değildir. (s.95)

İnsanlar neden televizyon seyrediyorlar?

Kararan, yoksullaşan hayatlarına bir nebze renk katmak için. Eve geldiklerinde edecek bir çift söz bulamadıkları için. Kendi yoksunluklarını ekrandan taşan mavi ışıkla iyileştirmek istedikleri için (s.98)

Ekranlarımızı zamanında karartmayı bilmeliyiz; ruhlarımız kararmadan önce, televizyonun simülasyon dünyası bizi de bir kurban-kahraman kılmadan önce. Ekranın kararması,ruhların kararmasından iyidir. (s.98)

Dünya genetik kusurlardan değil, ahlaki ve manevi kusurlardan muzdariptir. (s.125)


Prof. Dr. Kemal Sayar

Olmak Cesareti

 







































Ben silmem kimseyi...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Mürekkebine göre barındırırım insanları.

Herkes kendi yazısını kendi yazar hayatıma.

Gülüşler geçer üzerinden yazıların, sahtelikler yıpratır...

Ucuzsa mürekkebi; yazan siler kendini,

Herkes kendi yazısını yıpratır aslında...

Ben silmem kimseyi.

içten yazılmamış her yazı zamanla uçup gider...













Ümidimi Affına Merdiven Yaptım !  

Posted by Tespih Taneleri... in

Merdiven Resimleri Üzerinde desenler var


Kalbim kasvet bağlayıp yollar da sarpa sarınca,

Ümidimi affına merdiven yaptım.

Günahım gözümde büyüdükçe büyüdü;

 ama

Onu alıp affının yanına koyunca,

Affını tasavvurlar üstü büyük buldum.”


İmam-ı Şafii Hazretleri











Bugünün insanı...  

Posted by Tespih Taneleri... in




Kelime cömerdi, duygu cimrisi bugünün insanı.

Konuşmaya gelince açıyor ağzını, duygulanmaya gelince tutuyor kendini.

Zaman yok ya, hep bir telaş halindeyiz ya,

Bunca koşuşturma arasında kimsenin durup da

duygulanmaya vakti yok.


Elif Şafak







Hepsi geçer !  

Posted by Tespih Taneleri... in




Kesme nevanı,

İçine salsalar da keder..

Kırılsa gönül medd ü cezr ile,

Hepsi geçer,

Hepsi geçer…

Sadi Şirazi ne guzel soylemis mubarek. Hayatta gecmeyn ne var ki? En sevdiklerini kaybediyorsun, kahroluyorsun ama bir zaman sonra sadece ara sira hatirladikca soyle bir icin sizliyor ve hatta daha sonra, o da kalmiyor malesef.
Zaman ne tuhaf seydir her seyi ne de guzel unutturuyor hayret ediyorum dusundukce.
Urperiyorum...
Simdi en ufak bir sey de her hangi bir zorlukla karsilasinca soyledigim tek sey;

BU DA GECER arkadas!

Hepsi nasil gectiyse BU DA GECER!

Dünyâ bana büyük, dünyâ bana yük…  

Posted by Tespih Taneleri... in




Dünyâ bana büyük, dünyâ bana yük…

Koca âlemi omuzlarıma, gönül âyinemi avuçlarıma koyuyor; ah yine de ağır basan ve cam kırıklarıyla parçalanan ellerimi kurtaramıyorum.

Yaralarımı kendim saramıyorum.

Soramıyorum sana ey her şeyimi, her zerremi bilen Rabbim…!

Ancak yine de bir cevap buluyorum kelâmında:

“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”

 “Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”

“Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.”

İyilik Yapmak Yetmez, İyi Olmak Gerekir !  

Posted by Tespih Taneleri... in


Baki, İstanbul zarafetiyle sesleniyor:

"İnsan-ı kâmil olmağa sa'y eyle âdem ol (Olgun insan olmaya çalış, ta ki sana adam desinler)!"

Çağdaşı ve medreseden sınıf arkadaşı Nev'i ise:

"Nev'iyâ lazım değil olmak fülan ibn-i fülan / Marifet kesb eyle ta bir âdem ol âdem gibi (Ey Nev'î! Sana "Falancanın oğlu filanca" denilmesine itibar etme. Öyle bir bilgelik ile yaşa ki adam gibi adam ol)!" buyurur.

Eskilerin bu "adam" tanımının içine hiç şüphesiz pek çok haslet sığdırabiliriz. Mürüvvet, mertlik, doğruluk, çalışkanlık, yardımseverlik vs. Bütün bu erdemlerin temelinde yatan kişilik özelliği ise "iyi"liktir. Kişide mürüvvet hissini de, mertlik duygusunu da, dürüstlük yahut çalışkanlık huyunu da harekete geçiren şey kişiliğinde yer edinmiş olan "iyi"lik cevheridir.
 Bu cevher, akıldan sonra insana verilmiş en değerli hazinedir. Kıymeti bilinsin diye herkesin içine konulmuştur. Lakin kimisi bu cevher ile kendini parlatır, kimisi onu görmediği için kararır.

İyi olmaktan kasıt, iyilik yapmak değildir. Çünkü kişi iyilik yaparken bile iyi olmayabilir. Nefislerin devreye girdiği ve etrafa "bakın ben ne kadar iyiyim" sinyalleri gönderen iyilikler yalnızca bir kibir ve gösterişten ibaret tavırlardır; kişiyi iyi yapmaz.

Bu yüzden iyilik yapmakla iyi olmak aynı şeyler değildir. Belki ahlaklı olmakla dindar olmak kadar birbirlerine benzeyebilirler ama aynı şey olamazlar. Nasıl dindar olmanın içinde ahlaklı olmak kendiliğinden var ise iyi olmanın içinde de iyilik yapmak kendiliğinden mevcuttur. Bu yüzden iyilik yapmak yetmez, iyi olmak gerekir.

İyilik yapmak, dışa dönük, kişiden başkalarına yansıyan bir haldir. İyi olmak ise içe dönüktür ve başkalarından kişiye yansıyan hallerin sonucunda olgunlaşır.
Fuzuli üstadımızın, "Rakîb kılsa cefâ, ben vefâ, veli şâdem / (Rakip cefalar etse, buna karşı ben yine sevgiliye vefa göstersem, bundan şad olurum" deyişi tam bir "iyi"lik halidir.

Nitekim beytin diğer dizesinde "İyi iyiyle, kötü kötüyle" darbımeselini hatırlatarak "Ki yahşi yahşiye uğrar, yaman yamana yeter" der ve aşk işinde cefaya sabredip vefa gösterdiği için kendisini sevgiliye rakipten daha fazla yakın hisseder.

Sevgili ki "iyi"dir, elbette âşıkını da "iyi"lerden isteyecektir. Tıpkı bunun gibi Mutlak Sevgili ile kulları (âşıkları) arasında da aynı "iyi"lik kuralı geçerlidir. Arada sırada iyilik yaparak iyi âşıklar/kullar arasına katılmak imkânsızdır. Ancak özünde iyi olan bir kulun veya âşıkın iyilik yapmasıdır ki riyadan uzak, hasbî ve kıymetdardır.

 "Bugün dünden daha çok iyilik yaptım" demek yetmez, "Bugün (âşıklıkta/kullukta) dünden daha iyiyim!" diyebilmek gerekir. İnsan, her gün, özündeki "iyi"lik cevherini harekete geçirmeyen sayısız iyilik yapsa, hayır işlerinde herkesin önüne geçse, hatta parmakla gösterilse, özünde iyi olmadıktan sonra, yazık ki boşa emek çekmektedir.

İyi bir insanın istemeyerek yaptığı bir kötülük ile iyi olmayan bir insanın isteyerek yaptığı iyilik tartılsa acaba hangisi ağır basar? Özünde iyilik olan kişinin başkasına zarar vermesi elbette iradî olamaz ama kötülüklerini başkalarına iyilik yaparak kapatmaya kalkışmak rüşvetçi bir sahtekarlık değil midir?

İnsan özünde iyi olursa onun dış dünyaya yansıması iyilikler ortaya çıkarır. İşinde, aşında, davranışında, düşüncesinde hep iyilik olur. Unutulmasın ki medeniyet, iyi insanların ortaya koydukları yaşam biçimidir (tarz-ı hayat). Ve insanlığın modern sancıları ancak yeni bir medeniyet sayesinde reçetelendirilebilecektir. Bu noktada herkesin kendisine sorması gerekir:

Ben o iyi insanlardan mıyım? Ve hiç unutulmasın ki iyi insanı ortaya çıkaran yegane şey ölümdür. Hani insanlıktan, insaniyetimizden, adam oluşumuzdan, adem oluşumuzdan geriye kalan tek soru var ya!?.. Hani kurtuluş için musalla taşındaki şu tek soru!.. İşte o sorunun cevabı yalnızca şu iki kelimeyle bir kurtuluş olur:

"-İyi bilirdik!.."

Bursalı Beliğ, "Âlem el üzre gezdirir anı nigîn-veş / Her kim ki iyilik ile cihanda çıkarsa ad" demiş. Aşağı yukarı şöyle demeye gelir: "Her kim adını cihanda "iyi"ye çıkarmış ise insanlar onu yüzük kaşı gibi el üstünde gezdirirler (Hayattayken el üstünde tutarlar veya ölünce onu elleri üzerinde taşıyıp mezara koyarlar.)"

Allah herkesi el üstünde tutulan iyilerden eylesin!.. "


Prof. Dr. İskender Pala

















Mümkün mü bu?  

Posted by Tespih Taneleri... in





Mümkün mü bu? Olsun ruhumuz ilgisiz?



Sen bende ben sende gizleniriz.



Sen-ben deyişim anlatabilmek için,



Aramızda sen-ben yok ki gerçekte biriz!





Hz.Mevlâna





Hey Siz !..  

Posted by Tespih Taneleri... in






Eğer siz, eğer ebedî hakikatlere gönül vermiş, kimsenin küsüp darılmasına bakmadan ebediyete yürüyorsanız, dünyevi parıltıların arkasında menfaat kovalayan insanlara aldırmayacaksınız!..



Siz “Hakk’ın hatırı âlidir, başka hatırlara bakılmaz” diyor, parti farkı gözetmeksizin siyasî yanlışları, grup farkı gözetmeksizin sosyal hataları nazara veriyorsanız, “İsabet buyurdunuz efendim” denmesine ve her şartta sadece kendi hatırlarının sayılmasına alışmış “toplum mühendisleri”ne aldırmayacaksınız!..



Siz her doğruyu söyleme hakkına sahip olmadığınızın şuur ölçüsünde “doğruya doğru, eğriye eğri” diyor, her sözü, her hareketi mihenge (kalb ve beynin, duygu ile mantığın örtüşme noktası) vuruyorsanız, eğrilerini doğru gibi göstermek isteyenlere boş vereceksiniz!..



Sizin hakaret yerine tespit, dedikodu yerine teşhis, teşhir yerine teşrih (ameliyat) yapıyor, olaylara her türlü spekülâtif amacın dışında yaklaşıyor, çalışıyor, çırpınıyor, koşturuyorsanız; ortaya hizmet koyuyor, hesap soruyorsanız, kendi çevrenize bile aldırmayacaksınız!..



Aldırmayın gitsin!



Şartlar ne olursa olsun inandığınız yolda, inanç ve düşüncelerinizi yaşaya yaşaya yürüyün!



Zaman zaman dost bildikleriniz kesse de yolunuzu, zemin mayın tarlasına dönse de, inse de sırtınıza binlerce hançer, “Sen de mi Brütüs!” diye sormak için bile vakit harcamayın; yolunuza devam edin! Bilin ki, Brütüsler her yerde vardır, ama siz öldüğünüz yerde dirilmeyi öğrenirseniz, hiçbir şey yapamayacaklardır.



Gözyaşlarınız şerha şerha aksa da yüreğinize, ceddiniz gibi “ya sabır” çekip “bu da geçer ya hu” diyerek tırmanmayı sürdüreceksiniz! Yeri ve zamanı geldiğinde, Barla’daki ulu çınarın tepesinden haykırır gibi haykıracaksınız: “Yaşasın sıdk, ölsün yeis!.. Zalimler için yaşasın Cehennem!”



Unutmayın ki, bu yola nam için, şan için, unvan için çıkılmaz, sadece Allah’ın rızasını tahsil için çıkılır. Maksat insanlara kendini alkışlatmak değil, Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Bu durumda bütün beşeriyet aleyhinize dönse, ne gam! Attığınız her adım kutsî, aldığınız her nefes mübarek, girdiğiniz her mücadele gâzâ ve her yara gazilik rütbesidir...



Varsın anlamasın aklı başkasının cebinde gezenler, anlamasınlar saman alevlerini güneş zannedenler, anlamasınlar intikam sevdalıları, anlamasınlar her geçici parıltıyı ebediyetin ışığı sanıp hakikate sırt çeviren pervaneler; anlamayan anlamasın, fark etmeyen etmesin! Nasılsa Allah, gizli-açık bütün sırları ve niyetleri biliyor. Önemli olan O’nun bilmesidir.



Düşünün ki, hiç ümmeti olmayan peygamberler gelip geçmiş dünyadan; ama peygamberlik şerefinden ve sevabından bir şey kaybetmemişler. Demek ki, hizmette önemli olan sonuç almak değil, sadece elden geleni yapmaktır: Elinizden geleni yapmışsanız yerinmeyin, anlaşılmadığınız için de fazla üzülmeyin...



İnsanlar kendileri gibi düşünmenizi, kendileri gibi yazmanızı, sadece hoşlarına gidecek, nefislerini okşayacak şeyler yapmanızı bekliyorlar. Allah’ın emri başka, insanların beklentisi başka. Zaman zaman ikisinin arasında kalır insan: Böyle durumlarda eğer Allah’ın emrine uymayı seçiyorsanız, korkacak hiçbir şey yok demektir. Âkif gibi haykırabilirsiniz artık:



“Cehennem olsa gelen bağrımızda söndürürüz,



“Bu yol ki, Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!”



Haylidir, Allah’ın rızasını esas alıp yürüyen ebedî âbidelerden mahrumuz. Kapitalizm, faşizm, sosyalizm derken, yerli yabancı “izm”lerin açmazlarında emellerimiz boğuluyor.



Öyle dar ufuklara tıkandık ki, bazen soluk alamıyoruz. Yine de Allah’ın Kudret ve hikmetinden yeni ufuklar arıyoruz. Elimizden geleni de yapıyorsak, artık ne gam!



“Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” der, verilen hayatı en güzel şekliyle yaşamaya çalışırız.



Dikenlerden korkup gülü aramaktan vazgeçmeyen bahar yüreklilerle, karanlığa sövmek yerine bir mum yakmayı yeğleyen aydınlık ruhlara selam olsun!




Yavuz Bahadıroğlu

Her Anne Bir Bahçıvan Gibidir  

Posted by Tespih Taneleri... in




Bazı anneler çocukları arasında mukayese yaparak, "büyük kızım çok konuşkan, kendini ifade edebiliyor ama küçüğüm sakin, konuşmayı sevmiyor" diye yakınıyor ve bunu bir sorun olarak görüyor.

Şunu unutmayın ki, her çocuk kendine özgüdür, her birinin diğerinden farklı özellikleri vardır. Ayşe Ayşe'dir, Fatma Fatma'dır. Eğer siz Ayşe'yi Fatma yapmaya kalkarsanız, Ayşe direnecek ve çeşitli sorunlar yaşayacaksınız.

Her anne bir bahçıvan gibidir. Bahçıvan bahçesinde ne varsa hepsinin özelliklerini bilir ve bakımını buna göre yapar. Mesela bir bitki güneşi sever, diğeri serin gölgeyi biri akar su kıyısını, diğeri çorak toprağı sever.

Hepsinin kendine has özelliği ve sevdiği ortam vardır. Bahçıvan bunların dilini bilir ve her birine ihtiyacı olan şeyi verir ve bahçeden bol ürün elde eder.


Anne babalar da çocuklarını tanımalı, onların ihtiyaçlarını belirlemeli ve çocuklarına faydalı olmalıdırlar. Aksi takdirde bazı sorunlar ortaya çıkabilir :

Sürekli kardeşiyle kıyaslanan çocuk kendine ona inancını kaybederÇocuk ebeveyninin kapasitesinin üstünde bir beklenti içinde olduğunu bilir ve baskı hisseder.
Sürekli başkası olmaya zorlandığından hiçbir zaman kendisi olamaz.
Aile çocuğu tanımaya çalışmadığından yetenekleri gelişemez.
Çocuk kıyaslandığı kardeşine karşı haset besler.Velhasıl kelam burada hem anne baba hem de çocuk zarara uğrar....


Fatma TUNCER

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz