Utansın!  

Posted by Tespih Taneleri... in




Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,

Geride ne varsa bırak utansın!

Ey binbir tanede solmayan tek renk;

Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!


Necip Fazıl


Muslumanim deyipte, Kur'an'dan haberi olmayan utansin!

Sehadet getiripte, daha anlamini bilmeyen utansin!

Peygamberimi cok seviyorum deyipte, O'nun hakkinda hic bir sey bilmeyen utansin!

Ben en cok Allah'tan korkarim deyipte, daha ayetle hadisi birbirinden ayiramayan utansin!

Evet dinimiz ISLAM deyipte, hic muslumanlik belirtisi olmayan utansin!


İlahî Aşk!  

Posted by Tespih Taneleri... in



"Eğer âşığın sevgisinde,

sevgilisinden başkasını düşünmeye

fırsat verebilen

bir akıl varsa,

o sevgi saf ve gerçek değildir.

O ancak, insanda geçici bir durumdur.

Kimileri, bu tür bir sevgi hakkında şöyle demiştir:

“Akıl ile idare edilen sevgide hayır yoktur!"

(İlahî Aşk/İbn Arabî)


Ask iste ! 
Herkesin bir tanimi vardir ask adina!
Ama bence ask tanimsizdir !
Ask tanimlanamaz !
Ancak yasanirsa anlasilir !
O da herkese nasip olmaz !


 

Duâlarınızın Kabûl Olmasını İster misiniz?  

Posted by Tespih Taneleri... in





Kim istemez dularinin kabul olmasini degil mi? Lakin dualarin da bir kabul saati vardir. Mevla hangi duamizi ne zaman kabul eder yine O(cc) bilir. ''isteyin, vereyim.'' diyor bazen istemekten bile aciziz. Bir insana gelecek en buyuk bela icinden dua etme isteginin alinmasiymis. Tabi maneviyatta bu boyle... Allah'im muhafaza etsin, ellerimiz hep duaya, gonullerimizde hep Mevla'ya kitli olsun.
Dua beni her zaman cok rahatlatmistir, sevdiklerime, benden ozellikle dua isteyenlere dua etmek her zaman bana onlar icin cok buyuk bir sey yapiyormusum hissini verir, cunku mu'minin mu'mine duasi Allah'in izni ile kesinlikle makbuldur. Bende kimseden bir sey istemeyi sevmem ama buyuk bir yuzsuzlukle her gordugumden dua isterim... Benim dualarim butun ummet icin insallah sizlerde beni dualariniza ortak ederseniz cok mutlu olurum... Ahiret icin baska dayanagimiz mi var Allah askina ! Tum varligimizla, tum benligimizle sadece samimiyetle, yurekten yapilan dualar..

Cenâb-ı Hak(CC) buyuruyor:

“Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz.
O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.” (Enfal, 9)


Rasûlullah(SAV) buyurdular:

“Bir mü’minin diğer bir mü’mine gıyâbında yaptığı duâdan daha çabuk kabûl edilen hiçbir duâ yoktur!” (Tirmizî, Birr, 50/1980)


Allâh Rasûlü bir başka hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Bir müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı duâ kabûl olunur. Bir kimse din kardeşine hayır duâ ettikçe, yanında bulunan vazîfeli bir melek ona, “Allâh duânı kabûl etsin, aynı şeyleri sana da versin!” diye duâ eder!” (Müslim, Zikir 87, 88; İbn-i Mâce, Menâsik, 5)
Şu hâlde biz, hem müslüman kardeşlerimiz için duâ etmeli, hem de onlardan duâ talebinde bulunmalıyız!

Dedesiz Ninesiz Evler!  

Posted by Tespih Taneleri... in

Çok zaman oldu ki, sıcak tebessümleri üstümüze düşmüyor, kadife mırıltılarını duymuyoruz. Birçokları evlerde istemiyor onları artık. Baba ve annesiyle birlikte oturan kaç tane aile var?

Onlarsız bir dünya için, ya 'sağlam' bir mazereti oluyor karı kocanın ya da taraflardan biri açık açık işliyor kafasına koyduğu günahı. Çok uzun yıllar var ki, evlenecek gençlerin ilk şartı 'birliğe gelmemek' oluyor.Ya onlar, ya ben!' diye birbirlerine rest çekiyor çiçeği burnunda evliler.

Artık evler onlarsız... Odada, eyvanda, sofrada yoklar. Boş evlerimiz lebaleb stres dolu yalnızca. Bu 'stres merkezlerinde' en ağır yük çocuklara düşüyor. Yeni neslin, dizinin dibinde büyüyeceği, çok şey öğreneceği "çınarlar" yok çünkü. Kimse onlara durgun ve sarsılmaz bir sukûnet vaad etmiyor. Dinginlik ve güven vaat eden bir bakış yok üzerlerinde. Onun için çok yalnız ve huysuz büyüyorlar.

Dedesiz ve ninesiz evler 'prens ve prensesler' için yarı açık hapishanelere dönüyor. Onların olmadığı evlerde torunların yüreği daralsa da, karı kocalara böylesi daha elverişli geliyor. "Cennet'in ayaklarının altında olduğu nineler ve torunlarını koklayıp sevmeye en fazla hakkı olan dedeler" huzurevlerinde ölümün meçhul şafağını sayıyorlar.

Bireyin putlaştırıldığı bu çağda, dede ve nine evlere yakıştırılamıyor bir türlü… Torunların sıcak bakışlarından koparılıp ruhsuz, soğuk kamplara terk ediliyorlar. Sevmenin, paylaşmanın, birlikte sevinip ağlamanın çok uzağındaki çukurlara, ölüm bile olmayan, insanî yanının pek bulunmadığı yaşamlara… Çocuklar, onlarsız bir dünyaya şaşkın ve hırçın doğuyorlar. Ve kimsenin onlara veremeyeceği 'kutsal hediyelerinin katillerinin’ bitmeyen koşuşturmaları arasında büyüyorlar.

Çizgi filmlerle, saçma sapan oyunlarla uyuşturulan obez ve şizofren bir nesil için elbirliğiyle çalışıyor 'çekirdek aile!'Hayata telafisi mümkün olmayan yanlışla başlamış olan dünün şanssız çocukları, bugün gazetelerin üçüncü sayfalarını kırmızıya boyuyorlar…

Bir İlaç ve Bir Tatlının Târifnâmesi  

Posted by Tespih Taneleri... in ,



Dindar, yaşlı ve sevimli bir dostu ziyarete gitmiştik. Ben, hüsn-i hat merakım dolayısıyla duvarlardaki eski-yazı levhalarını incelerken, bir levha özerinde ilgi çekici ve hoş bir ilâç târifnâmesine rastladım, ilâcın hazırlanışı şöyle:

TEVBE kökü, İSTİĞFAR yaprağıyla karıştırılacak; GÖNÜL havanına konulup, TEVHİD (La ilahe illallah) tokmağı ile güzelce dövülecek; İNSAF eleğinden geçirildikten sonra, GÖZYAŞI ile hamur kıvamına getirilecek; ŞEVK ateşiyle pişirilecek; MUHABBET balı katıştırılıp, karıştırılacak.

Böylece hazırlanan ilâcın, KANAAT kaşığı ile sabah-akşam, gece-gündüz alınması gerektiği ve her türlü derûnî-mânevi rahatsızlığı iyileştirdiği belirtilmiş.

Bu ilâç târifnâmesi bize, 15. yüzyılda yaşayan Hatiboğlu Muhammed’in Ferahnâme’sinde gördüğümüz başka bir tarifnâmeyi hatırlattı. Onun hikâyesi de şu:

Ebû Alî adlı bir kişi der ki :

“Basra şehrinde bir vali olduğunu söylediler; görmek ve ziyaret edip duasını almak niyetiyle Basra’ya gittim. Bazı kimselere yerini sordum:

‘—Az önce mezarlık tarafına çıktı.’ dediler.

Arkasından gittim. Beni görünce acele ile mezarlığın mescidine girdi, kapısını kapadı. Kulağımı kapıya dayadım. Şöyle niyaz ediyordu:

‘İlâhî! Seni arzulayanlar halktan, şöhretten, gösterişten kaçtılar; sırf sana rağbet ettiler. Sana müştak olanlar halktan ayrı durmuşlar, tenhalarda seni zikretmişlerdir. Bana da senden başkası gerekmez.’

Ben, kendisine bir hizmette bulunmak, istiyordum; seslendim:
—Bir arzunuz var mı? Meselâ herhangi bir şey getirmemi ister misiniz?

(Bu soruya verdiği karşılığı aynen nakledelim:)

Didi kırk yıldur hiç arzu itmedüm

Arzular olduğı yola gitmedüm

Bunca yıldur Hak dîzârın isterem

Dimedi bir gün dahi uş gösterem

Hak dîzârın arzulamakdur işüm

Andan artuk dahi yokdur cünbüşüm

Ben:

‘— Biraz tatlı getirsem yer misin?’ dedim;

‘— Sen bilirsin.’ dedi.

Döndüm hâlis şekerden makbul cins bir tat getirdim, önüne koydum.

‘— Ben böyle tatlı istemiyordum ki.’ dedi.

‘— Peki, senin istediğin nasıl bir tatlı?’ dedim.

İçini çekerek şöyle cevap verdi:

‘—İTAAT ve İBADET hurmasını alır, içinden KİBİRLİLİK çekirdeğini çıkarır, KULLUK ve HİZMET unuyla karıştırırsın; ayrıca BELÂ ve MİHMET yağına, RIZA ve TESLİMİYET zağferânını katar, TEVAZÛ ve MESKENET tenceresinde hepsini birlikte koyar, üzerlerine SAFA balını dökersin. Altına İŞTİYAK ateşini yakar, İHTİYAT çomçasıyla ağır ağır karıştırıp pişirdikten sonra, ŞÜKÜR tabağına koyarak önüme getirirsin, işte benim istediğim tatlı bu. Her kim bu tatlıdan üç lokma yese, göğsüne şifa, gönlüne nur olur, canına rahatlık gelir.!



Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan

Peygamber Efendimizin İçme Adabı Ne Guzelmis !  

Posted by Tespih Taneleri... in

Resûlullah (sav), suyu serin olarak içmeyi tercih ederdi. (Müslim-8527)

O; serin ve tatlı suyu severdi. Resûlullah (sav), suyu güzel olan Sükyâ kuyularından su getirtirdi. (Ebu Davud, K.S.-2259)

Suyu güzel olan başka kuyulardan da su getirtirdi. Allah Resûlü (sav), karın üstü yatarak su içmeyi, tek avuçla su içmeyi, ağzı suya dayayarak içmeyi yasaklamıştır. (İbn-i Mâce-5595)

En güzeli bardak veya bir kapta içmektir. Ancak zorunlu haller hariçtir elbette. Su içerken kabın/bardağın içine solumazdı. (Buhari, Müslim, Ebu Davut, Nesei, Tirmizi, İbn-i Mâce-487, 5584, K.S.-2252, 2253, 7015)

Bardağın kırık tarafından içilmesini de yasaklamıştı. (Muvatta, Ebu Davud, Tirmizi-5586)

Resûlullah (sav), Hurma şerbeti sever ve içerdi. (Müsned-5534, Ebu Davud, K.S.-2289)

Sabah ve akşam hurma şerbeti yapılır, O da içerdi. (Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mâce, Tirmizi-5640)

Üzüm şerbeti (Ebu Davud-5648) ve hoşaf da içerdi. (Müslim, Ebu Davud, Nesei-5642, K.S.-2261)

Nebîz (bir çeşit şıra) içerdi. (Buhari, Müslim, K.S.-2258)

Resûlullah (sav), çok ekşi içecekleri sevmezdi. (Nesei-5636)

Onun en çok sevdiği soğuk ve tatlı içeceklerdi. (Tirmizi-5659, K.S.-2298)

Yiyecek ve içecek kaplarının ağzının kapatılmasını isterdi. (Buhari, Müslim, Ebu Davud-5590)

Allah Resûlü (sav), genel anlamda oturarak içerdi. Enes (ra)’den gelen bir rivayette ayakta yemeyi ve içmeyi yasaklamıştır. (Müslim, Tirmizi-5571, K.S.-2245, 2246)

Bir şey içtiği zaman üç nefeste dinlenerek içerdi. “Böyle içiş, daha kandırıcı, daha koruyucu ve daha afiyetlidir.” (Müslim, Tirmizi-5581)

Resûlullah (sav), su içmeden önce besmele çeker, bitirince de Allah’a hamdederdi. (Tirmizi, 5579, K.S.-2250)

Suyu bir solukta değil, üç yudumda içerdi. Böyle yapmanın daha doyurucu, koruyucu ve afiyetli olduğunu söylerdi. (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, K.S.-2251)

Allah Resûlü (sav) su dağıttığı zaman en son kendisi içerdi. Bir meclise su dağıtan kişinin en son içeceğini belirtirdi. (Ebu Davud, Tirmizi, K.S.-2256)

“Şüphesiz ki su dağıtan en son içer.” (Müslim-8488, Tirmizi-5589)

Bu ve benzeri ikramlarda sünnet olan uygulama şudur: O mecliste en büyük, yaşlı veya önemli misafir kim ise ondan başlanır, sonra onun sağından başlanır. Meclistekilerin en sağından başlamak hatalıdır. Ancak herkes birbirine yakın bir konumda ise meclisin en sağından başlanır. Bir yiyecek veya içeceği ikram edeceği zaman sağından başlardı. Solunda Hz. Ebubekir, sağında bir bedevinin bulunduğu bir mecliste sağdan, bedeviden başlamıştır. Hz. Ömer’in, Ebubekir (ra)’e vermesini istemesi üzerine, üç defa “sağdakiler” diye cevap vermiştir. (Buhari, Müslim, Ebu Davut, Tirmizi, İbn-i Mâce-5587, K.S.-2254)

Yine bir defasında solunda bir çocuk olan Fadl b. Abbas, sağında bazı yaşlılar vardı. Kendisine su ikram edildi, içti. Sonra sağındaki çocuğa, “Önce bunlara vermeme izin verir misin?” diye sordu. Çocuk da; “Ya Resûlullah (sav)! Vallahi sizden sonra kimseyi kendime tercih etmem.” Deyince ona verdi. (Buhari, Müslim-5588, K.S.-2255)

Görüldüğü gibi, bir mecliste bir şey ikram edileceği zaman, önce orada bulunan en büyük, alim, yaşlı, yönetici kimse ondan ve onun sağından başlanır. Yoksa kapının veya odanın hemen sağından değil. Allah Resulü, kendisine ikram edilen zemzem’i ayakta içmiştir. (Buhari, Müslim, Tirmizi-3679, K.S.-1568, 2241)

“Yeryüzündeki en hayırlı su zemzemdir.” (Taberâni-3683)

Zemzem suyundan Medine’ye getirtirdi. (Rezin-3681, K.S.-1569)

Mü’minler zemzemi kana kana içer, münafıklar ise bu lezzetten mahrumdurlar. (İbn-i Mace-3685)

“Zemzem ne için içilirse onun içindir. (Yani ne niyetle içilirse, Allah’ın izniyle ona iyi gelir.)” (İbn-i Mace-3686, K.S.-6910)

Allah Resûlü (sav), zemzem içerken kıbleye dönmeyi, besmele çekmeyi, üç nefeste kana kana içmeyi ve bitirince de “elhamdulillah” demeyi tavsiye etmiştir. (İbn-i Mâce, K.S.-6909)


Mehmet Nezir Gül

ANNENİN HİZMETE İHTİYACI VAR  

Posted by Tespih Taneleri... in




Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (k.s) hazretleri şöyle anlatır:

İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ'ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ'ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

- Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.

- Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü.

Rüyasında bir ses ona:

- Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:

- Ben Allah Teâlâ'ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi.

Ses ona:

- Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.


 

İstanbullu Olmak.. İstanbul’u Yaşamak  

Posted by Tespih Taneleri... in ,

Bir İstanbul sevdalısı olarak bu güzide şehri tefekkür ettiğimde şunları yaşarım;



“Sur içindeki İstanbul, imkân olsaydı da, Arnavut kaldırımlarıyla, cumbalı, bahçeli ahşap evleriyle, sebze bostanlarıyla, muhafaza edilebilseydi.. Sokaklarında dolaşarak evlere hizmet veren sütçüleriyle, sakalarıyla, yoğurtçularıyla, eşekli ya da atlı ekmekçileriyle ve zerzevatçılarıyla, mazide kalmış o güzel esintileri keşke şu anda da hissedebilseydik..”



Keşke.. Ama giden bir daha geri gelmiyor.. Bize de hatıralarla yaşamak kalıyor..
Yeni bir İstanbul yapacaksanız surun dışına yapın!..



Evet yaptılar..



Ama nasıl?.

Önce sur içi mahvedildi, ardından da şehir İzmit’ten, Tekirdağ’a kadar uzatılarak ortaya ucube bir eser(!) çıktı..
Neyse..
Yine de şükrediyorum, doğup büyüdüğüm İstanbul’un son güzelliklerini kenarından köşesinden de olsa yaşayabildim..



Geçenlerde bulunduğum bir dost toplantısında etrafıma toplanan gençlerle ayaküstü sohbete daldım..
İstanbul’dan açıldı konu..
İstanbul’u konuşmak istiyorum ama neyini konuşayım?..
Her muhitte pıtrak gibi çoğalan AVM’lerden mi bahsedeyim?..



Gençler bunların hepsini benden iyi biliyor..



Ancak gençler kendilerinin yaşayamadıkları o güzel İstanbul’a meraklı..



Bizim de çenemiz açıldı ve başladık anlatmaya..



Ardından da ben sordum gençlere;
Emirgân’daki tarihi Çınar altını bilir misiniz ey sevgili gençler?..



0rada içilen tavşan kanı çayın buruk lezzetini?..

Ya da şerbet nefasetindeki Karakulak suyunu?..



Veyahut Taşdelen’i, Sırmakeş’i, Hünkâr’ı, Hamidiye’yi, Çırçır’ı, Dereseki’yi, Çubuklu’yu?..
Devam ettim sormaya;



“Fatih Camiinin etrafındaki minyatür arsalarda yapılan bayrak maçlarından kaçınızın haberi var?..
Siz hiç Sultan Selim’in bahçesinden Haliç’i seyrettiniz mi?..(Şu an seyretseniz de tat alamazsınız.. Zira bir sürü irili ufaklı çirkin binalar görürsünüz.. Ne yazık ki bu abuk görüntülere imza atan ve kartvizitinde müteahhit yazan köy kalfaları hala daha cirit atıyor aziz İstanbul’da)
Peki gençler; Kanlıca’da üzerine pudra şekeri serpilmiş yoğurt yemeyi denediniz mi?..
Sakın yedik demeyin, inanmam!.. Benim söylediğim içine kaşığın zor girdiği halis koyun sütünden yapılan yoğurt!..
Dilburnu’ndan güneşin batışını, Üsküdar’dan Kızkule’sinin bir sülün gibi arz-ı endam edişini izlediniz mi?..



Bülbül gibi şakıyarak, ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum’ diyen Sabite Tur Gülerman’ı hanginiz biliyor sunuz?..
Beykoz’un paçasından, Balat’ın işkembe çorbasından, Kavak’ın incirinden, Çengelköy’ün bademinden, Yedikule’nin marulundan haberiniz var mı?..”
Genç kardeşlerimizin hiçbirinden ses çıkmadı..



Gençlerin suçu yok elbette..



Kabahat, onlara güzel bir İstanbul bırakamayan bizlerde..



Cenab-ı Allah’ın (cc), alemlere rahmet olarak gönderdiği o ulu Peygamberin (Hz. Muhammed sav) övdüğü şehir olan aziz İstanbul’da yaşamak!..



Ve bu Şehr-i İstanbul’un maddi manevi imkânlarından yararlanmak..



İnanın, insan için fevkalâde bir lütuf, fevkalâde bir ihsan..



Netice-i kelâm;



İstanbul bir kültür..



İstanbullu olmak ise bir büyük talih!..



Zarif Türkçesiyle, nezaketiyle, hoşgörüsüyle, İstanbullu olabilmek!..



Ve bu özellikleri hazmedebilmek..



Kaç kişiye nasip olur ki?..



Sami ÖZEY

İslâm Cumhuriyeti mi?  

Posted by Tespih Taneleri... in




Türkiye adım adım İslam Cumhuriyetine doğru ilerliyormuş...
Böyle bir gidiş var mı yok mu tartışmasını bırakalım da, İslam Cumhuriyeti istemek suç mudur onu müzakere edelim.

Mason ne ister?.. Mason Cumhuriyeti ister.

Selanik dönmesi ne ister?.. Dönmeler Cumhuriyeti ister.

Laik ne ister?.. Laik Cumhuriyet.

Ateist ateist cumhuriyet.

Kemalist Kemalist cumhuriyet.

Velhasıl herkes kendi cumhuriyetini ister.

O halde Müslümanların İslam Cumhuriyeti istemeleri çok tabiî değil midir?
 Bunda şaşılacak ne var?

Herkes kendi cumhuriyetini isteyecek ama çoğunluktaki Müslümanlar İslam cumhuriyeti isteyemeyecekler.

 Adalet ve eşitlik bu mudur?

İslam Cumhuriyeti kurulursa kadın hakları kısıtlanırmış... Evet birtakım hakların ve hürriyetlerin kısıtlanacağından hiç şüphe yoktur.

Kadınlara ve kızlara tecavüz edenlere bugünküne nispetle çok ağır cezalar verilecektir.

Ceza Kanununa zina suçu konulacaktır.

İdam cezası geri getirilecektir.

Uçaklarda içki içilemeyecektir. Ya Rabbi ne büyük felaket olur bu!

Hafta tatili cumaya çevrilecektir. Ne korkunç ve dehşetli bir değişiklik olur değil mi? Yahudiler cumartesi günü tatil yapıyor, Hıristiyanlar pazar günü, bu çok normal de, Müslümanlar Cuma günü tatil yaparlarsa kıyamet kopar, ülke batar
.

Erkek ve kız öğrencilerin okulları ayrı olur, yine eğitim verilir ama kız erkek ayrılınca dünya batar.

İslam Cumhuriyeti olursa kadın memureler, kadın öğretmenler, kadın polisler, kadın avukatlar başörtüsü ile hizmet edebilir. Bu da başka bir kıyamettir.

Parklarda, otobüslerde öpüşmek yasak edilir. Kıyamet kıyamet kıyamet...
Batar Türkiye be!

Sıkı kontroller, tahliller yapılır ve halka evcil domuz, yaban domuzu ve eşek eti yedirilmez. Bu da domuzcuların felaketi olur.

Alkollü içkiler kısıtlanır, bu da korkunç bir felaket...

Banknotların üzerine tarihî büyüklerin, millî âbidelerin resimleri konur. Bu da dehşetli bir gerilik olur.

Her yere mescidler yapılır, namaz kılanların sayısı çoğalır. Felaket, dehşet, toplumsal deprem!..

 Batar şu Türkiye batar

Dünyanın bütün demokrat ülkelerinde serbest olan tarikat tekkeleri açılır, zikir yapılır.
Bu da büyük bir batış sebebi olur.

Müslümanların bir yıldan fazla kullandığı Osmanlı yazısı serbest bırakılır...

Müslümanların İslam Mektepleri açmasına izin verilir.

Okullarda her sabah bir saat din ve Kur'an dersi okutulur.

Gerçek İslam Cumhuriyeti olursa rüşvet, kokuşma, nepotizm, kara ve kirli servet sahibi olma, her çeşit alavere dalavere ve dolandırıcılık önlenir.
Bundan büyük bir felaket düşünebilir mi?

Nereden buldun kanunu çıkartılır, herkesten hesap sorulur.

Müslümanların başına bir Halife seçilir...

Sayın bayların ve bayanların üzülmesine, korkmasına, dehşet içinde kalmasına, avaz avaz feryat etmelerine hiç şaşmamak lazım. Onlar yukarıda saydığım felaketlere ve acılara dayanamazlar.


Mehmet Şevket Eygi

Bir Nurlu Damla Daha !  

Posted by Tespih Taneleri... in




"Aynalar türlü türlüdür.




Yüzünü görmek isteyen cama bakar, özünü görmek isteyen cana!"




Hz.Mevlâna(KS)

Adrese Teslim Mektup  

Posted by Tespih Taneleri... in





Sevgili Kardeşim

 

KÜSME

 Biliyorum dargınsın. Sadece onlara değil hayata küs durumdasın. Olsun. Sen yine de küsme. Alınganlık gösterme. O dönem yaşadıklarını, o dönemde bırak. Geleceğe sadece tecrübelerini götürmelisin.

MORALİNİ BOZMA

 Biliyorum bir süredir moralin bozuk, suratın asık, keyfin yok, tadın tuzun kalmadı. Ama sana bir kardeşin olarak Mevlana’nın deyimiyle seslenmek istiyorum: “Etme”.

TAKILMA

 Aldır ama takılma. Üzül ama kahrolma. Düşün ama yok olup gitme. Sana yanlış yapıldığını düşünüyorsan, devir “geçmişe takılma” devri değil. Devir yanlış yapma devri hiç değil.

GİTME

 Gitmek çözüm olsa herkes gitsin. Ama biliyorsun mesele gitmek değil kalmak. Kaçmak değil durmak. Meselenin tam ortasında, hayatın göbeğinde, işlerin içinde olmak.

Dur sana yine Mevlana’dan sesleneyim:

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.

Başka bir şehre, başka bir kente meylediyorsun, etme.

SABRET

 Sabır çoğu zaman, zamanın anahtarıdır. Biliyorsun, dinin de yarısıdır. Sabreden derviş, muradına bir gün erermiş. Bu dönem geçer, sıkıntılar zamanla hafifler, yok olur. İşte bu dönemlerde sadece sabredenler kazanır.

ŞÜKRET

 Sana tavsiyemdir ki, Allah’a dua et. Daha fazla dua et. Hakkında hayırlısını talep et. Ama Mevla’dan ne istersen iste, her verdiğine de koşulsuz şükret. Somurtarak değil, gülerek şükret.

AFFET

 Eğer affetmen gerekiyorsa, affetmelisin. Eğer yanlış yaptıklarını düşünüyorsan, hoş görebilmelisin. Bu tavır seni küçültmez. Bilakis büyütür, yüceltir. Affetmenin yüce bir tavır olduğunu nefsine hatırlatabilmesin.

KONUŞMA ve SUSMA

 Şimdi diyeceksin ki bu nasıl olacak? Önce çok konuşmayacaksın. Konuşmanın derdine derman olmayacağını unutmayacaksın. Dilsiz ol demiyorum. Ama bu konuda susma hakkını çok fazla kullanmalısın.

AKLINI KULLAN

 Son olarak duygusal bir dönemden geçtiğini biliyorum. Yoğun duygular içindesin. Seni şu an beynin değil kalbin yönetiyor. İzin verme, yenilme. Sen her engelde duygularına yenileceksen, çok işimiz var demektir. Bize bu yazıları daha çok yazdırırsın. Aklını kullan, bizi kullan. Ama bizi söyletme.Ve bilmiş ol ki bu kent seni seviyor.
 
Engin Şahin

Keske etrafimizda boyle mektuplar yazan birileri olsa ya da bizler dusuncelerimizi, fikirlerimizi bu dogrultu da ve mektupla boyle guzel ifade edebilsek...
Bu cok mu zor olurdu?
Bir denesek mi acaba?

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz