Kalbi Olanın Hüznü de Vardır...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Sokaktayım ve yürüyorum..


Yürüdükçe arka adımda bırakıyorum unutmaya yeltendiklerimi.


Yürüyorum ve bir bir terkediyorum yitirmeye niyetlendiklerimi.


Kaçmıyorum Korkmuyorum Kırmaktan da çekinmiyorum.


Önüme bakıyorum ve yürüyorum..


Yere dönük kafamı kaldırıyorum semaya.


Bir nida işitmek istiyor benliğim


" İyisin kulum İyi olacaksın Dağın büyük. Yeterki korkma"


" Diren ey gönlüm karanlıklara.. "


Sokaktayım ve yürüyorum..


Yürüdükçe sonbahara vurgun gönlümdekileri arkamda bırakıyorum.


Kafamı kaldırıyorum ve dilimi şükürle buluşturuyorum.


Ne mutlu ki diyorum gülümseyebilmeyi biliyorum.


Yaramı da seviyorum...


"Yarayı açan değil açtırana hamd olsun" diyorum.


Sıkıntılarım beni güçlü kılıyor.


O halde yorulmak yok yola devam diyorum.


Ellerimi semaya kaldırıyorum..


Diz çöküyorum..


Gözyaşlarımı avucuma saklıyorum..


Kalbimin kanayan yanını diğer yanıma emanet ediyorum


Ve şükrediyorum..


Hala dik duracak kadar güvenim olduğu için...


Ağzımdan son bir cümle dökülüyor..


" Kalbi Olanın Hüznü de Vardır.. "

Yokuşun Dibi...  

Posted by Tespih Taneleri... in




Naklederler ki, adamın biri Ebu Yakub İshak Nehrecurî k.s. hazretlerine gelerek,

– Namaz kılıyorum, ancak kıldığım namazın hazzını, tadını gönlümde bulamıyorum, der.

O da şu cevabı verir:

– Gönül Rabbini sadece namazda talep ederse elbette tat bulmaz. Nitekim meşhur bir söz vardır: “Merkebe yokuşun dibinde arpa verirsen, yokuşu çıkamaz!”

Tezkîretü’l-Evliyâ

En cok sikildigim konulardan bir tanesi daha... Namazda husu... Teslimiyeti hissetmek... Bunun icin gunlerce ve hep secdede dua ettigimi bilirim... Lakin neticede de anladim ki,  hakkaten kalbin gun icinde her an O'nunla birlikte olmazsa bu mumkun olmuyor iste... Bir vakit namazi defalarca kilardim, namazda ki lezzeti yakalayabilmek icin... Bunu saglamanin tek yolu, bol bol sohbet dinleyip ruhu beslemek zira sevgi muhabbetten dogar ve can-i yurekten dua etmek... Fatih Sultan misali yani ; Her vakit sanki Kabe'deymis gibi  hayal ederek baslarmis namaza... Rabb'im bizlerede boyle firaset , namazda husu ve tam teslimiyyet nasip etsin insallah... Sevgiler

Her Zaman Ki Halimiz Iste !  

Posted by Tespih Taneleri... in




Cuma günü ezan okunmasına 3-5 dakika vardı.Vaiz efendi, camide gayretli gayretli anlatıyordu:“Cemaat! Defalarca söyledim.Ama, aynı hataların yapıldığını görüyorum.Şimdi tekrar söylüyorum.Lütfen saflarımızı düzgün ve sık tutalım.Birimiz ileride, diğerimiz geride durmasın.Aralarda boşluk bırakmayalım.Öndeki saf tamamlanmadan arkada saf oluşturmayalım.Safa geçerken herkes birbirine bakıp ikramda bulunmasın.Siz sevabınızı niye başkalarına veriyorsunuz ki!? Daima öne doğru ilerleyelim ve ilk gördüğümüz boşluğu dolduralım.Özellikle cep telefonlarımızı lütfen kapatalım.Hiç olmazsa sessiz konuma alalım.Namaza gecikmeli başlamayalım.İmamın tekbirine yetişip sevabı kaçırmayalım…”

Henüz ezan okunmadığını fırsat bilmiş olacak ki, Vaiz efendi ikazlarını sıralamaya devam ediyordu:“Kaç defa söyledim; abdest alınırken selam verilmez diye.Selamı bırakın, bir de konuşuyorsunuz!Ezan okunurken konuşulmaz, susun veya ezana eşlik edin.Kur’an okunurken konuşulmaz, Allah Kelamıdır, dinleyin.Kürsüde vaiz, hutbede hatip konuşurken sükut edilir.Camide dedi-kodu yapılmaz, burası ibadethanedir.Vakit müsaitse, iki rekat tahiyyetül-mescit namazı kılın.

Kur’an okuyun, tesbih çekin!Günahlarınıza tevbe edin, Allah’ı anın!Hamdedin, şükredin, zikredin!Boşa vakit geçirmeyin!...”Derken ezan okunmaya başladı, Vazi efendi “dediklerimi unutmayın” deyip kısa bir dua yaparak “fatiha” çekip kürsüden indi.“Dur bakalım” dedim, “Vaiz efendinin söylediklerini cemaat ne ölçüde yerine getirecek!”Etrafı dikkatlice süzmeye başladım.Salavatla birlikte herkes ayağa kalkıp sağa sola bakınmaya, oyalanmaya başladı.İlk fire verilmişti.Anlaşılan bunlar vaiz efendiye kulak vermemişlerdi.Kim bilir, o konuşuyorken hangi dünyalarda geziniyorlardı.Cemaatin pek çoğu bulunduğu yerde sünnet namazına başlamıştı bile.

Müezzin kamete başlayınca yeniden gözlerim cemaate çevrildi.Neredeyse kamet bitmek üzere idi, ama hâlâ cemaat saf düzeninde değildi.Sağa sola bakınmalar, ön safların kenarlarını boş bırakmalar, düzensiz duruşlar…Demek ki, Vaiz efendinin konuşmaları yine havada kalmış, kulaklara hiç yansımamıştı.Oysa “Kad-kametis-salatü” nidası ile birlikte “tekbir” alınıp namaza başlanmış olması gerekiyordu.Zaten bunun manası “Namaz artık başlamıştır” demekti.Kamet bitti, bu kez İmam efendinin ikazları başladı:“Safları düz ve sık tutunuz, cep telefonlarınızı kapatınız!”Artık rutin hale gelmişti bu hatırlatmalar!Cemaatten bazıları, sanki hoca efendiye bakarken: “hadi hoca oyalanma, çabuk kıldır da gidelim” der gibiydiler.İmam, saf kontrolü yapmadan ve de arkasına bakmadan tekbir aldı.

Ve namaz başladı. Fakat, o da ne? Daha birinci rekatta, müzikli bir telefon çalmaya başlamasın mı?Üstelik defalarca.Telefonu susturmayı beceremeyen bu adam, belki de namazım bozulur korkusuna kapılmıştı. Ama, onlarca kişinin namazının bozulmasına sebep olduğunu bilmiyordu.Çünkü, cemaatten bazıları bu duruma sinirlenip kendilerini tutamamış, seslice homurdanarak bir şeyler söylemeye başlamışlardı…Cemaati oluşturan Müslümanların bu hali; camiye, cemaate, imama ve ibadete ne kadar değer verdiklerinin de bir göstergesi oluyordu. Müslümanlar olarak halimiz buydu.

Bir zamanlar, hocaların sözü mutlak tutulur, gittiği yol dikkatlice izlenirdi.Sonraları, “hocaların sözünü tut ama gittiği yoldan gitme” denmeye başladı.Şimdi ise, hocaların ne sözü tutuluyor, ne de gittiği yoldan gidiliyor!Kabahat kimde dersiniz?Bence, hocalar da cemaat da bu ciddi problemin çözümü için “ıslah-ı nefs” etmeli, Müslümanlar olarak hepimiz, hayatımızı İslam’a göre yeniden gözden geçirmeliyiz

M. Emin Parlaktürk

Gönenli Mehmet Efendi  

Posted by Tespih Taneleri... in


Gönüllere gönenen, gönendiği gönülleri de ışığa, huzura ve güvene kavuşturan Gönenli Mehmet Efendi, yani Hatem’ül Evliya Reis-ül Kurra Mehmet Öğütçü hocamız, 1903 yılında Balıkesir’in Gönen İlçesi’nde dünyaya gelir. 2 Ocak 1991 yılında da İstanbul’da rahmeti rahmana kavuşur.

Gönenli Mehmet Efendi Hz.leri; “insanlığa hizmetin İslam’a hizmet olduğuna” inanan büyük âlimlerimizdendir.

Hayatını Kur’an hizmetine ve insanlığın felahına harcayan Gönenli Mehmet Efendi Hz.leri, ilköğrenimini tamamladıktan sonra 1920’li yıllarda İstanbul’a gelerek, Fatih Camii dersiamlarından Serezli Ahmet Şükrü Efendi’den ders alır.

Hıfzını ve “Tashihi Huruf” derslerini tamamlayarak, kıraat ilmini de yine aynı hocasından okur ve 1925 yılında icazetini alıp, kendisini insana ve İslam’a vakfeder.“Sabır, Sadakat, Samimiyet ve Sevgi,” onun vazgeçilmez düsturlarındandır. Riyasız ve gösterişsiz hizmetlerini, fedakârlığı ve cömertliği ile süslemiştir.İnsanın “eğitilerek ehlileşeceğine” inanan Gönenli Mehmet Efendi, her canlının dünya göçünü yaşayacağını söyleyerek, göç edecekleri uyarma vazifesini hep yapmıştır.

Tatlı dili ve güler yüzüyle şu uyarılarda bulunmuştur.

“Ahireti kaybetmekten korkmalıyız. İnsanlar hastanelere acılardan, belalardan kurtulmak için varını yoğunu veriyor. Asıl, ahiret için varımızı yoğumuzu vermeliyiz.”

“Azıcık bir rüyada (Cenneti) gösterdiler gibi oldu da bütün dünyadan soğudum. Bütün dünyayı bile bana verseler yan bile bakmak istemiyorum. Çok şükür Elhamdülillah.”

“İnsanın Hak katında derecesi arttıkça, insanlara merhameti de artar.”

“Dinimizde ölçü: Kendin için istediğini başkasına da isteyeceksin. Kendin için istemediğini başkasına da istemeyeceksin.”

“Nasıl ki boş vakit bulunca, telefonla oğlunu, kızını, ahbabını ararsın. Rabbini de her vakit ara.”

“Bir insan yaptığı kötülüğü bile saklayacak. Söylemeyecek. Kötü örnek olmayacak.”

“Mü’min insanların çoğu sıkıntıda olur. ‘Dünyada rahat edemedim,’ deme. Olacak olur. Mü’minlere dert uyarmak için gelir.”

Boş durmayın! Zamanınızı sizi Rabbinize yakın edecek işlere harcayın. İnsan öfkelendiği zaman ya abdest almalı, ya namaz kılmalı, ya da Allahu Ekber demeli.”

“İnsanları namazından, Kur’an-ı’ndan alıkoyan insanlar ne kötüdür. Bir insanın namazı kabul oluyorsa ahlakı güzelleşirmiş.”

“Senin etrafında, sana çile çektirenleri, Allah (c.c.) sana, dünyada çile çeksin de, ahirette azap görmesin diye veriyor.”

“Kimseye kusur bulma. Herkes layık olduğu yere gönderilecek, layık olduğunu bulacak. Her nefis ölümü tadacaktır. Ancak herkes ayrı ayrı tatlarla tadacaktır.”

Kâbe sevgisi, insanın içinden gelir. Kâbe’ye parası olan değil, aşkı olan gider. Rabbi aşkı olana yardım eder.”

“İyilik yap, iyilikle düşmanı kendine dost eyle. Acı söyleyene tatlı söylemek için dünyaya geldik.”

“Hak yolunda harcadığın nefeslere göre derecen olacak. Kul hakkı çok geniştir, hiç tanımadığın bir kimseye dudak büksen, hesabı sorulacaktır.”

Allah rahmet eylesin. El Fatiha.

Yaralidir Su Gonlum Eyy Sevgili !  

Posted by Tespih Taneleri... in




Gül yüzünün açtığı lalezarda, bir solgun laledir yaralı gönlüm…


Hiç göremediğim o cemali, anlatılanların ötesinde bilemedim Efendim…

Her Koyun Kendi Bacagindan mi Asilir?  

Posted by Tespih Taneleri... in



Behlül Dana Hazretleri'ni halk, Harun Reşit'e şikayet eder:

Her şeyimize karışıyor, bize huzursuzluk veriyor, diye. Harun Reşit, Behlül'ü yanına çağırtır. Halkın mesajını iletir ve:

"Hiç kimseye karışma, her koyun kendi bacağından asılır." diye nasihat(!) eder.

Behlül Hazretleri'nin hareket noktası imanıdır. Kötülükleri engellemenin yolunun, bu yanlış değer yargısını değiştirmekten geçtiğini bildiği için ne yapacağını da çok iyi bilir. Eve gider, dört tane koyun keser ve koyunları bacaklarından, mahallenin ortasında bulunan evinin avlusunun dört köşesine, birer tane asar.Herkes ilk anda umursamaz ama birkaç gün geçince yine Harun Reşit'e şikayete giderler, kokudan duramıyoruz diye.
Harun Reşit anlar anlayacağını:

Sizin işlediğiniz günahların kokusunu herkes çekmek zorunda kalıyor da siz neden kendi bacağından asılan koyunların kokusundan rahatsız oluyorsunuz? Rahatsız oluyorsanız bir daha günah işlemeyin, der.

Bu dünyada durum böyle. Koyunlar kendi bacaklarından asılsa da insanlar kendi bacaklarından asılamıyor.Ama ahiret için aynı şartlar geçerli değil. Orada koyunlar asılacak mı bilmiyorum ama mahşer günü insanların kendi bacaklarından asılacakları kesin.

Neyi unuttuğunu unutan cana...  

Posted by Tespih Taneleri... in





… O hâlde (ondan yüz çevirip) nereye gidiyorsunuz? Bu (mesaj), bütün insanlık için bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir. [Tekvîr, 26,27]


Hakka yönel azm ile yâr ola gel

Bir nefes şol bezm ile yâr ola gel

Bildiğini hep unut yârin öğüdün tut

Budur sana bir öğüt yâr ola gel

Nûr-i âlemsin bugün hem dahi mahbûb-ı Hüdâ

Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüda

Gitmesin nam-ı şerîfin bu dilimden dem-be-dem

Dertli gönlüme davâdır cân bulur andan safâ.

Umaram her bir adın başka şefâat eyleye

Ahmed ü Mahmûd Ebü'l-Kaasım Muhammed Mustafâ.

Bu Muhibbî tevbe eyler tevbesin eyle kabûl

Fitne-i şeytândan sakla anı Yâ Rabbenâ.

Işığı Yanan Evler...  

Posted by Tespih Taneleri... in



"Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:

"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.

Hacıanne:

"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.

Merak ettim, tekrar sordum:

"Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"

Hacıanne:

"Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, "ışığı yanan bir ev" bulsun diye bekliyoruz."

Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin,trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evler" yerinde hâlâ duruyor mudur? Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.

Şâir öyle diyordu:

"Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler." Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler? Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel yurdumun güzel insanları!

Neredesiniz?

Gündüz Geceye Muhtaç, Bana da Sen Lazımsın!  

Posted by Tespih Taneleri... in





Kimi vicdana dokundu, kimi cism ü câna
Zevk namıyla ne yaptımsa pişman oldum

Mademki alemde her şey zıddıyla bilinir. Bu unutuş "İki yanın arasındaki en şiddetli ve acımasız düşmanın olan" nefsindendir. Evet nefis var. Ama hangi nefs? Elbetteki nefs-i emmare, yanî kötülüğü emreden, kötülüğe sevkeden nefis... Bu nefis ki tüm kötü meyillerin, arzuların, şehevî isteklerin insanın safvetini kirleten tutkuların, geçici hedeflerin, mutlak iyi ve mutlak güzele karşı beslenen düşmanlıkların, ihanetlerin kaynağını… Evet, nefis var, şeytan ve düşman var. Var ki bir lüzumu var:

Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!

Ve ayrılık var alemde, bütün üzüntülerin kaynağı. Var ki bir lüzumu var. Hani ruhun Elest Meclisi'nde bir yemini vardı? Ruha ten kafesine girip tabiat kayıtlarıyla bağlanması emrolunduğu zaman denmişti ki:

"Ayrılık şarabını iç ki benden uzaklaşmanın hicranı içinde, bana kavuşmanın benimle olmanın lezzetini anlaman mümkün olsun. Hemen ten kafesine gir ki kalbinin parlak aynasında, sonsuz güzelliğin aksini görmek saadetine eresin. Gideceğin yolda eğer nefsinin hilelerinden korkar, zorluk çeker, tehlikeye düşersen bil ki benim ilahî yardımın seni koruyacaktır."

Ey Allah'ım, bize böyle buyurmuştun. Biz seni sevelim, senin güzelliğinin hasretini çekelim ve yine sana dönelim diye kendinden uzaklara yollamıştın. Biz uzaktayız sandık eyvah aldandık…:( Bize müjdelerin büyüktü. Gerçi sana dönmemiz için bizim de ahd û peymânımızı yerine getirmemiz, sözümüzden dönmememiz lazımdı.

Seninle yaşadığını unutan nicelerimiz bu ahdi unuttuk. Geçici dünya heveslerine daldık, perdelerin ardında kaldık. Şu da var ki biz, senin vermeye lüzum gördüğün cefâ ile de mesut ve bahtiyarız. Ah cefâdan şikayet ne abes. Biz belâ ile cefâyı sâfa bilen ruhlarız. Asıl belâyı, belâya neden düçâr olduğunu bilmemek, belâyı verenden gafil olmak biliriz.

Yârin cefâsı cümle vefâdır cefâ değil
Yâri cefa kılur diyen ehl-i vefâ değil

Kıyamet gününde insan şu üç yerde hiç kimseyi hatırlayamaz...  

Posted by Tespih Taneleri... in



Hz. Aişe validemiz -Allah ondan razı olsun- şöyle anlatmıştır:

Bir gün cehennemi düşünerek ağladım. Benim ağlıyor olduğumu gören Hz. Peygamber(sav) :

"Ey Aişe! Niçin ağlıyorsun?" diye sordu."Ey Allah'ın Resulü! Cehennemi düşündüm de onun için ağlıyorum. Acaba siz kıyamet gününde aile efradınızı hatırlayacak mısınız?" dedim.

Bu sorum üzerine Allah Resulü şöyle söyledi:

 "Kıyamet gününde insan şu üç yerde hiç kimseyi hatırlayamaz: Birincisi; kişi, mizanın (terazinin) başında tartısının hafif ya da ağır oluşunu öğreninceye kadar hiç kimseyi hatırlamaz. İkincisi kitaplar verilirken "Geliniz, kitabınızı okuyunuz!" denildiğinde sağından veya solundan ya da arkasından mı verileceğini öğrenmedikçe hiç kimseyi hatırlayamaz. Üçüncüsü ise cehennemin iki yakası arasında birçok çengelleri ve dikenleri bulunan köprü kurulduğunda ve Allah kullarından dilediğini burada alıkoyduğunda kişi kurtulup kurtulamadığını öğrenemedikçe ne aile efradından ve ne de başkalarından hiç kimseyi hatırlayamaz." [Hâkim]

Hayirli Cuma'lar...

Gonlumun Bahari  

Posted by Tespih Taneleri... in





                                                        Gonlumun bahariydi gozlerin

                                                          Dinlendigim yerdi yuregin

                                                        Demir attigim limanimdi ellerin

                                                   Omur boyu soluk aldigim tek yerdin sen!

Nefsinizi, önce siz hesaba çekin!  

Posted by Tespih Taneleri... in



Hz. Ömer şöyle buyuruyor:

"Tartılmasını beklemeksizin nefislerinizi kendiniz tartınız. Onları hesaba çekilmezden önce hesaba çekiniz. Çünkü nefislerinizi bugünden hesaba çekmek sizin için yarın hesaba çekilmesinden çok daha kolaydır. Büyük hesap gününe salih amellerle hazırlanınız. Unutmayınız ki Allah Teâlâ "O gün (huzura) arz olunacaksınız ve sizden hiç bir sırrınız gizli kalmayacaktır" [Hâkka: 69/18] buyurmaktadır." [Ebu Nuaym]

Çökmeye Yüz Tutmuş Yarın Kenarına Bina Kurmak  

Posted by Tespih Taneleri... in

İnsanları gücendirmemek, onların tepkilerini çekmemek, kınamalarından, eleştirilerinden, ayıplamalarından kaçmak adına, Allah Teâlâ’yı gücendirmeyi yeğlemek… Kınayanın kınamasından korkarak Allah’ın emirlerinden tavizler vermek…Allah Teâlâ’yı gücendirmek pahasına, moda tabirle bu anlamdaki “mahalle baskılarına” boyun eğenlerin dünya ahiret mutluluğunu bulmaları mümkün değildir. Bunun farkında olmasalar da mutsuzluklarının nedeni, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğu yerine O’nun kullarının gözüne hoş görünmeye çalışmalarıdır.

“Mahalle baskısı” bugünün meselesi değil elbette. İnananların, her devirde maruz kaldıkları bir durum bu. Müminler, Allah’a kulluk etmeleri, O’nun emirlerini yerine getirmeleri nedeniyle, yaşadıkları toplumların içindeki kimi çevrelerin, yadırgamalarına, ayıplamalarına, dışlamalarına her devirde maruz kalmışlardır. Kimileri bu baskıya boyun eğmiş, tavizler vermiş, Allah’ın hoşnutluğu üzerine kurulmayan bir hayat tarzına razı olmuşlardır. Bu baskıya boyun eğmeyenler, kınayanın kınamasına aldırış etmeden, tercihlerini, Allah Teâlâ’yı hoşnut etmekten yana kullananlar ise gerçek mutluluğu yakalamışlardır.

Bakın Yüce Mevla, Kendisi yerine başkalarını memnun etmeye çalışırken tesis edilen hayatları neye benzetiyor ve o hayata razı olanları nasıl bir son ile uyarıyor:

“Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Suresi, 109)

Bu konuda bir de Allah Resulüne kulak verelim;

“Her kim insanların gücenmelerine - yani kızmalarına, eleştirilerine - mukabil Allah’ı razı etmeye çalışır ise Allah da onu insanların zahmetinden kurtarır. Ama her kim de Allah’ın kızmasına mukabil insanların rızasını ararsa, Allah da onu o insanlara havale eder. – yani git bu gün onlar sana yardımcı olsunlar.” der. (Tirmizi: 4.c. 2527.n)
Mahiyeti, boyutları, şekli, şemaili değişse de geçmişten bugüne değin sürüp giden, şu veya bu şekilde, O’nun emirlerini yerine getirme noktasında taviz vermeye zorlayan mahalle baskılarına karşı nasıl bir savunma geliştireceğiz?En zor şey cahile, kalpleri kararmış olanlara laf anlatmaktır. Bunun için kınayanın kınamasına karşı en etkili yol şemsiye açmaktır. Yani kimsenin ağzına fermuar çekmeyiz. Ama onları görmezden, duymazdan gelerek, onları çirkin söz ve isyanlarıyla baş başa bırakabiliriz. Çünkü sözün tükendiği yerde, cahillere, kalpleri kararmış olanlara verilecek en güzel cevap susmak ve görmezlikten gelmektir.

La-Tahzen/Üzülme


Nimetleri artmaya en lâyık kimseler, onlar için en çok şükredenlerdir. Sevilmeye en lâyık olanlar ise fedakârlıkta en ileri gidenlerdir.


La-Tahzen/Üzülme


Susmayı bilin. Çünkü suskun kimsenin belli bir heybeti olur. Sükut ederek dinleyen de sevilir. Esas sorun çok konuşmadadır.

La-Tahzen/Üzülme


Yüce Allah rahmetinin bir gereği olarak kendisine itaat eden kullarının zenginliğini gönüllerinde kılmıştır. Bu yüzden onlar gönlü zengin kimselerdir.




A. Yasin Demirci

Kaybetmeye ise anlık gaflet yeter...  

Posted by Tespih Taneleri... in

                                           





                                                                Eden kendisine eder.

                                                                Yapan bulur ve çeker.

                                                                Unutma kazanmak koca bir ömür ister.

                                                                Kaybetmeye ise anlık gaflet yeter.


                                                                               Mevlana

Aynı Kapta İki Renk  

Posted by Tespih Taneleri... in




Yaşlı bir Kızılderili torunuyla birlikte kulübesine oturmuş kavga eden iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz diğeri siyahtı ve kavga ediyorlardı. Torun kendini bildi bileli bu köpekler kulübenin önündeydi ve sık sık kavga ederlerdi.
Dede nedense bu köpekleri kulübesinden ayırmaz onları sürekli göz önünde tutardı. Çocuk dedenin kulübesini korumak için bir tane köpeğin yeterli olduğunu biliyordu ve dedenin niçin iki köpeği de burada bulundurduğuna bir anlam veremiyordu. Bunu dedeye sordu.
Dede torunun bu sorusuna bilgece bir cevap verdi: "Onlar, benim için iyiyle kötünün simgesidir, şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele ederler dedi.
Onlara baktıkça ben bunu düşünürüm o yüzden onları yanımda tutarım diye ekledi. Torun bu iki köpek sürekli kavga halindeyse bunun bir de kazananı olmalı diye düşündü ve peki bu mücadeleyi hangisi kazanır? Diye sordu. Dedi hiç düşünmeden " ben hangisini beslersem o kazanır" diye cevap verdi.

''Hu''lar yukseliyordu tasinda topraginda...  

Posted by Tespih Taneleri... in

     



                                            Soz kesen bir merci idin olgunluk caginda,

                                                Cihana yeten bir ziya vardi ceraginda,

                                            ''Hu''lar yukseliyordu tasinda topraginda

                                                Te'dip ve sefkat ic ice idi mizraginda...

Emin miyiz?  

Posted by Tespih Taneleri... in





Bir kara gecede uyuyoruz uyutuluyoruz mışıl mışıl. Bu uykudan uyanmayacağımızdan Emin miyiz? Yaratılış gayemizden uzaklaşmışız kalbimizdeki nur pas tutmuş, televole kültürü sarmış gönlümüzü, Hak’la beraber olmanın hazzını duyamıyor gönüllerimiz. Evet, hayat bu, gayemiz bu, güzelliklerin bunlar olduğundan Emin miyiz? Yaprak-toprak, çayır-çimen, börttü-böcek, tüm mahlukat ‘bir’ diyor zikrediyor. Biz neredeyiz, ne haldeyiz. Hayatın böyle sürüp gideceğinden, bu fırsatların yine geleceğinden, yağmurun bir gün dinmeyeceğinden, hiç bitmez görünen hayat ırmağının, bir gün kurumayacağından, bizi alıp diyardan diyara gezdiren rüzgarın duruvermeyeceğinden Emin miyiz?

Dostluklar sanal, sevgiler sahte olmuş, dostluk mal, sevgi para olmuş. Doğrularımız eğri olmuş. Sıcak sımsıcak sevgiyle dolmayacak mı gönlümüz? Gerçek dostumuzun çağrısını duymayacak mıyız? Doğrulara çağıranları görmeyecek miyiz? Gerçek dostluğu, sevgiyi, doğruyu bulmadan, hep atan yüreğimizin duruvermeyeceğinden, gören gözümüzün hep göreceğinden, duyan kulağımızın hep duyacağından Emin miyiz?

Popcuların topçuları iyi tanıyoruz, bırakın Türk futbolcusunu ecnebi futbolcularını tanıyoruz, çocuklarımız bir popçunun şarkısını ezberleyince hayranlıkla anlatıyor bir futbol takımın isimlerini sayınca gurur duyuyoruz. dizileri ihmal etmiyor, mankenler neler yapmış neler etmiş takip ediyoruz. Ya Hz. Allah’ı(cc) ne kadar tanıyoruz? 99 ismini sayabiliyor manalarını biliyor muyuz? Hz.Peygamberimizi(sav) ne kadar tanıyoruz? Kaç sahabenin ismini sayabiliriz? Oysa kısadır hayat! Sana uzanan ellerin hep yanında olacağından, yüreğini verdiklerinin bir gün sırtlarını donup gitmeyeceğinden, bunları tanımaya zamanımız olacağından, aklımızın hep çalışacağından Emin miyiz?“Hayat bir uykudur ölünce uyanır insan, sen erken davran ölmeden önce uyan” demişler. Uyanıklık nedir, gaflet nedir, fark ediş nedir… düşünmeyecek miyiz? Güzel bir hayat yasadığımızdan, yapabileceğimiz her şeyi yaptığımızdan Emin miyiz?

Ölmeden önce uyandığımızdan Emin miyiz? Böyle fırsatların yeniden elimize geçeceğinden

Sahiden Emin miyiz?
Hayirli Cuma'lar...

Kıyamet gününde insan şu üç yerde hiç kimseyi hatırlayamaz...  

Posted by Tespih Taneleri... in





Hz. Aişe validemiz -Allah ondan razı olsun- şöyle anlatmıştır:


Bir gün cehennemi düşünerek ağladım. Benim ağlıyor olduğumu gören Hz. Peygamber:

"Ey Aişe! Niçin ağlıyorsun?" diye sordu."Ey Allah'ın Resulü! Cehennemi düşündüm de onun için ağlıyorum. Acaba siz kıyamet gününde aile efradınızı hatırlayacak mısınız?" dedim.

Bu sorum üzerine Allah Resulü şöyle söyledi:

"Kıyamet gününde insan şu üç yerde hiç kimseyi hatırlayamaz: Birincisi; kişi, mizanın (terazinin) başında tartısının hafif ya da ağır oluşunu öğreninceye kadar hiç kimseyi hatırlamaz. İkincisi kitaplar verilirken "Geliniz, kitabınızı okuyunuz!" denildiğinde sağından veya solundan ya da arkasından mı verileceğini öğrenmedikçe hiç kimseyi hatırlayamaz. Üçüncüsü ise cehennemin iki yakası arasında birçok çengelleri ve dikenleri bulunan köprü kurulduğunda ve Allah kullarından dilediğini burada alıkoyduğunda kişi kurtulup kurtulamadığını öğrenemedikçe ne aile efradından ve ne de başkalarından hiç kimseyi hatırlayamaz." [Hâkim]

Yüzük Taşı  

Posted by Tespih Taneleri... in


19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcızade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş. Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcızade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. Fuat paşa sormuş:

-Taşına mı bakıyorsunuz?

-Evet Paşam.

-Elmastır.

-Ne faydası var, yani ne getirir?

-Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?

-Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.

-Yaa, ne taşı bunlar?

-Değirmen taşı paşam.

Tas deyince bizim aklimiza ne geliyor? Taslarin hayatimizda ki yeri nedir acaba sizce? Bazen dusunuyorum da biraz sacma geliyor ama yine de guzel, bazen ne gerek var diyorum ne ise yariyorlar ki. Alt tarafi tas iste...:)) Tabii pahali bir tas...
Bir arkadasim vardi...Durumu orta halli biriyle nisanlandi. Gidip kendine kirati yuksek tek tas pirlanta bir yuzuk aldi ve cevresine nisanlisinin aldigini soyledi. Saskinligimi gizleyemedim ve ona sordugumda bunun ona verdigi deger oldugunu soyledi. Daha da sasirdim, evet kiymetli bir hediye kimin hosuna gitmez ki ama ya alacak durumu yoksa ve sana cok deger veriyorsa, ne kadar deger verdigini bir insan nasil anlatir karsindakine? Bunun tek yolu tas midir yani? Bu sadece etrafa karsi bir gosteris vesilesidir.
Bence deger verdigini hatta cok sevdigini anlamak icin karsindaki insanin gozlerine bakmak yeterli...Komik gelecek size belki ama gozler cok sey anlatir arkadaslar...Bakislarda ki o buyu bir cok kelimenin tercumani gibidir...Yeter ki bakmasini bilelim...
Rabb'im cumlemize degirmen tasi gibi taslar nasip etsin insallah, pirlanta nedir ki? :)) Sevgilerimle

Kur'an'la Yaşamak ve O'nu Hazmetmek  

Posted by Tespih Taneleri... in

                      



Meymun b. Mihran'ın hizmetçisi olan kadın, bir gün sofraya sıcak bir çorba getirir. Misafirlerin de hazır olduğu sofrada ayağı kayar ve çorba Meymun'un üzerine dökülür. Kızgınlık içerisindeki efendisine, kadın şöyle der:

"Efendim, lütfen Yüce Allah'ın şu ayetini uygula: "O takva sahipleri, öfkelerini yutanlardır.." (3/134)

Adam, tamam öfkemi yuttum, der. Kadın, efendim devamındaki "insanların kusurlarını affederler" kısmı ile de amel et, der.

Adam, tamam seni affettim, der. Kadın, iyi ama Yüce Allah, ayetin sonunda "Allah, iyilik ihsan sahiplerini sever" buyuruyor, deyince Meymun şöyle cevap verir:

"Tamam sana ihsan ediyorum ve Allah için sen özgürsün!"


Gecenlerde kitaplarimi karistirirken Kurtubi tefsirinden alinmis bu yaziyi gorunce yuzumde uzun suren bir tebessum belirdi. Bu konuda muzdarip bir arkadasim geldi hemen aklima...Kendisi ofkesine fazla hakim olamayan, cogu zamanda bu yuzden de hep pisman ettiren hatalar yapan, lakin ozunde cok iyi olan biridir...
Bunu hemen kendisine ya da en guzeli esine okutmam lazim.:)) Bence cok guzel ve bilincli bir savunma olmus...Keske herkeste bu kadar Kur'an bilgisi olsaydi... Allah'in ayetleri her kapiyi acar... Her yasanan olaya Kur'ani Kerim'in bir cevabi vardir... Yeter ki bu bilince sahip olmayi bilelim... Bu cok zor degil, insan hergun sadece bir ayet meali ve bir hadis ogrense ki bu sadece bes dakika alir... Lutfen bu kadarcik da olsa ilim ogrenmeye zaman ayirin... Boylece herkese verecek bir ayet cevabiniz olur...:)

Kalp Kapısının Tokmağa ihtiyacı Yoktur  

Posted by Tespih Taneleri... in




           Duydum ki kapıma gelmiş, tokmak olmadığı için kapıya vurmadan geri dönmüşsün.


                Bilmez misin, kalp kapısının tokmağa ihtiyacı yoktur; o ancak içeriden açılır...


                                                                           Mevlana

Hayatı Sadeleştirelim  

Posted by Tespih Taneleri... in


Merhaba arkadaslar, gecen gunlerde abone oldugum bir siteden gelen bu yaziyi sizinle paylasmak istiyorum. Boyle yazilar sanki kendine getiriyor insani...Belki yalnis belki dogru her gun ayni seyleri farkinda olmadan yapabiliyoruz...Alismisiz cunku, lakin ara sira da olsa basimizi kaldirip once kendimize, sonrada etrafimiza bakip hayatimiza soyle bir ceki duzen vermemiz gerekmez mi?

Sürekli, bir koşuşturmaca içinde yaşıyoruz şu hayatı, sürekli yetişmemiz gereken bir yer, yetiştirmemiz gereken bir iş, yetmemiz gereken birileri arasında bir kaosa dönüşüyor hayatımız.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi üstüne bir de kendi kendimize karmaşıklaştırıyoruz onu. Basit yaşamayı beceremiyoruz bir türlü. İş yerimizde ki masamızı işgal eden gerekli gereksiz evrak kirliliği, son teknoloji cep telefonu, laptop, son moda kıyafetlerle dolup taşan dolaplar, sayısını ancak öderken hatırlayabildiğimiz kredi kartları, daha iyi araba, daha büyük ev… İlişkilerimizi bile sade yaşayamıyor olduk. 2 kişi yetmiyor artık bir sevgi yaşamaya hep bir 3. yü dahil etmeye çalışıyoruz. Ne kazandığımız parayla tatmin oluyoruz ne de o paranın satın alabildikleriyle…

Bu karmaşa içinde her şeye yetişmeye çalışırken veya bir şeyleri yakalamaya en çokta kendimizden vazgeçiyoruz. Sağlığımızdan oluyoruz, terapistler arası mekik dokuyup stresimizden kurtulmaya çalışıyoruz. Yani önce kendimize hayatı zehir ediyoruz, sonrada ruhumuzu beslemek adına namaz yerine yoga, meditasyon yapıyoruz.

Gün geçtikçe bu kadar sadelikten uzaklaşıyor olmamızın asıl sebebi nedir acaba? Elimizdeki imkanlar çoğaldıkça doyumsuzlaşıyor muyuz? Yoksa ruhumuzu açlığa mahkum edip hep fiziksel doyum arayışımız mı bu tatminsizliğin asıl sebebi? Ne zamandan beri bir sevgi yetmiyor bize? Ne zaman unuttuk azın aslında daha çok olduğunu ve hayatta her güzel şeyin paylaşarak arttığını?

Sade yaşayalım hayatı, sanki günün birinde ceketimizi alıp gidebilecek, geride bıraktığımız, özleyecek hiçbir şey olmayacak kadar sade yaşayalım. Bağlanmayalım hiç bir şeye körü körüne, bağlılıklarımızın ve sahip olduklarımızın esiri olmayalım. Bağlandığımız fani, bağlandığımız biten, bağlandığımız geçici olmamalı…

Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî'den Hikmet Damlalari (insanlar dort kisimdir.)  

Posted by Tespih Taneleri... in



Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyurdu ki: “İnsanlar dört kısımdır:

1- Dili ve kalbi olmayan.

Kötü dille ve kötü kalbli insanlardır. Bunlar, günahkâr, dünyâya aldanmış ve ahmak kimsedir. Böyle kimselerden olmaktan ve onlar arasında bulunmaktan sakınmalıdır. Çünkü onlar, azâba uğrayacak kimselerdir.

2- Dili olup, kalbi olmayan kimse.

Bu; güzel, hikmetli konuşur, fakat onunla amel etmez. Sâdece insanları Allahü teâlânın emirlerine da’vet eder. Kendisi ise bunları yapmaktan kaçar. Tatlı ve hoş konuşmalarıyla seni aldatmamaları için onlardan uzak dur. Yoksa onların günahlarının ateşi seni de yakar; kalblerinin pis kokusu ise seni öldürür.

3- Kalbi olup dili olmayan kimse.

Bu öyle bir mü’mindir ki, Allahü teâlâ onu mahlûkundan gizlemiştir. Ona nefsinin ayıplarını göstermiş, kalbini nûrlandırmış, insanlarla lüzumundan fazla görüşmenin sıkıntılarını, lüzumsuz konuşmanın kötülüğünü ona göstermiştir. Bu, Allahü teâlânın velî kulu olup, Allahü teâlâ onu muhafaza buyurur. Böyle bir kimse ile beraber ol. Onun hizmetinde bulun. Böyle yaparsan, Allahü teâlâ seni sever.

4- Âlimdir.

İlmi ile amel eder. Bu kimse, Allahü teâlâyı ve âyetlerini, azamet ve kibriyâsına delâlet eden delîlleri bilir. Allahü teâlâ onun kalbine, herkesin bilmediği ince ve derin ilimleri koymuştur. Onun kalbini böyle ilimlere açık kılmıştır. Böyle bir zâta muhalefet etmekten ve ona sırt çevirip ondan uzaklaşmaktan çok sakın. Onun nasihatlerini terk etmekten çok kork. Sonra bil ki, zühdün aslı, her türlü haramlardan sakınmaktır. Zîrâ vera’ı olmayanın yani şüphelilerden sakınmayanın zühdü doğru olmaz.”

Mevlana'dan...  

Posted by Tespih Taneleri... in

               



                                                              Yaşamak direnmektir.
          
                                                               Sevmek güvenmektir.

       Şunu unutma, İnsan çoğu zaman dünyanın hakimi, bazen de küçük bir kalbin esiridir.



                                                                                                                                  Mevlana

BELALARIN 1. KAT SEMAYA İNDİĞİ AY "SAFER AYI"  

Posted by Tespih Taneleri... in






Allah'in Selami Rahmeti ve Bereketi hepimizin uzerine olsun arkadaslar...Aslinda Sali gecesi girdigimiz Safer ayi hakkinda ki bu onemli bilgileri sizinle daha once paylasmam gerekirdi ancak nasip olmadi...Herseyde bir hayir vardir diyelim ve insallah bu gunden sonra istifade edelim...Dualarinizda beni de unutmayin olur mu?(Efendimiz SAV bu ayda ölüm hastalığına tutulmuştur)

Safer ayında Levhi Mahfuz'dan birinci kat semaya 320.000 bela inmektedir. Bu belalar ve kazalar sene içine yayılmaktadır. Bir dahaki safer ayına kadar bu 320.000 beladan birinin size isabet etmesinden korunmak isterseniz, aşağıda tarif edilen namazları kılınız, tesbihatları yapınız. Aile efradınıza ve çevrenize de tavsiye ediniz.
Bu namazları kılanların, bir dahaki sene aynı güne kadar (üzerine kat'i yazılmış yani ALLAH'ın Teâlâ'nın C.C., senin üzerinde gerçekleşmesine kesin hüküm verdiği kazalar müstesna) kazalardan korunacağı rivayeti vardir.
Safer ayının ilk ve son çarşamba gününün gecesinde, yani salı gecesi kılınacak namazdır;

(İSLÂM'da gece günden önce gelir. Yani Cuma günü, Perşembe Günü akşam ezanı okunduğunda giriyor)

1 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 17 Kevser Sûresi

2 Rekât : Fatiha'dan Sonda; 5 İhlâs Sûresi

3 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 1 Felâk Sûresi

4 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 1 Nâs Sûresi

Safer ayının ilk ve son çarşamba günü, öğlen ve ikindi namazı arasında kılınacak namazdır;

1 Rekât : Fatiha'dan Sonra ; 11 İhlâs Sûresi

2 Rekât : Fatiha'dan Sonda; 11 İhlâs Sûresi

Bu namazdan sonra 100 kere "Yâ dâfia'l-belâyâ, idfâ anna'l-belâyâ, fallâhü hayrun hâfizan ve hüve Erhâmü'r-Râhimin, inneke alâ külli şey'in kadir" okunmalı ve dua edilmelidir.

Yine Korunmak için;

Ayet-el Kûrsi:

Evden çıkarken ve eve girerken Ayet-el Kûrsi okunmalıdır: Evden çıkarken okuyan her işinde muvaffak olur ve hayırlı işleri başarır. Evine gelince okursan iki Ayet-el Kûrsi arasındaki işlerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir. Bir kimse evinden çıkarken Ayet-el Kûrsi'yi okursa, Hakk Teâlâ yetmiş Meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar ona dua ile istiğfar ederler.
Evden çıkarken üç kere:

"BİSMİLLAHİ HASBİYALLAHİ LAİLAHE İLLA HÛ ALEYHİ TEVEKKELTÜ VE HÜVE RABBİL ARŞİL AZİYM" söylenmelidir. Cocuklariniza her evden ciktiklarinda soyletirseniz cabucak ezberlediklerini goreceksiniz...
Safer ayında her gün mutlaka 100 kere:
"LA HÂVLE VELÂ KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİYM" denilmelidir. Günde 100 kere söyleyenden, en hafifi fakirlik olmak üzere 70 çeşit bela, musibet kaldırılır.

Ayrıca yine safer ayında (ve her zaman) her gün mutlaka günde 100 kere salâvat getirmek lazımdır. salâvat çok bela ve musibetleri çevirir, dünya ve Ahirette kurtuluşuna sebep olur. En EFDÂL Salâvat'ı Şerife: "ELLAHÜMME sâlli âla seyyidina Muhammedin  ve âla âlihi ve sahbihi efdâle salevatike ve adade me'lumatike ve bârik ve sellim"

ALLAH'u Teâlâ'yı devamlı zikretmek lazımdır. Zira ALLAH'u Teâlâ'yı zikretmek en büyük ibadettir, belaları musibetleri çevirir. En efdal zikir "LA İLAHE İLLALLAH" dır.

Enes bin Mâlik'e RA Peygamberimizin SAV öğrettiği çok tesirli bir dua:

Bu duayı sabah (mümkünse güneş doğmadan) 3 kere ve akşam güneş battıktan hemen sonra okuyan, korkmaya tek layık olan yalnız ALLAH'tan C.C. korksun . Başta zalim devlet başkanı , şeytan, cin ve insanların şerrinden, büyü ve efsunlardan hiçbiri ALLAH'ın C.C. izniyle hiçbir şekilde zarar veremez. Hz Osman'dan RA bildirildiğine göre ani belalardanda korunur. Ayrıca Zehir verilse tesir etmez ALLAH'ın izniyle(hergün okumak lazımdır):

"Bismillahillezi Lâ Yedurrü meâs mihi şey-ün fil-erdi ve lâ fissemai ve hüves semiül âliym"

Anlamadiginiz Sozlerin Aleyhinde Olmayin !  

Posted by Tespih Taneleri... in

Merhaba arkadaslar her zaman ki gibi , cok hosuma giden bu yaziyi sizlerle paylasmak istedim...Lutfen hakkinda biraz tefekkur ederim...Gunumuzde yasanan bir cok vakaya ve soylenen soze cevap niteliginde oldugunu goreceksiniz...Ne varsa eskilerde var iste...

- Bilindiği üzere Hazreti Mevlânâ'yı anlaşılması güç derin sözleriyle etkisi altına alan Şems-i Tebrizi'den talebeleri ve halk şikâyetçi olmuş, Şems-i Tebrizi'den rahatsızlık duymaya dahi başlamışlardı. İşte böyle bir devrede Mevlânâ talebeleriyle birlikte giderken, yol kenarında önündeki kemiği yiyerek yavrularını emziren bir köpek görünce durdu. Talebelerine dönerek:

-Biliyor musunuz, dedi, içinde bulunduğumuz hali şu gördüğümüz tablo ne güzel izah ediyor. Şöyle devam etti:

-Bu yavrular dedi, şu koca kemiği yemeye kalksalar inci gibi dişleri çıtır çıtır kırılır, helak olurlar. Ancak anne güçlü dişleriyle o kocaman kemiği rahatça kırıp un ufak ederek yiyip süte çeviriyor ve yavrularına faydalı bir gıda olarak sunuyor.. İşte dedi Şems'in sözleri de bana o kemik gibidir. O sözleri ancak ben hazmederim, sizleri o sözlerle ben beslerim. O halde siz Şems'in kemik gibi sözlerine değil, benim süt gibi yorumlarıma kulak verin, o sözleri benden dinleyin! Anlamadığınız sözlerin aleyhinde olmayın.

Ozdemir Asaf'tan !  

Posted by Tespih Taneleri... in



       İnsanın büyüdükçe mi artıyor dertleri?

                                              Yoksa insan büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri.?


                                                                                                  Özdemir Asaf

Eğilmeyi Reddedip Kırılmayı Seçenler  

Posted by Tespih Taneleri... in

Bir gün yağmuru seyrediyordum. Bir yaz yağmuruydu ve aniden hızlı bir şekilde başladı. Bahçedeki bütün bitkilerin yana doğru eğildiklerini fark ettim. Önce yağmurdan kırıldıkların zannettim. Fakat kırılmamış, eğilmişlerdi. Yağmur bittiğinde yeniden doğruldular, daha diri ve güzel görünüyorlardı. Yağmur onları hem yıkamış hem de beslemişti. Kırılacakları yağmurdan “eğilerek kurtulmayı” başarmışlardı. Aynen bunun gibi, hayat olayları içinde egolarımızı dik tutacağız diye direnmesek, gerektiğinde eğilsek, o zaman olayların getirdiği mesajları okuyarak daha anlamlı ilişkiler kurabileceğiz.

İnsanın insanla geçinmesi kırmadan kırılmadan beraberce yürüyebilmesi her zaman kolay olmaz. Hele bugünün insanı gururundan “burnu düşse almayacak” kadar müstağni bir duruş içinde. Evlilikler de, ilişkiler de çoğu kere bu gurur yüzünden yara alıyor, bir daha da toparlanamıyor. İnsanlar, karşısındakileri anlamak için birazcık eğilmeyi göze alamıyorlar belki, ama sonrasında kırılmayı ve dağılmayı kendilerine reva görüyorlar. İnsan olarak hiçbirimiz, bir diğerimize benzemiyoruz. Her insan biricik. Sevdiği şeyler farklı, sevmedikleri farklı… Aynı salonda oturup aynı televizyonu izlerken, birinin istediği dizi, diğerinin haber bülteni ise hangisi eğilecek? Pazar gününü birisi evde dinlenerek, diğeri market alışverişi için dışarı çıkarak geçirmek istiyorsa, ne olacak? Çocuk büyütme konusunda birisi özgür bırakmayı, diğeri geleneksel yöntemleri uygulamayı istiyorsa, kimin isteği üzerine çocuk yetiştirilecek? Kimse eğilmek istemiyor. Güçlü olanın kazandığı, kazanana kadar da diğerini acıttığı bir ilişkiler ağında boşanma oranlarının her geçen gün tırmandığını biliyoruz. Kırık kalplerin arttığına şahit oluyoruz. Kinlerin ve öfkelerin büyümesini seyrediyoruz. Birbirine dayanmayan ve boşanmanın kendilerini hafifleteceğini umanlar, çok geçmeden hayatın zorlukları karşısında her geçen gün ağırlaşan yüklerin altına girmiyorlar mı?

Zor bir problemin çözüm yolunu bulmak yerine dediğim dedik diye direnmek sonrasında dağılmayı getiriyor. Yemeği dört dörtlük olmadığı için, beyaz gömleği istediği kadar beyaz olmadığı, kuru fasulye-pilav annesinin pişirdiği gibi olmadığı için eşini hayatından bezdirenler… Sonrasında ucuz lokantalarda çorba içerken bulmuyorlar mı kendilerini? Gri gömleklerle “Bir-iki gün daha nasıl idare ederiz”in hesaplarını yapmayacaklar mı? Romantizmden nasibi olmadığı için oduna benzeterek her gün değersizlik duygusu yükledikleri eşleri hayatlarından çıktığında, hayatın ağırlığı karşısında dramatik filmlere gözyaşı döker olmayacaklar mı? Evlilik kadar, boşanmak da gerektiğinde ve kaçınılmaz olduğunda yapılacak en doğru şeydir. Ama burada söylemeye çalıştığım, kendi egolarımızdan kaynaklanan sorunlara çözüm bulmak yerine, karşımızdakini suçlayarak evliliği bitirmenin ne denli yanlış olduğu. Gururumuzdan dolayı eğilmeyi seçmeyip uzlaşmadan kaçarak, sonrasında hayat karşısında kırılmanın hedefi olmak… Hem de kolektif bir kırılmanın… Çünkü görünürde iki kişi boşansa da arka planda bir sistem boydan boya ayrılır. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.

Hayat bazen eğilmeyi getiriyorsa, önümüze yapılacak en doğru davranış o an için eğilmektir. Diğerinin istediği meşru bir şeye evet demek, bize de çok şey öğreten bir duruma dönüşebilir çoğunlukla. Neden kendimizi böyle bir fırsattan da mahrum edelim ki? Orta yolu bulmak, sanıldığı kadar zor değildir aslında.Bazen geri çekilmek gerekli ise geri çekilmek cesaretin ta kendisidir. Yeter ki samimiyetle iki kişilik bir mutluluğa yüreklerimizi açalım.

Zaman zaman gururumuza inat kırılmadık biraz eğildik diyebilenlerden olabilmek dileğiyle…

CENNET HANIMLARININ ABLALARI KİMLER?  

Posted by Tespih Taneleri... in

                                 


Çeşitli hadislerden öğrendiğimize göre: Cennet hanımları dörttürler. Bunlar da:

Firavunun hanımı Asiye, İsa aleyhisselamın annesi Meryem, Efendimiz (sav)’in hanımı Hatice ile kızı Fatıma validelerimizdir. Şurasını unutmamak gerektir ki, Allah (cc) kimseye rastgele lütufta bulunmaz, sebepsiz ikramlar ihsan eylemez. Bir İlahi lütuf ve ikram var mı, mutlaka yapılan kıymetli hizmetler, gösterilen yüce fedakârlık ve sabırlar var ki Rabbimiz onun zerresini zayi etmeksizin sahibinin lehine değerlendirmiş, karşılığını vermiştir. Şimdi düşünelim. Cennet hanımlarının ablaları makamına çıkanların fedakârlık ve sabırlarını. Hangi fazilet ve tahammülleri yüzünden yücelmişlerdir bu eşşiz makama. Bir göz atalım isterseniz.

Asiye validemiz kimin hanımı biliyor musunuz? Firavunun. Firavun gibi zalim ve aynı zamanda Allahlık iddiasında olan haddini bilmez bir adama hanımlık yapmak az sabır mı ister, basit tahammülle mi yürütülür bu aile hayatı?

İkincisi: Meryem validemiz.

Rabbimiz ana babasız Âdem’i yarattığı gibi, babasız olarak da insan yaratabileceğini göstermek için İsa aleyhisselamı babasız olarak dünyaya göndermiştir. Bu mesajı alamayan çevre, Meryem validemizi itham ve iftira fırtınasına boğmuş, Nereden peydahladın bu çocuğu diyecek kadar da ileri gitmiştir. İşte bu zulme sabredip tahammül gösteren Meryem validemiz olmuştur...

Üçüncüsü de Hatice validemiz... O da Efendimiz(A.S.) uğruna, yani beyinin hatırına bütün servetini feda etmekle kalmamış, bu yüzden senelerce açlık çekmiş, ekonomik ablukayı yaşamıştır. Buna rağmen asla müşteki olmayıp sabrı tercih etmiş. Karşılığında da cennet hanımlarının ablalığı söz konusu olmuştur.

Ya Fatıma validemiz? Onun sabrı bütünüyle yokluk üzerineydi. Hayatı boyunca arpa ekmeğine bile karnı doymamış, hep yokluk ve darlık içinde hayat sürmüştür. Hatta bir defasında Efendimiz(A.S.) misafir olduğu bir evde önüne getirilen ikramı gözyaşları içinde yiyememiş de, yemeğinden ayırıp Bunu da Fatıma’ya götürün, o üç gündür, böyle bir yemek ağzına almamıştır demek zorunda kalmıştır. Yine bir defasında da namaza geç kalan Bilal’e Efendimiz (sav), geç kalış sebebini sormuş, Bilal de: Kızınız Fatıma arpa öğütmek üzere el değirmenini döndürüyordu. Öteden çocuğu ağlamaya başladı, ben de değirmeni alıp arpayı öğüttüm. Fatıma çocuk baktı, o yüzden geciktim, demiştir.

Fatımatüz Zehra kitabındaki tespitlerden de anladığımız gibi, Fatıma validemizin hayatı oldukça zorluklar içinde geçmiştir. Hatta evde yenen arpa ekmeğinin ununu el değirmeninde hep kendisi hazırladığı gibi, kuyudan çektiği suyu da omuzunda hep kendi taşımak zorunda kalmakla elinde ve omuzunda yaralar meydana gelmiştir.

Bütün bunlara rağmen Allah Resûlü Efendimiz (sav)’in ikaz ve irşadı şöyle olmuştur:

Kızım sakın maruz kaldığın zorluk ve sıkıntılardan dolayı bir şikayet söz konusu olmasın gönlünde. Sabredersen Rabbim sana da (senden öncekilere olduğu gibi) cennet hanımlarının ablalığını nasip edecektir. Etmiştir de.

Evet, Allah adildir. Hiç kimsenin sabrını, fedakârlık ve tahammülünü karşılıksız bırakmaz. Burada sabredenler orada cennetle müjdelenmekle kalmayacak, sabırlarının derinliği, zorluğu nispetinde de yükselecekler, hatta cennet hanımlarının ablası olma derecesine bile çıkacaklardır.

Related Posts with Thumbnails
Site'de Kaç Kişiyiz